Pierre Bourdieu – Televizyon Üzerine

Collège de France’ta verilen bir dersin alışılmış izleyicilerinin sınırları dışına çıkmayı denemek üzere, bu iki dersi televizyona taşımayı yeğledim. Gerçekten de, televizyonun, hızlı bir şekilde betimlemeye uğraştığım -derinlemesine ve sistematik bir çözümleme çok daha fazla zaman gerektirirdi- farklı mekanizmaları boyunca, kültürel üretimin farklı kürelerini, sanatı, edebiyatı, bilimi, felsefeyi, hukuku, çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bıraktığını düşünmekteyim; hattâ, sorumluluklarının bilincini en fazla duyan gazetecilerin, hiç şüphesiz büyük bir iyi niyetle, düşündüklerinin ve söylediklerinin tersine, onun siyasal yaşamı ve demokrasiyi de hiç de daha az olmayan bir tehlikeye maruz bıraktığını sanıyorum. Televizyonun, en geniş izleyici kitlesine erişme gayretiyle ve basının bir bölümünü de peşine takarak, yabancı düşmanı ve ırkçı söz ve eylem suçlularına sağladığı imkânları çözümlemek ya da siyasetin, haydi milliyetçi demeyelim ama, güdük ve güdükçe milliyetçi bir görüsüne [vizyon] her gün vermekte olduğu ödünleri göstermek suretiyle, bunun kanıtlarını rahatça ortaya koyabilirdim. Ve benim öncelikle Fransa’ya özgü özellikleri ortaya koyduğumdan kuşkulanacak olanlara da. Amerikan televizyonunun bin türlü hastalığı arasından, O. J. Simpson davasının medyada ele alınışını ya da, daha yakınlarda, sıradan bir cinayetin, denetlenebilmez ve zincirleme yargısal sonuçlara yol açma pahasına “cinsel suç” olarak kurgulanışını anımsatacağım. Ama izleyici sayısını arttırmak uğruna girişilen sınırsız rekabetin yol açtığı tehlikelerin en mükemmel örneğini, hiç şüphesiz, Yunanistan ile Türkiye arasında yakınlarda patlak veren bir olay oluşturmaktadır: küçücük ıssız bir adacık olan Kardak kayalıkları dolayısıyla bir özel televizyon kanalının yükselttiği savaş çığlıkları ve seferberlik çağrıları üzerine, Yunanistan’ın özel radyo ve televizyonları, günlük gazetelerin eşliğinde, milliyetçi bir çılgınlık mezatına giriştiler; aynı izlenme-oranı [audimat/rating] rekabetinin mantığıyla sürüklenen Türk televizyon ve gazeteleri de kavgaya katıldılar. Yunan askerleri adacığa çıkarma yaptı, donanmalar harekete geçti ve savaş kıl payıyla önlendi. Türkiye ve Yunanistan’da, ama aynı zamanda eski Yugoslavya, Fransa ya da başka yerlerde gözlenen yabancı düşmanlığı ve milliyetçilik patlamalarındaki yeniliğin özü, belki de modern iletişim araçlarının, bugün, bu ilkel tutkuları sonuna kadar sömürme imkânlarını sağlamalarında yatmaktadır. * Bu metin, 18 Mart 1996 tarihinde, Collège de France’ta verilen bir dizi dersin, yeniden gözden geçirilip düzeltilmiş halidir; söz konusu dersler Mayıs 1996’da Paris Première kanalınca yayınlanmıştır (‘Televizyon Üzerine” ve “Gazetecilik Alanı ve Televizyon”, Collège de France – CNRS görsel-işitsel). Metne, bu derslerde işlenen konuları daha kesin çizgiler içinde ele alan bir makaleyi de ekledim (bu makale. Actes de la recherche en sciences sociales dergisinin televizyonun baskı gücünü konu alan bir sayısında, “Giriş” bölümü olarak çıkmıştır). Bir katkı olarak tasarlanmış olan bu derste kendime vermiş olduğum sözü tutmaya çalışmak için, herkesçe anlaşılabilecek tarzda konuşmaya zorladım kendimi. Bu da, birçok konularda, beni, sadeleştirmelere ya da yaklaşık ifadelere başvurmaya zorladı.


Esas olanı, yani söylemi ön (ilk) plana koymak için, genellikle televizyonda uygulanan şeyden farklı olarak (ya da onun tersine), yapımcıyla anlaşarak, kadraj ve çekimde her türlü biçimsel arayıştan kaçınmayı ve görüntülerden -yayın örnekleri, belgelerin fotokopileri, istatistikler, vb.- vaz geçmeyi yeğledim; bunlar, çok değerli bir zamana malolacakları gibi, hiç şüphesiz, belgeleyici ve kanıtlayıcı olmak ereğindeki bir konuşmanın doğal çizgisini de bozacaklardı. Çözümlemenin konusunu oluşturan sıradan televizyon ile bu program arasındaki karşıtlık, çözümsel ve eleştirel söylemin, buyurgan olduğu söylenen bir dersin bilgiç ve ağır, didaktik ve dogmatik görüntüsü altında bile olsa, özerkliğini olumlamanın bir yolu olarak özellikle arzu edilmişti: televizyon setlerinden yavaş yavaş dışlanmakta olan tane tane dile getirilmiş bir söylem -söylendiğine göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde, televizyondaki siyasal tartışmalarda kurallar, konuşmaların yedi saniyeyi geçmemesini öngörmekteymiş- gerçekten de kullanılmaya karşı direnmenin ve düşünce özgürlüğünü olumlamanın en emin yollarından biri olarak kalmaya devam etmektedir. Söylem aracılığıyla eleştirinin alanına çekilirken, bunun bir ehveni şerden, Tout va bien, Ici et ailleurs ya da Comment ça va’da-ki Jean-Luc Godard’dan Pierre Carles’a kadar, şurada burada görüldüğü şekliyle, imgeye imge aracılığıyla yöneltilecek gerçek bir eleştirinin olabileceğinden daha az etkili ve eğlendirici bir yedekten başka bir şey olmayacağının bilincindeyim. Yaptığım şeyin, “kendi iletişim yasalarının bağımsızlığı” için mücadeleye kararlı bütün görüntü profesyonellerinin değişmez kavgasının uzantısında ve devamında yer aldığının da bilincindeyim, özellikle de görüntüler üzerindeki eleştirel düşünümlemenin [réflexion]; burada bir kez daha anacağım Jean-Luc Godard, Joseph Kraft’ın bir fotoğrafı ve bu fotoğrafın kullanılış biçimlerine ilişkin çözümlemesiyle bu düşünümlemenin mükemmel bir örneğini vermektedir. Ve sinemacının önerdiği programı ben de kendi hesabıma benimseyebilirdim: “Bu çalışma, görüntüler ve sesler üzerinde ve bunların ilişkileri üzerinde siyasal yönden [ben, sosyolojik yönden derdim] kendi kendini sorgulamaya başlamaktı. Artık şöyle dememekti: ‘Bu, doğru bir görüntüdür’, ama şunu söylemekti: ‘Bu, yalnızca bir görüntüdür’; bir daha şunu söylememekti: ‘Bu, at sırtındaki Kuzeyli bir subaydır’, ama şöyle demekti: ‘Bu, bir at ve bir subay görüntüsüdür’.” Fazlaca hayale kapılmaksızın, çözümlemelerimin gazetecilere ve televizyona karşı, Télé-Sorbonne tarzı bir kültür televizyonuna beslenen kim bilir hangi geçmişçi nostaljinin ya da televizyonun, her şeye rağmen, örneğin bazı röportaj programları aracılığıyla taşıyabileceği bütün şeylere karşı, aynı ölçüde tepkisel ve geriye dönük bir inkârın esinlendirdiği “saldırılar” olarak kabul edilmemesini temenni edebilirim. Bu çözümlemelerin, kendi kendine sahte bir eleştiri yöneltmeye fazlasıyla yatkın olan bir gazetecilik âlemindeki Narsisçe hoşnutluğu beslemekten başka bir şeye yaramayacağından endişe etmek için her türlü nedene sahipsem de; doğrudan demokrasi açısından olağanüstü bir araç haline gelebilecek olan şeyin bir simgesel baskı aracına dönüşmemesi için, bizatihi görüntünün meslekleri içinde kavga veren herkese, alet ya da silah sağlamaya katkıda bulunabileceklerini umuyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir