Hüseyin Cöntürk – Mektuplar

Köhnemiş eleştiri ve “sanat” anlayışını temelden reddederek 1950’li yıllardan itibaren edebiyatımıza ve de özellikle “yeni eleştiri kuramına” çok şey kazandıran büyük bir edebiyatçı ve o yolun tutkunu olan Hüseyin Cöntürk, özellikle 90’lı yıllarda çevresini sarmalayan yeni kuşak okurlarına -yazarlara- özelden seslenerek, sesini derinden ve o her zaman alışık olduğumuz dikkatli edebi irdelemeleriyle günümüze ulaştırmayı farkında olmadan gerçekleştirir. Mektupların bir kısmında Haluk Aker, Eser Gürson ve Güven Turan’a hitaben yazılmış bölümler vardır. Hüseyin Cöntürk’ün geride bıraktığı elemeklerini “mektup edebiyatı” eksenimize ciddi bir katkı olarak görüyor ve hakim dil tanıdık mektup dili olduğu için kimi özel ve öznel göndermelerin de okurda bir edebi tat bıraktığını düşünüyoruz. Mektupları borges defteri’ne özel arşivinden teslim eden sevgili Figen’e (mektupların çoğunda onun adı geçer ve ona yazılmıştır) defter okurları adına teşekkür ederiz. Mektupların seçimi ve yayını her hangi bir kronolojik sıralamaya göre yapılmamıştır. Hüseyin Cöntürk’ün edebiyat dünyamız ve tarihimizdeki yeri bunca net iken, ona dair yazmaya – onu birazcık da olsa tanıma şansına sahip olmuş biri olarak – niyetlendiğimde insanlara, Cöntürk hakkında bilmedikleri ne söyleyebileceğimi düşündüm uzun uzun. Üzerinden epeyce zaman geçmiş anıları belleğimin derin köşelerinde kurcalarken, arkasından yazacağım bu ilk ve muhtemelen son yazıya malzeme olacak; okuyanlarda onun gerçekten de edebi bir fenomen olduğu izlenimi yaratacak ciddi ve oturaklı cümleler kurmak istedim şiddetle. İstedim. Fakat yapamam. Yapamam çünkü, ne zaman Cöntürk’ü düşünsem, aklıma gelen, siyah zeytini limon, kekik, zeytinyağı ve pul biberden oluşan bir sosla ilk kez yediği günün ardından, günlerce bundan söz edebilmesi oluyor. Sonra ne zaman, geçmişinden bir kadın ismi zikredecek olsa, ışıltılı mavilerinin hınzır bir ışıkla parladığını anımsıyorum; “eski bir kız arkadaş” cümlesini kurarken, başının hafifçe yana eğilişini unutamıyorum örneğin… Herhangi bir dergide okuyup beğendiği ya da en azından önemsediği bir şiir ya da metnin yazarını tanımak için, hiç üşenmeden kilometrelerce yol almayı umursamayışını, bunun onda bir yorgunluk olmadığını herkes biliyor zaten. Edebiyattan koptuğu düşünülürken, onun aslında her yıl yayımlanmış tüm şiir kitaplarını inceleyip, üzerinde çalışmaktan hiç vazgeçmediğinden haberdar olanlar vardır. Çalışmalarını yayımlama arzusu ve heyecanı bulabilme umuduyla, bir tetikleyici arayışının hiç bitmediğini ve o arayışın onu gençlere yakın tuttuğunu ise belki daha azınız biliyorsunuz. Günlerini Kantvari bir titizlikle programlayıp, o programa hassasiyetle uyuşunun insanda yarattığı şefkati belki tahmin edebilirsiniz; bir yerlere -muhtemelen bir buluşmaya- yetişmesi gerekiyorsa, sizi heyecanlı bir jestle savsaklamasının sevimliliğini ise görmeniz gerekirdi. Okuyacağınız mektuplar, Cöntürk’ün yaşamının son yıllarına, o dönemde, edebiyata ve özellikle de genç edebiyat heveslilerine yaklaşımına bir parça açıklık getiriyor.


Hüseyin Cöntürk’ün edebiyat tarihimizdeki yeri aşikar, kişisel tarihimdeki yeri ise bu mektuplarda saklı. Son sözüm ona, Cöntürk’e: Bana verdiğin isme sımsıkı sarıldım; aklıma her düşüşünde, ışıltısı hiç sönmeyen mavilerinin kibarından öperim…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir