Jared Cade – Agatha Christie’nin On Bir Kayıp Günü

3 Aralık 1926 günü bunalım içinde bir kadın gizemli bir şekilde, İngiltere’nin Berkshire kasabasındaki evinden kayboldu. Arabasının Surrey’de terk edilmiş olarak bulunması onun can güvenliğine ilişkin kaygılar duyulmasına yol açtı. Ve söz konusu kadın bir buçuk hafta sonra Yorkshire Harrogate’deki lüks bir otelde, gazetede kendisiyle ilgili olarak yapılmış uluslararası boyuttaki araştırmalara ilişkin haberleri okurken bulundu. Bu olağandışı davranış bir tür aymazlık, meydan okuma izlenimi uyandınyorduysa da, kocası hemen konuya açıklama getirerek eşinin geçici bir amnezi (bellek yitimi) yaşadığını ileri sürdü. Bu kadın Agatha Christie idi ve bu on bir kayıp günün etkisi yaşamının geri kalan kısmında sık sık etkisini gösterecekti. Kaybolduğu bu günler Agatha’nın yaşamında bir doruk noktasıydı; yazarın konuya ilişkin ısrarlı suskunluğu birçok karmaşık, anlaşılmaz soruyu da beraberinde getirmişti: Nasıl olur da fotoğrafını her gün gazetelerin ön sayfalarında gören biri, kendisinin İngiltere’nin en çok konuşulan kadını olduğunun farkına bile varmayabilirdi? Kaybolduğunda geride bıraktığı bir dizi mektubun önemi neydi? Kocasını onun daha önceden de kaybolma olasılığı konusunda açıklamaya iten ve bulunduktan sonra da polis araştırmalarının faturalarını ödemeye yönelten neden neydi? Her ne kadar bu kaybolma onun ününe ün kattıysa da Agatha’nın daha önceki yaşamına ilişkin hiçbir öykü bu kayboluşun gerisindeki olağanüstü koşulları tam olarak açıklamıyordu. Araştırmamın ilk aşamalarında yazarla ilgili olarak yazılan kitapların hemen hiçbirinde edebi eleştirilerden farklı, bu konuya açıklık getiren pek fazla bir şey olmadığını keşfettim. Tüm yazarlar Agatha’nın kısa dönemli geçici bir sinirsel bunalım geçirdiğine ve bu kayboluşla birlikte adının kötüye çıkmasının onu inzivaya sürüklediğinde birleşi yorlardı. İngiltere’de aktif araştırmaya dayanan yalnızca iki biyografi vardı ve Agatha’nın uzun yaşamını kaleme alan her iki yazar da onun yaşamındaki bu karanlık evreyi izleyen tanık bulmakta zorlandıklarını itiraf ediyorlardı. Gwen Robyns 1978 yılında ailenin izni olmadan yazdığı Agatha biyografisiyle ailenin resmi açıklamalarına adeta meydan okuyor, Janet Morgan ise 1984 yılında ailenin verdiği yetkiye dayanarak kaleme aldığı biyografide bu ünlü kişinin kay boluşuyla ilgili olarak, basını olayın üstüne gereğinden fazla gitmekle suçlayarak konuyu uygun bir şekilde perdeliyordu. Her iki yaşam öyküsü yazarının da birleştikleri nokta Agatha’nın bulunduktan sonra asla bu olayı konuşmadığıydı. Aslında bu yanlıştı. Agatha sonuçta kayboluşundan bahsetmişti ve suskunluğu bozmasındaki gerekçe de bu konuyu toplum önünde tekrar tekrar konuşmamasının nedenleri kadar öğreticiydi. Konuya olan merakım gereği yaptığım incelemelerde yazarın yaşamındaki bu en ünlü olaya ilişkin tüm açıklamalarda birçok açıdan inanılır olamayacak kadar fazla uyumsuzluk olduğu izlenimine kapıldım. Yolculuğu yeniden gözden geçirmem, bu olayın kendisi nin ve daha sonra birçok teorisyenin belirttiği koşullarda gerçekleşmiş olamayacağını kanıtladı.


Öyleyse gerçek neydi ne olmuştu? Henüz çözümlenememiş birçok sorudan kaynaklanan merakla kamçılanarak kendi tuhaf gerçek yaşam öyküsünü bir gizeme dönüştüren bu inzivaya çekilmiş yazar hakkında daha fazla bilgi edinmek üzere İngiltere’de bir keşif yolculuğuna çıktım. Agatha küçük bir çocukken Alis Harikalar Diyarı’nda ve Şef af Aynanın Ötesi adlı kitaplara hayranlık duyuyordu, ama ailesi ve diğer ilgililerin kaybolmanın hemen ardından sergiledikleri olaym üstünü örtme girişimleri Lewis Carroll’un yazabileceğinden daha tutarsız, inanılmaz bir durum yaratılmak istendiğini açıkça ortaya koyuyordu. Christie ailesinin açıklamaları sayısız soruyu yanıtsız ve düzinelerce sorunun sonucunu açık bırakıyordu. Örneğin kayboluşu sırasında kendisi için yarattığı kimliğin önemi neydi ve basın neden açıkça bunun üzerinde durulması gereken bir kurgulama olduğuna işaret ediyordu? Banka hesapları polis tarafından kontrole alınmış olduğuna göre bu sürede parasal açıdan geçimini nasıl sağlamıştı? Kayboluşundan üç yıl sonra kitaplarından birinin ön sayfasında bir arkadaşına yazdığı ithafın merak uyandıran anlamı neydi? Bu ve diğer soruların yanıtlarını keşfetmeye çalıştığım yolculuğum bir Agatha labirentinde yol bulmaya çalışmaktan farksızdı, ama yine de bu kayboluşa ilişkin birinci elden bilgisi olan birçok insana ulaşıp konuşmayı başardım. Gerçeğin ortaya çıkması Agatha’nın yaşamı boyunca etrafına ördüğü suskunluk duvarlarının zamanla kaçınılmaz bir şekilde zayıflaması ve yazarın kendisinin ölümünden on yıl sonra unutulmuş olacağına ilişkin beklentilerinin doğru çıkmaması sayesinde ulaşabildiğim kusursuz bir kaynağın desteğiyle gerçekleşti. Nan Watts, Agatha’nın eniştesinin kızkardeşi ve yaşam boyu en iyi arkadaşıydı. Nan’in kızı ve damadı, Judith ile Graham Gardner, kayboluşa ilişkin gerçeği ve Agatha’nın kişisel yaşamıyla ilgili şimdiye dek açıklanmamış diğer ayrıntıları doğruladılar. Judith ve Graham, Agatha’yı çok yakından tanıyorlardı ve bu ikilinin ona ilişkin bilgileri seksen beş yıllık bir süreyi kapsıyordu. Bana güvenmelerinin, fotoğraf albümlerini açmalarının, özel mektuplannı göstermelerinin nedeni, Agatha’nın yazdığı her şeyi okumuş olmamdı, çünkü onlar, “Agatha’ya ulaşmanın kısa yolu yoktur. Kitaplarını okumalısınız,” diyorlardı. Onlarca yıllar süren sessizliği bozdular ve Agatha’nın ailesinin Watts cephesiyle olan ilişkilerinin Agatha hayranlarının görüşlerine sunulmasını uygun buldular. Agatha’nın birçok hayranı gibi ben de onlara bu konuda çok büyük bir şükran borçluyum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir