Michael Löwy – Franz Kafka, Boyun Eğmeyen Hayalperest

Kafka’ya dair hâlâ yeni bir şey söylenebilir mi? Bu kitabın bu konuda bir iddiası vardır. Gerçekten de bence Kafka’nın eserinin büyüleyici itaatsizlik gücünü açıklamak için farklı bir gözle bakmanın vakti gelmiştir. Walter Benjamin Kafka üzerine ünlü denemesinde (ne yazık ki pek dikkate alınmayan) bir uyarıda bulunuyordu: “Kafka’nın yazılarında ihtiyatla, sakınılma, kuşkuyla, el yordamıyla ilerlemek gerekir.”[1] İleriki saptamalar ihtiyatla ve el yordamıyla adım adım yürüme olarak, doğrulanması gereken bir çalışma hipotezi olarak, bir sonraki araştırmalar için olası çıkış noktası olarak kabul edilmelidir. Kafka üzerine yorumlar, sürekli büyümekte olan bir belge yığını halinde, hem karmakarışık dilleri nedeniyle hem de sonsuz açıdan ele alma teşebbüsüyle zaman içerisinde bir Babil kulesi biçimini ve havasını almıştır. En ilginç Kafka okumalarının genellikle kadınlardan gelmiş olması bir tesadüf müdür? Hannah Arendt, Marthe Robert, Rosemarie Ferenczi ve Marina Cavarocci-Arbib gibi kadın yazarlar’ı anmak gerekir. Onların çalışmaları, Kafka üzerine “ikincil literatür”ün önemli bir bölümünün oldukça tekdüze ve belli belirsiz yığınından belirgin bir şekilde ayrılmaktadır. Ben onların analizleriyle her zaman hemfikir olmasam da, kendi düşüncelerimi bir başka yönde geliştirmek için onların kimi katkılarından geniş ölçüde destek gördüm. Praglı yazar üzerine çalışmaların çoğu altı büyük akımda sınıflandırılabilir: 1. “Bağlam”ı gözardı ederek kasıtlı olarak metinle sınırlı kalan dar anlamda edebi okumalar;[2] 2. Biyografik, psikolojik ve psikanalitik okumalar; 3. Teolojik, metafizik ve dinsel okumalar; 4. Yahudi kimliği açısından yapılan okumalar; 5. Sosyo-politik okumalar; 6. Kafka’nın yazılarının anlamının “karar verilemez” olduğu sonucuna genellikle varan postmodern okumalar.


Bu yorumların her biri aynı önemde değildir: Kimilerinde önemli sezgiler olsa da birçoğu edebiyat eserini önceden oluşmuş bir modele indirgemeye çalışmakta ve durumlarla kişileri bir iletinin sembol ya da alegorileri olarak yorumlamaktadır. Ayrıca, bu bolca ikincil literatür üretimi, son yıllarda yaygınlaşmakta olan yeni bir çalışma alanına eklemlenmektedir: Üçüncül literatür, yani Praglı yazarın eserinin çeşitli yorumlarının incelenmesi.[3] Dördüncü bir edebiyat ne zaman ortaya çıkacaktır? Denemesinin bilinen bir diğer bölümünde Walter Benjamin, Kafka’yı kaçınılmaz olarak ıskalamanın iki biçimi olduğunu saptar: Doğal yaklaşım ve doğaüstü yaklaşım. Başka deyişle, psikanalitik okumalar ile teolojik yorumlar. Bu saptama bana son derece doğru gelmektedir. Bu iki boyut eserde elbette mevcuttur ama bunlar terimin diyalektik anlamıyla aufgehoben’dir: yadsınan- korunan-aşılan. Örneğin Oidipusçu boyut –babayla şiddetli çatışma– Kafka’nın yazılarında açıkça mevcuttur, ama onun bütün sanatı genel olarak otorite sorusunun sorulduğu hayali bir evrende bu psikolojik boyutu aşmak üzerinedir. Bu durum Yahudilik için de geçerlidir: Yahudi sorunu temel bir çıkış noktasıdır ve evrensel bir sorunsal içinde aynı ölçüde “yadsınmış-korunmuş”tur. Marthe Robert’in gözlemlediği gibi, “görünmez duvarlı bir getto”ya kapanmış olan Praglı Yahudilerin durumu Kafka’nın eserinde –özellikle ölümünden sonra yayımlanan üç romanında– “son derece daha genel bir durumun şeması”[4] olur. Teolojik momente gelince, kuşkusuz bu da vardır, ama göstermeye çalışacağım gibi dolaylı ve “negatif” biçimde. Geriye özellikle edebi okuma kalır. Kafka’nın yalnızca edebiyat için yaşadığı aşikârdır: Edebiyat onun takıntısı, varlık nedeni ve cankurtaran simidiydi. Düşkün bir dünyaya cevabıdır edebiyat. Günlük ve Mektuplar’ı okuduğunda aşikâr olan bu saptamadan yola çıkan birçok yorumcu, edebiyatı onun yazılarının konusu, içeriği, örgüsü yaparak; bu eserleri de karşılıklı olarak birbirlerinde sonsuza dek yansıyan bir ayna oyunu içinde, edebi eserden yola çıkarak hazırlanmış bir tür alegori haline getirerek tuzağa düşmüşlerdir. Oysa, bu çıkarsama yanıltıcıdır.

Musil de kendi eserine kafayı takmıştı, ama bu eserin konusu edebiyat değildir ve Kakanya yazılarının bir alegorisi değildir. Kafka’nın romanlarının kozu yazı olarak yazı değildir, birey ile dünya arasındaki ilişkidir. Kuşkusuz ki, herhangi bir hikâyenin konusu edebi eserin kendisi olabilir; Marthe Robert’in Seul comme Kafka adlı eserindeki parlak kanıtlamasıyla, Bir Aile Reisinin Kaygıları adlı ünlü meseldeki “Odradek” figürü çok muhtemelen buna örnektir. Ama bu okuma şifresini roman ve yazılarının bütününe uygulama isteği boşuna olur. İkincil literatürün Kafka’nın eserine ölçüsüzce uzanmasını dikkate aldığımızda, bu kapalı piramide niçin bir tuğla daha ekleyelim? Benim katkım daha ziyade “sosyo-politik” akım içinde yer alır, ama babaya karşı isyanı, (heterodoks Yahudi esinli) özgürlük dinini ve bürokratik aygıtların ölümcül iktidarına (liberter esinli) karşı çıkışı birbirine bağlamayı sağlayan bir ipucu sayesinde –antiotoritarizm– diğer düzeyleri de birbirine eklemlemeye çalışıyorum. Benjamin 1929 yılında gerçeküstücülük üzerine makalesinde şunu yazıyordu: “Bakunin’den bu yana Avrupa’da radikal bir özgürlük fikri eksiktir. Bu fikir gerçeküstücülerde görülür.” Bu cümle Franz Kafka’ya kesin olarak uygulanır. Ben bu ipucunu kronolojik sıraya göre takip etmeye çalışacağım ve genellikle ihmal edilen bazı biyografik verilerden, özellikle Kafka’nın Praglı anarşist çevrelerle ilişkilerinden yola çıkarak tamamlanmamış üç büyük romanı ve en önemli öykülerden birkaçını analiz edeceğim. Mektuplar ve Günlük’ün fragmanlarını, mesel ve öğelerini de, eserin bütününü dikkate almadan, büyük edebi metinleri aydınlatmak için kullanacağım: Dolayısıyla Kafka’nın ilk yazıları –1912 öncesi– ile son yazılarını –Josefine ya da Fare Ulusu, Bir Köpeğin Araştırmaları, vs.– yorumlamaya çalışmadım. Dolayısıyla bu metinlerin, keza bir miktar mesel, aforizma ve fragmanın benim hipotez alanıma girip girmediğini de söyleyemem. Kafkaesk labirentteki “Ariadne ipi”nin, yani özgürlük arzusunun rehberliğine kendimi bıraktığım bu Kafka okumasının yeni olduğunu iler sürerek haddimi aştığımı sanmıyorum. En azından ikincil literatürde benzerini bulamadığımı söyleyebilirim. Kimi yorumlarda daha ziyade bazı yönlere, fragman, sezgi ve bölümlere rastladım.

Bunları kimi zaman bağlamlarından kopartarak, kendi argümantasyonumu desteklemek için alıntıladığımı da itiraf etmeliyim. Ama bir elektrik akımı gibi Kafka’nın eserini kat eden anti-otoriter tutku açısından bu eserin sistematik analizine hiçbir yerde rastlanmıyor. Bu okuma şifresi sayesinde puzzle’ın parçaları yerli yerini bulacak ve Kafka’nın bellibaşlı yazıları da çok büyük bir tutarlılık işareti altında ortaya çıkacak gibidir. Elbette ki doktriner bir tutarlılık değil, duyarlılık tutarlılığıdır sözü edilen. Bu yorumlamanın eksiksiz olduğu elbette iddia edilmemektedir. Daha ziyade, Kafka’nın eserinin – çoğu zaman üstü örtülen– son derece eleştirel ve yıkıcı boyutunu ortaya koyma yönünde bir deneme, bir teşebbüs söz konusudur. Bu, üzerinde hemfikir olunan bir okuma asla değildir ve Kafka üzerine edebiyat eleştirisinin alışıldık kanon’undan ayrıldığından tartışma yaratmaktan kurtulamayacaktır. Benim çabam Walter Benjamin’in, yalnızca 1934 tarihli Kafka üzerine denemesinin değil, aynı zamanda ve özellikle 1940 tarihli Tarih Kavramı Üzerine tezlerinin de izini güçlü biçimde taşımaktadır. Bu son metinde tarihçiye şu buyruğu yöneltir: “Her dönemde geleneği ele geçirmeye çalışan konformizmden bu geleneği ayırmaya çabalamak gerekir.” (Tez VI). Bu kitabın bu amaca küçük bir katkı olması istenmektedir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir