Salahi Sonyel – Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı

Türk tarihinin en tehlikeli ve en parlak dönemini oluşturan Kurtuluş Savaşı’nın eşsiz önderi Mustafa Kemal [Atatürk]’le çok eleştirilen son Osmanlı Padişahı VI. Mehmet Vahdettin hakkında çeşitli dillerde birçok eserler yayımlanmıştır ve hâlâ yayınlanmaktadır. Bu yapıtlara ek olarak, o dönemde Türkiye ile ilgilenen veya ilişkileri olan kimi devletlerin arşivlerinde birçok belgeler vardır. Bu kaynaklar yavaşça gün ışığına çıkmaya başlamıştır. Bu kaynaklardan inceleme fırsatını bulmuş olduğum ve önemli gördüğüm belgeler hakkında ‘Kaynaklar’ bölümünde ve dipnotlarda ayrıntılı bilgi verilmektedir. Bu eser ve kaynakların birçoğunda, Mustafa Kemal ve Vahdettin’in o günlerdeki tutumları, görüşleri ve faaliyetleri hakkında bilgi verilmekte ve özellikle Vahdettin’in kendi yurduna ve ulusuna ihanet edip etmediği konusu ortaya çıkmaktadır. Son günlerde, Türkiye’de de bu konuda kısa süren bir tartışma olmuştu. Emekli Başbakanlardan Bülent Ecevit, Zaman gazetesi yazarlarından Ömer Şahin’le yapmış olduğu ve gazetenin 16 Temmuz 2005 günlü sayısında yayımlanan söyleşi sırasında, Vahdettin’in ‘hain olmadığı’ görüşünü öne sürmüş; bu görüşü, 17 Temmuz 2005 günlü Hürriyet gazetesinde de yinelemişti. Bunun üzerine, Turgut Özakman, 19 Temmuz 2005 günlü Cumhuriyet gazetesinde, ‘Vahdettin ne yazık ki haindi’ başlığı altındaki yazısında Ecevit’i eleştirmiş; Vahdettin’in ‘hain’ olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı. Kendi görüşümce, Türkiye’nin bugün karşılaşmakta olduğu birçok sorunlar varken, tarihe gömülmüş olan eski sorunları kurcalamanın Türk ulusuna yarar getirip getirmeyeceği tartışma konusu olabilir. Ancak, genç kuşakların kendi tarihlerini iyice bilmeleri gerektiğini düşünerek ve ‘Vahdettin hain miydi?’ sorusuna, okuyucunun kendisinin karar verebilmesine biraz da olsa yardımcı olmak amacıyla bu yapıtı hazırlamış bulunuyorum. Bu arada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin de Bağlaşıklar’dan (İngiltere, Fransa ve İtalya) yana dünya savaşına girmesi üzerine, her yanda, Merkez Devletleri (Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Türkiye) geri çekilmeye başlamışlardı. Savaş boyunca korkunç yoksulluk içinde yurtları için canlarını feda eden Türk erleri de bu duruma dayanamayarak geri çekilmeye başlamışlardı. Bu nedenle, erkteki İttihat ve Terakki Partisi, bir bırakışma sağlamak amacıyla Bağlaşıklar’a başvurmak zorunda kalmıştı. Daha önce de Sadrazam Mehmet Talat Paşa, Bağlaşık Devletler’in barış koşullarını öğrenmek amacıyla Avrupa’ya ajanlar göndermişti.


Osmanlı yetkilileri, Bağlaşıklar, erken barış yapılmasını kabullenirse, onlara, tüm dikkatlerini Almanya ile Avusturya üzerinde toplama fırsatının verilmiş olacağına; barış koşullarının sadece savaşı durdurma konusunu kapsayacağına ve Osmanlı yönetimiyle ordusunun olduğu gibi kalacağına inanıyorlardı. 1 İngiltere ile Fransa onların bu koşullarını kabullenmeyince; ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 14 ilkesine dayanarak selfdeterminasyon (kendi yazgısını saptama) hakkı sağlayabilir ümidiyle Wilson’un arabuluculuğuna başvurmayı düşünmüşlerdi, çünkü onun, bağlaşıklarından daha az arsız ve daha onurlu olacağını sanmışlar, ama hata etmişlerdi. Vahdettin, 4 Ekim 1918’de, ajanı Rüştü Bey’i, İsviçre’nin başkenti Bern’de bulunan ve daha sonra İngiliz Yüksek Komiseri olarak İstanbul’a atanacak olan elçi Sir Horace Rumbold’la görüşmeye göndermiş; 3 şu barış koşullarını gizlice öne sürmüştü: Osmanlı Devleti’yle ayrı barış yapılırsa; Almanya’ya karşı İngiltere ile ittifak kurulursa, Hicaz, Filistin ve Mezopotamya [Irak]’ya, Padişahın egemenliği altında, İngiltere’nin 1882’den beri uygulamakta olduğu sistem gibi yönetim gerçekleşirse; İngiltere, Mahmut Muhtar’ın önderliği altında, çoğu Osmanlı ordusundan kaçak olanlardan oluşan yeni bir ordunun kurulmasına yardımcı olacak; bu ordu, İngiliz güçleriyle birlikte İstanbul’a yürüyerek İttihat ve Terakki Partisi’ni erkten düşürecektir. Ondan sonra, Osmanlı illerinde İngiliz denetimi altında anayasa reformu yapılacaktır… Ayrıca, Osmanlı Devleti’ne karşı Arapları isyana sev-keden Haşimilere karşı tüm Arabistan’ı yönetimine almada Abdulaziz İbn-i Saud’la işbirliği yapacak; Türk-Bulgar hududu,1912’de olduğu gibi Osmanlılar lehinde düzeltilecek; Türkler, Anadolu sahillerine yakın Ege adalarına yeniden sahip olacaklardır’. 4 Sonuçta, Fransa ile İngiltere, Fransa’nın öne sürmüş olduğu ve İngiliz kabinesince de onaylanmış olan bırakışma koşulları üzerinde 11 Ekim’de anlaşmaya varmışlardı. Bu bırakışma koşulları, Padişahın sağlamayı ümit ettiği koşullardan daha sertti. Bu koşullara göre, bırakışmaya ek olarak Osmanlı ordusu terhis edilecek; işgal ettiği tüm bölgeleri boşaltacak; Boğazlar’ı Bağlaşıklar’ın gemilerine açacak; Arap illerinde ve Çukurova (Kilikya)’daki Osmanlı garnizonlarını Bağlaşıklar’a teslim edecek; Osmanlı askeri ve mülki hizmetindeki tüm Alman ve Avusturya’lı personeli Bağlaşıklar’ın güçlerine teslim edecek; Osmanlı ordusunun tüm silah, teknik, ulatışım örgütlerine ve levazım sistemine sahip çıkacak ve bütün Osmanlı askeri davranışlarını denetimi altına alacaktı. Ayrıca, Türk limanları ve gemi onarım sistemi Bağlaşıklar’ın filolarına devredilecek; Bağlaşık ordusu, To-ros tünellerini ele geçirecekti. 5 Bu koşullar, daha sonra Mondros’ta yapılacak olan bırakışma görüşmelerinde öne sürülecekti. 6 1916’da Küt-ül Amara’da Türklerce tutsak edilmiş olan İngiliz Tümgenerali Charles Townshend’in de arabuluculuğu ile, İngiliz Akdeniz Filosu Başkomutanı Koramiral Arthur Gough Calthorpe, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya 22 Ekim 1918’de gönderdiği yazıda, bırakışma koşullarını kendisiyle görüşme yetkisi olduğunu; dolayısıyla, Midilli [Limni] adasındaki Mondros’a bir kurul göndermesini bildirmişti. Padişah Vahdettin, Mondros’a gidecek olan kurula kayın biraderi Damat Mehmet Ferit’in başkanlık etmesini istiyordu. Ferit, Londra’daki Osmanlı Büyükelçiliğinde sekreterlik yapmıştı ve İttihat ve Terakki Partisi’nin muhalifi Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin önderi olarak biliniyordu. Sadrazam İzzet Paşa, Padişahın bu istemini ‘çılgınlık’ olarak nitelemişti; ama Padişah isteminde direnmiş ve Ferit’in, Ayan Meclisi’nde İzzet Paşa’yla görüşmesini önermiş; 1 ama İzzet Paşa, kabineye danıştıktan sonra Damat Ferit’i bu göreve getirmeye karşı çıkmış; bırakışma kurulunun başkanlığına Deniz Bakanı Hüseyin Rauf’u atamıştı. Padişah bu atanmayı kırgınlıkla kabullenmiş; ama, kurula verilecek olan yönergelerde Halifelik, Sultanlık ve Osmanlı hanedanının haklarının büsbütün güvence altına alınması ve herhangi bir Osmanlı iline özerklik verilirse, bunun siyasi değil, yönetsel (idari) olmasının serdedilmesi koşulunu öne sürmüştü. İzzet Paşa’ya göre, Padişahın öne sürmüş olduğu koşulların bırakışma ile hiçbir ilgisi yoktu.

Ancak, Padişah, savaş yenilgisinin yaratmış olduğu kargaşa içinde Osmanlı hanedanlığı ve kuruluşlarının sönüp gitmesi olasılığından kaygılanıyordu ve bu da, kendi tahtını kurtarmaktan başka birşeye önem vermediğini gösteriyordu. Bu arada, 27 Ekim’de başlayan ve oldukça çetin ve iddialı geçen Mondros görüşmelerinden sonra; 4 30 Ekim’de Osmanlı temsilcileri, İngiliz temsilcileriyle bırakışmayı imzalamış; Osmanlı Devleti’ne kısmen zorla kabul ettirilmiş olan teslim koşullarını uygulamayı kabullenmişlerdi. Türk görüşünce, bırakışmanın en kötü maddeleri veya daha sonra ihlalinden şikâyet edilenler şunlardı:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir