Jean-Jacques Rousseau – Melodi ve Müziksel Taklit ile İlişki İçinde Dillerin Kökeni Üstüne Deneme

Söz insanı öbür hayvanlardan ayırır: dil ulusları birbirlerinden ayırır; bir insanın nereli olduğu konuştuktan sonra anlaşılır. Kullanım ve gereksinim sonucu herkes ülkesinin dilini öğrenir; ama bu dilin başka bir ülkenin değil de o ülkenin dili olmasını sağlayan nedir? Bunu söyleyebilmek için yerele dayanan ve geleneklerin de öncesine giden bir tür nedene uzanmak gerekir: İlk toplumsal kurum olan söz, biçimini sadece doğal nedenlere borçludur. Bir insan başka biri tarafından hisseden, düşünen ve kendine benzeyen bir varlık olarak tanındığı anda ona kendi hislerini ve düşüncelerini iletme arzusu ya da gereksinimi, bunun araçlarını aramaya yöneltir. Bu araçlar, bir insanın başka bir insan üzerinde etkide bulunabilmesinin tek aletleri olan duyulardan çıkabilir sadece. İşte size düşünceyi anlatmak için kullanılan duyulur işaretlerin kuruluşu. Dili bulanlar bu akıl yürütmeyi yapmamışlardı ama içgüdü onlara bu sonucu esinledi. Başkasının duyuları üzerinde etkide bulunabildiğimiz genel araçlar iki tanedir, bunlar hareket ve sestir. Hareketin eylemi dokunma ile dolaysız ya da jest ile dolaylıdır; kolun uzunluğuyla sınırlı olan ilki uzaktan iletilemez, ama öbürü gözün uzanabildiği kadar uzağa erişir. Böylece sadece görme ve işitme dağınık haldeki insanlar arasındaki dilin edilgin organları olarak kalırlar. Jest dili de sesli dil de eşit derecede doğal olsalar da, ilki daha basittir ve uzlaşımlara daha az bağlıdır: çünkü kulağımıza çarpanlardan daha çok nesne gözümüze çarpar ve biçimler seslere göre daha çeşitlidir; aynı zamanda daha zengin anlatımlıdırlar ve daha az zamanda daha çok şey söylerler. Resim sanatını bulanın aşk olduğu söylenir. Sözü de bulmuş olabilirdi, ama daha az mutlu bir biçimde. Sözden pek az hoşnut olan aşk onu hor görür, kendisini ifade edecek daha zengin yolları vardır. Sevgilisinin gölgesini böylesine bir hazla resmeden, ona bir şeyler söylesin! [23] Fırçasının o hareketini dile getirmek için hangi sesleri kullanırdı? Jestlerimiz doğal tedirginliğimizden başka bir şeyi göstermez; benim sözünü etmek istediğim bunlar değil. Konuşurken el ve baş hareketleri yapanlar sadece Avrupalılardır: sanki dillerinin bütün gücü kollarındadır; buna bir de ciğerlerininkini eklerler ve bütün bunlar hiçbir işe yaramaz.


Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken, bedenini hırpalarken bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır, yarım ağızla iki sözcük söyler, ve onu bir vecize ile ezer geçer. Jestleri kullanmayı öğrendiğimizden beri pantomim sanatını unuttuk, aynı nedenle birçok güzel dilbilgisi yüzünden artık Mısırlıların simgelerini anlamıyoruz. Eskiler en canlı biçimde söylediklerini sözcüklerle değil işaretlerle anlatırlardı; söylemezler, gösterirlerdi. Eski tarihi açın, orada gözlere seslenerek tartışma yöntemlerinden çokça bulacaksınız, bunlar da, onların yerine koyabileceğimiz bütün söylemlerden daha kesin bir etki uyandırmaktan asla geri kalmazlar. Konuşmadan önce sunulan nesne hayal gücünü sarsar, merakı uyandırır, zihni kararsızlık içinde ve söylenecek şeyin beklentisinde tutar. Jestin her zaman söylemden önce geldiği İtalyanların ve Provence’lıların böylece kendilerini daha iyi, hatta daha büyük bir hazla dinletmenin yolunu bulduklarını gördüm. Ama en güçlü dil, işaretin konuşmadan önce her şeyi söylediği dildir. Tarquinius [24] , Thrasibulus [25] ekinlerin başlarını keserken, İskender [26] mührünü gözdesinin ağzına vururken, Diogenes Zenon’un önünde dolanırken, sözcüklerin ifade edebileceğinden daha iyi konuşmamışlar mıdır? Aynı düşünceleri hangi karmaşık sözcük dizisi bu kadar iyi anlatabilirdi? Ordusuyla İskit ülkesine giren Darius [27] , İskitlerin kralından bir kurbağa, bir kuş, bir fare ve beş ok alır: haberci armağanları sessizce bırakır ve ayrılır. Bu korkunç söylev anlaşılmıştır ve Darius’un bütün gücüyle ülkesini geri kazanmak için kaybedecek zamanı yoktur. Bu işaretlerin yerine bir mektubu koyun, ne kadar tehditkâr olursa korkutucu olmaktan o kadar uzak, Darius’u güldürmekten başka işe yaramayacak bir palavra olacaktır. Efrayim’li Levili [28] , karısının ölümünün öcünü almak istediğinde İsrail’in kabilelerine hiçbir şey yazmadı; kadının cesedini on iki parçaya böldü ve onlara gönderdi. Bu korkunç görüntü karşısında silahlarını kuşandılar ve hep bir ağızdan bağırdılar: İsrailoğulları Mısır’dan çıktığından beri böyle bir şey olmamış, görülmemiştir. Ve Benyamin’in kabilesi yok edildi [29] . Günümüzde övgülere, tartışmalara, belki şakalara dönüşmüş olan bu olay sürüncemede bırakılmış ve suçların bu en korkuncu sonunda cezasız kalmıştır. Tarladan dönen Kral Saul [30] de aynı biçimde sabanındaki öküzleri parçaladı ve İsrailoğullarını Yaveş kentinin yardımına koşturmak için benzer bir işaret kullandı.

Yahudilerin peygamberleri, Yunanlıların yasa koyucuları halka sık sık duyularına seslenen nesneler sunarak, uzun söylemlerden çok daha iyi bir biçimde bu nesnelerle onlara konuşurlardı; ve Athenaios’un bize aktardığı, hatip Hyperides’in kibar fahişe Phryne’yi [31] onu savunmak için tek bir sözcük bile etmeden bağışlatma biçimi bugün bile etkisi bütün çağlarda sık sık görülen sessiz bir belagattır. Benzer biçimde, kulaklara olduğundan daha iyi biçimde gözlere konuşulur: bu konuda Horatius’un [32] yargısındaki doğruluğu sezmeyen yoktur. En belagatlı söylemlerin de içlerinde en çok imge barındıran söylemler olduklarını, seslerin de hiçbir zaman renklerin etkisini yarattıklarındaki kadar güçlü olmadıklarını görürüz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir