John Fowles – Aristos (Yaşam Üzerine Notlar)

1,EVRENSEL DURUM Neredeyiz? Bu durum nedir? Bir efendisi var mıdır? Zaman içinde madde bize, hayatta kalarak kazandığımız hakla, iki karşıt ilke tarafından yönetilirmiş gibi gözükür: Yasa, ya da örgütleyici ilke ve Kaos, ya da dağıtıcı ilke. Bu ikisi, bizim için birisi ayırıcı ve inşa edici, ötekisi ise yıkıcı ve zarara yol açıcı bu iki ilke, sonsuz çatışma içindedirler. Bu çatışma varoluştur. Varolan her şey, varolarak ve varolan tek şey olmayarak, bireyselliğe sahiptir. Bilinen evren, kurucu öğelerinde ve yasalarında tek biçimlidir. Ondaki her şeyin ya da her bir bireysel şeyin, zaman içinde bir ölümü ve bir doğumu vardır. Bu doğum ve bu ölüm bireyselliğin alametleridir. Maddenin biçimleri sonludur, ama madde sonsuzdur. Biçim bir ölüm hükmüdür, madde öncesiz sonrasız yaşamdır. Bireysellik hem acının duyumu hem de haz duygusu için gereklidir. Acıların ve hazların her ikisi de bütünün tek bir amacına hizmet ederler: Maddenin sürgitmesi. Bütün acılar ve hazlar kısmen oldukları gibidirler, çünkü paylaşılmazlar; ve çünkü, bir bireyin işlevleri olduklarından, sona ererler. Yasa ve Kaos, varoluşa egemen olan iki süreç, bireye eş ölçüde kayıtsızdır. Kaos için. Yasa tahrip edicidir; Yasa için, Kaos.


Bireyi eş ölçüde yaratırlar, ona söz geçirirler ve onu yok ederler. Bir bütün olarak, hiçbir şey adaletten uzak değildir. Şu ya da bu bireye, talihsiz gelebilir. Bütünci*, herhangi tekil bir şeye ilgi gösteren hiçbir güç ya da tanrı olamaz, ama bütünle ilgilenen bir güç olabilir. Bütünün hiç gözdesi yoktur. DENİZ KAZASI VE SAL Salı üzerindeki insanlık. Sonsuz okyanus üzerindeki sal. Şu anki hoşnutsuzluğundan, geçmişte mutluyken feci bir deniz kazası olduğu sonucunu çıkarıyor insan; bir altın çağ, bir Cennet Bahçesi. Aynı zamanda ilerde bir yerde vaat edilmiş bir toprak, çatışmasız bir toprak olduğu sonucunu çıkarıyor. Bu arada, sefil bir halde en passage” bulunuyor; bu mit, dinsel inançtan daha derinde yatıyor. Salda yedi kişi var. Yaşamdaki iyi şeylerin ıstırabı uzatmaktan başka bir işe yaramayan aldatmacalar olduğunu düşünen kötümser; düsturu Carpe diem gününü gün et- olan ve salın en iyi bölümünü kendine ayırmak için elinden geleni yapan benmerkezci; vaat edilmiş toprağı görebilmek için hep dikkatle ufku tarayan iyimser; yolculuğun seyir defterini tutmak ve denizin, salın ve öteki kazazede arkadaşların durumunu kaydedecek yeterli şeyler bulan gözlemci; kendisini yadsıma ve başkalarına yardım etme ihtiyacını karşılamak için kendi gerekçesini bulan özgecil; denize atlayıp her şeye son vermeye, karşı çıkmaktan başka hiçbir şeye inanmayan Stoacı; ve son olarak, çocuk; bazılarının mükemmel bir ses perdesiyle doğmaları gibi, mükemmel bir cehaletle doğmuş olan çocuksonunda her ’ (Fr.) Geçiş halinde, (ç.n) şeyin açıklanacağına, kâbusun sona erip yeşil kıyının görüneceğine inanan, acınacak derecede her yerde karşımıza çıkan çocuk. Ama hiç deniz kazası olmadı; hiç vaat edilmiş toprak olmayacak.

Şayet ideal bir vaat edilmiş toprak, bir Kenan ili, olmuş olsaydı, insanlar için oturulmaz olurdu. İnsan bir fail arayıcısıdır. Kör bir rüzgârın içindeki bu oluş için, bir salın üzerindeki bu oluş için bir fail ararız; gizemli gücü, neden olanı, tanrıyı, varlığın ve yokluğun gizemli maskesinin ardındaki yüzü ararız. Bazıları kendi iyi tabiatlarından etkin bir tanrı yaparlar; iyi yürekli bir baba, nazik bir anne, bilge bir erkek kardeş, sevimli bir kız kardeş. Bazıları özniteliklerden etkin bir tanrı yaparlar: merhamet, ilgi ve adalet gibi arzu edilir insani öznitelikler. Bazıları kendi kötü tabiatlarından etkin bir tanrı yaparlar; sadist derecede zalim ya da son derece abes bir tanrı; gizlenen bir tanrı; savunmasız bireyin karanlılc sömürgeni; Tekvin 3:16-17’nin zehirli tiranı. Bu türler arasında, yani etkin bir iyi tanrıya gönülden inananlarla etkin bir kötü tanrıya gönülden inananlar arasında, büyük çoğunluk Pangloss ile Eyüb arasında kalan bir koyun sürüsü gibi yer değiştirip dalgalanır. Boş bir imgeye içten olmayan saygı gösterisinde bulunurlar; ya da hiçbir şeye inanmazlar. Bu yüzyılda Eyüb’e doğru sürüklenmişlerdir. Eğer etkin iyi bir tanrı varsa, 1914’den beri çok düşük ücretler ödemiştiî. Ancak insan yaşamak için bir neden gördükçe, başka bir neden de gizemli kaynaktan fışkırır. Böyle olması gerekir, çünkü o varolmayı sürdürür. Bu açıklanamaz su üslünde kalma yeteneği onu rahatsız eder. O varolur, ama suistimal edilir. İnsan sürekli bir eksikliktir, sonsuz bir yoksunluktur, bireysel şeylere görünüşte sonsuz bir kayıtsızlık içinde bulunan görünüşte sonsuz bir okyanusta sürüklenmektedir.

Belli belirsiz, başka salların başına gelen felaketleri görür, onun için üstlerinde başka insanlar olup olmadığını saptayamayacağı kadar uzak sallar, ama üstlerinde başka insanlar olmadığını varsayabileceği kadar da çok sayıda ve özdeş sallar. Hayatta kalmayı başarmış, ancak her zaman hayatta kalması kesin olmayan bir dünyada yaşar. Olan her şey hayatta kalmıştır, ama hayatla kalmayabilirdi de. Her dünya bir Nuh’un gemisidir ve her zaman öyle olacaktır. Salının, dünyasının, özellikle kayrılıp himaye edildiğini ileri süren eski mit şimdi gülünç gözükmektedir. İnsan çok uzak süper novalardan gelen mesajı görmüş ve anlamıştır; güneşin gitgide büyüyüp ısındığını ve dünyasının bir gün bir alevler okyanusunda beyaz-sıcak bir top olacağını bilir; ve güneşin hidrojen bombasının daha önce ölmüş bir gezegeni tamamen yakıp kavuracağını bilir. Bekleyen ve kullanılmaya amade başka hidrojen bombaları vardır. Önündeki manzara içeriye ve dışarıya doğru dehşet vericidir. Ancak insanlık, insanlık için tüm olanaklı durumların en iyisinde bulunmaktadır. Sizin için ya da benim için, şu ya da bu birey için; şu ya da bu çağ için; şu ya da bu dünya için en iyi olmayabilir. Bizim için olası en iyi durumdur, çünkü sonlu rastlantının sonsuz bir durumudur: yani, temel ilkesi her zaman rastlantı olacaktır, ama sınırlar içinde bir rastlantı. Sınırsız bir rastlantı Fiziksel yasaları olmayan bir evren olurdu: Yani, sürekli ve mutlak bir kaos. İstencini açığa vuran, bizi ‘duyan’, dualarımıza yanıt veren, gönül alıcı olan, basit insanların hayal etmekten hoşlandıkları türden bir tanrı arzu edilir bir tanrı olurdu: Böylesi bir tanrı bütün rastlantımızı, bütün amacımızı ve bütün mutluluğumuzu ortadan kaldırırdı. Rastlantı bizi rastlantı içinde yaşamaya koşullamıştır. Bütün hazlarımız ona bağlıdır.

Bir hazzı ayarlayıp onu merakla beklesem de, ondan aldığım nihai zevk gene de bir rastlantı meselesidir. Zamanın geçtiği her yerde, rastlantı vardır. Bir sonraki sayfayı çevirmeden ölebilirsiniz. Ben varım, ben var değildim, var olmayabilirdim, var olmayabilirim, var olmayacağım’dır. Anlam’a, amaca ve hazza sahip olabilmemiz için, içindeki her bireysel şeye kayıtsız olan bir bütün içinde yaşamamız zorunlu olmuştur, olmaktadır ve her zaman olacaktır; bu bütünün kayıtsızlığının kesin biçimi öyledir ki varoluşun süresi ve her bir bireysel şeyin varoluşu esnasındaki talih temel olarak, ama aynı zamanda koşulsuz olmamak üzere rastlantısaldır. Istırap, ölüm, felaket, talihsizlik, trajedi dediğimiz şeye özgürlüğün bedeli demeliyiz. Bu ıstıraplı özgürlüğe tek seçenek ıstırap çekmeyen bir özgürlüksüzlüktür. TANRI OYUNU Bir tanrı olduğunuzu hayal edin ve bir evrenin yasalarını koyun. İşte o zaman kendinizi Tanrısal Açmaz’da bulursunuz: İyi yöneticiler herkesi eşit biçimde ve adilâne yönetmelidir. Ancak hiçbir yönetim edimi, biri dışında, bütün farklı durumlarında, herkes için adil olamaz. Tanrısal Çözüm, yönetilenlerin yönetildik diyemeyeceği bir anlamda yönetmeden yönetmektir; yani, içinde, yönetilenlerin kendilerini yönetmek zorunda oldukları bir durum oluşturmaktır. Eğer bir yaratıcı olmuş olsaydı, ikinci edimi ortadan kaybolmak olurdu. Masanın üzerine zarları koyun ve odayı terk edin; ancak oyunculara odada hiç bulunmamış olduğunuz olanaklı gözüksün. İyi insan ve böylelikle de iyi evrensel yetişme, sabit sınırlar içinde, gelişme özgürlüğü ya da rastlantı verir. Bütün, firavunvari bir kozmos; piramitlere, bir araya toplanmalara, kölelere duyulan kör bir saplantı değildir.

Bizim piramidimizin tepe noktası yoktur; bir piramit değildir o. Bizler doruğu hiçbir zaman göremeyecek olan köleler değiliz, çünkü hiçbir doruk yoktur. Yaşam yüz yıl sonra şimdi olduğundan daha az kusurlu olabilir; ama ondan yüz yı! sonra daha da az kusurlu olacaktır. Mükemmelleşebilme anlamsızdır, çünkü sonsuz sürece nerede girersek girelim bir çeşit nostaljiyle geleceği bekleriz ve daha iyi bir çağı hayal ederiz. Mükemmelleşebilme aynı zamanda kötüdür, çünkü mükemmeliğin bir son durağı şimdinin bir kanserini doğurur. Mükemmelleşebilinirciler için, yarınki mükemmel sonlar bugünkü çok mükemmel olmayan araçları haklı kılar. Hiçliğe doğru inşa ederiz; sürekli inşa ederiz. Evrenimiz olası en iyi evrendir, çünkü hiçbir Vaat Edilmiş Toprak içeremez; bütün hayal ettiklerimize sahip olabileceğimiz hiçbir nokta yoktur. Biz istemek üzere tasanmlanmışızdır: İsteyecek hiçbir şey olmazsa, rüzgârsız bir dünyadaki rüzgâr değirmenleri gibi oluruz. Emily Dickinson şöyle der: Eğer yaz bir önkabul olsaydı, karın ne büyüsü olurdu? Olası en iyi durumdayızdır, çünkü yüzeyin altındaki her yeri bilmiyoruz; niçin olduğunu hiçbir zaman bilmeyeceğiz; yarını hiçbir zaman bilmeyeceğiz; bir tanrıyı ya da bir tanrının olup olmadığım hiçbir zaman bilmeyeceğiz; kendimizi bile hiçbir zaman bilmeyeceğiz. Dünyamızın çevresindeki bu gizemli duvar ve ona ilişkin algımız bizi hayal kırıklığına uğratmak için değil, bizi yeniden şimdi’ye, yaşama, şu anki varoluşumuza yöneltmek için oradadır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir