Çocuklar, göremeyeceğimiz bir zamana gönderdiğimiz canlı mesajlardır. Biyolojik açıdan herhangi bir kültürün kendisini yeniden üretme gereksinimini unutması tasavvur edilemez. Fakat bir kültürün toplumsal açıdan çocukluk ϐikrine sahip olmaksızın var olması oldukça muhtemeldir. Bebekliğin tersine çocukluk, biyolojik bir kategori değil, toplumsal bir kurgudur. Genlerimiz, çocuğun ne olduğu ya da olmadığına ilişkin açık talimatlar içermemektedir ve var kalmanın (beka) yasaları, yetişkinin ile çocuğun dünyaları arasında bir ayrım yapılmasını gerektirmemektedir. Aslında “çocuklar” sözcüğünü, özel bakım ve koruma biçimleri gerektiren, diyelim yedi ve on yedi yaşlar arası dönemde olan özel bir insan grubunu belirtmek için kullanırsak, o zaman çocukların dört yüzyıl kadar var olduklarına ilişkin bol miktarda kanıt olacaktır. Gerçekte “çocuklar” sözcüğünü ortalama bir Amerikalının onu anladığı biçimde tam anlamıyla kullanırsak, çocukluk olgusunun yüz elli yıldan daha eski bir tarihe sahip olmadığı görülecektir. Küçük bir örnek ele alalım: Amerika’da çocukların doğum gününü kutlama âdeti, on sekizinci yüzyılın büyük bölümünde olmamıştır {1} ve gerçekte herhangi bir biçimde çocukluk çağının kesin işaretleri, iki yüzyıldan daha eski olmayan yeni bir kültürel alışkanlıktır. {2} Daha önemli bir örnek ele alalım: 1890’ların sonlarına kadar Amerikan liseleri, 14-17 yaş arası nüfusun sadece %7’sini kaydetmiştir. {3} Kalan diğer %93 oranındaki çocuklar, yetişkin emek gücü olarak, gün doğumundan batınıma kadar büyük şehirlerimizde çalışmışlardır. Fakat başlangıçta toplumsal olguları toplumsal ϐikirler ile karıştırmamalıyız. Çocukluk ϐikri, Rönesans’ın büyük icatlarından biridir. Belki de en insani olanıdır. Bilim, ulus-devlet ve dinsel özgürlük ile birlikte hem toplumsal bir yapı hem de psikolojik bir koşul olarak çocukluk, on altıncı yüzyıl esnasında oluşmuş ya da ortaya çıkmış ve günümüze kadar inceltilmiş ve desteklenmiştir. Fakat tüm toplumsal kurgular gibi çocukluğun da süregelen varlığı, kaçınılmaz değildir. Aslında, bu kitabın ana teması, çocukluk ϐikrinin göz kamaştırıcı bir hızla yittiği gözlemine dayanmaktadır. Kitabın ileriki sayfalarındaki görevimin bir kısmı, çoğu okuyucunun çok fazla ikna olmaya gerek duymayacakları kuşkusunu taşımama rağmen, bunun böyle olduğuna ilişkin kanıtları göstermektir. Çocukluğun yok oluşu konusu üzerine her nerede konuştuysam ve her ne zaman yazdıysam, izleyiciler ve okuyucular, sadece konuyu tartışmakla kalmadılar, fakat istekli biçimde bana konuyla ilgili kendi yaşantılarından örnekler de verdiler. Çocukluk ile yetişkinlik arasındaki ayırıcı çizginin hızla aşındığına ilişkin gözlem, konuya dikkat gösteren kişiler arasında da yeterince yaygındır ve hatta konuya dikkat etmeyenlerin bile kuşkuları vardır, Çok iyi anlaşılmayan nokta, çocukluğun ilk planda nereden kaynaklandığı ve niçin yok olduğudur. Bu sorulara bazı anlaşılır yanıtlarımızın olduğuna inanıyorum. Bu yanıtların çoğu, genelde iletişim medyasının toplumsallaşma sürecini nasıl etkilediği, özelde de matbaa makinesinin çocukluğu nasıl yarattığı ve elektronik medyanın da çocukluğu ortadan nasıl kaldırdığına ilişkin bir dizi varsayımlardan türetildi. Diğer bir deyişle, yazdığım şeyi anlamlandırırken, bu kitabın asıl katkısı, çocukluğun yittiği iddiasında değil, çocukluk gibi bir şeyin neden oluşturulması gerektiğine ilişkin teoride yatmaktadır. Bu yüzden kitap, iki ana kısma ayrılmaktadır. I. Kısım, çocukluk ϐikrinin nereden kaynaklandığını göstermeye çalışmaktadır. Yani bu bölümde özgül olarak, ilk planda çocukluğu gereksiz kılan iletişim koşullarının neler olduğu ve daha sonra çocukluğun var olmasını nasıl da kaçınılmaz kıldığını göstereceğiz. II. Kısım ise bizi, modern zamanlara götürmekte ve Gutenberg’in dünyasından Samuel Morse’un dünyasına kadar olan değişim, çocukluğu, desteklenmesi ya da korunması güç olan ve aslında uygun olmayan toplumsal bir yapı haline nasıl getirdiğini göstermeye çalışmaktadır.
Neil Postman – Çocukluğun Yokoluşu
PDF Kitap İndir |