Jonathan Swift – Alçakgönüllü Bir Öneri

Gelmiş geçmiş en büyük yergi yazarlarından biri olan Jonathan Swift (1667-1745) Türkiye’de en çok Gulliver’in Seyahatleri kitabıyla tanınıyor. Oysa Swift’in keskin zekâsının ve güçlü kaleminin belki de en güzel örneklerinden birini denemeleri oluşturur. Elinizdeki kitap hazırlanırken, Swift’in 1697 ile 1729 tarihleri arasında yazdığı denemelerden bir seçki yapıldı. Swift’in denemelerinin iki türlü okumaya elverdiği söylenebilir. Swift, İngiltere’nin ve İrlanda’nın temel sorunlarını, dini ve siyasal kurumlarda yozlaşmayı, aklın ayaklar altına alınmasını, haksız kazanç ve yoksulluğu hem nüktedan, hem de acımasız diliyle çözümlerken, tıpkı Gulliver’in Seyahatleri’nde olduğu gibi, insanlığın evrensel sorunları üzerinde duruyor. Söz konusu sorunlar da, Swift’in keskin eleştirileri de güncelliğinden hiçbir şey yitirmedi. Öte yandan bu denemeler, Gulliver’in yaratıcısının içinde yaşadığı dünyayı ve dönemin tartışmalarını tanımayı kolaylaştırır niteliktedir; bu yönüyle Swift’in denemeleri, tarihle ve felsefeyle, özellikle Aydınlanma düşüncesiyle ilgilenenler açısından ayrı bir önem taşıyor. Aydınlanma düşüncesine öncülük eden filozoflardan Francis Bacon, kendilerine ilahi diye dayatılan düzenin karşısında başkaldıran insanı bir bilgi ağacına benzetiyordu; Swift ise bilgi ağacı olma kapasitesine de sahip insanın bir süpürge sopası seviyesine düştüğü durumları konu alıyor. İnsanlık ve kurduğu düzenler süpürge sopaları da ürettiği sürece Swift’in aklına ve mizahına da gereksinmemiz baki kalacaktır. Arasında Yaşanan Çatışma Kitapçıdan Okura Aşağıdaki yazı, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bir önceki yazıyla [2] aynı imzayı taşıdığından, onunla aşağı yukarı aynı zamanlarda, başka deyişle l697’de, antik irfanla modern irfan üzerine o ünlü tartışmanın doruk noktasına çıktığı yılda yazılmış gibi görünüyor. İki grup arasındaki anlaşmazlığın yeniden alevlenmesinin nedeni, William Temple’ın bu konuda yazdığı bir deneme oldu; W. Wotton’ın bu denemeye bir yanıt niteliğindeki makalesine ek olarak basılan yazısında Dr. Bentley, Sir William Temple’ın yukarıda sözü edilen denemede saygıda kusur etmediği Aisopos ve Phalaris’e atfedilen yazarlık ustalığının boş inançtan öte bir şey olmadığını göstermeye çalışıyordu. Söz konusu ekte Dr. Bentley, şimdi Orrey kontu olan saygıdeğer Charles Boyle’un [3] yayımladığı yeni Phalaris baskısını sert bir dille eleştiriyordu; Bay Boyle, bu eleştiriye karşı engin birikimi ve nükteli, kıvrak diliyle bir yanıt yayımlayınca Dr.


Bentley de bu yanıta oylumlu, uzun bir karşılık verdi. Bu tartışma sırasında kasaba halkı, Sir William Temple gibi kişilikli ve değerli bir zatın, yukarıda adı geçen iki saygıdeğer beyefendi tarafından kaba bir biçimde kışkırtılması karşısında hamle yapmamasına büyük ölçüde içerledi. Sonunda, tartışmanın kendiliğinden sonuca ulaşacağından ümit kesilince, St. James Kütüphanesi’ndeki KİTAPLARIN, bu anlaşmazlıkta kendilerini birinci dereceden taraf olarak görüp tartışmaya katıldıklarını ve çarpışmaya karar verdiklerini söylüyor yazarımız; ama elyazması, kör talih ya da kötü hava koşulları nedeniyle pek çok yerinden hasar görmüş olduğundan, zaferin hangi tarafa nasip olduğunu öğrenemiyoruz. Burada, bütünüyle sözcük anlamıyla kullanılan kitap adlarını, belirli şahıslara gönderme yapıyormuş gibi anlamaktan kaçınması gerektiği konusunda okuru uyarmalıyım. Başka deyişle, Vergilius adını gördüğümüzde, bu adı taşıyan ünlü bir şair değil, bu şairin yapıtlarının basılı olduğu, deri kaplı bir ciltte toplanmış belli kâğıt desteleri aklımıza gelmelidir: Bütün öbür kitap adları için de aynı şey geçerlidir. Yazarın Önsözü Yergi öyle bir aynadır ki ona bakanlar orada herkesin yüzünü görürler de kendilerininkini görmezler; bu da şu yeryüzünde yergilerin pek etkili olmamasının, yergilerden çok az sayıda insanın gücenmesinin başlıca nedenidir. Ama yergiler büyük etkiler yaratsa da tehlike büyük değildir; uzun zaman boyunca edindiğim deneyimler bana yergilerimle kışkırttığım kişilerin öfkesinden hiçbir zaman çekinmemeyi öğretti: Çünkü öfke ve kızgınlık bedene güç verse de ruhu gevşetir ve onun bütün çabalarını zayıflatarak etkisiz kılar. Güçlüklere katlanabilen beyinler olduğu gibi, sabun köpüğü gibi beyinler de vardır; bu ikinci türden beynin sahibi, bırakın evini en ekonomik biçimde idare edenlere özgü çekingenlikle o küçük birikimini düzene sokmaya çalışıp dursun; ama onu, beynini kendinden üstün kimselerin kamçısı altına sokmaktan alıkoymalı, çünkü böyle bir kamçı tek bir darbeyle, o haddini bilmeyen, köpükten beyni darmadağın edecektir; beynin sahibiyse sevgili köpüklerini bir daha ömrü billah bir araya toplayamayacaktır. Bilgi olmadan nükte ve zekâ, salt kremadan ibaret olduğundan, bir gecede toplanabildiği gibi, hünerli bir elin tek darbesiyle köpüğe, boş sözlere dönüştürülüp dağıtılabilir; krema ortadan kalktığında altından çıkanlar da domuzlara atılmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Eksiksiz ve Gerçek Bir Öykü vb. Vakayinameleri ve yıllıkları dikkatle inceleyen herkes, savaşın gururun çocuğu, gururun da zenginliğin kızı olduğunun belirtildiğini görecektir. Bu savların birincisini doğrulamak güç olmayacaktır, ama insan ikinci savı öyle kolay kolay onaylayamaz; çünkü gururun babasının ya da annesinin, bazen de her ikisinin birden, dilencilik ve yoksunluk olduğu da ileri sürülebilir pekâlâ. Aslına bakacak olursak, insanların yoksunluk çekmedikleri zamanlarda ayaklandıkları pek nadirdir; istilaların yönü genellikle kuzeyden güneye, başka deyişle yoksulluktan bolluğa doğru çizilmiştir. Tartışmaların en eski ve doğal temellerini, arzu ve hırs oluşturagelmiştir; gururun kardeşleri ya da aynı gövdeye bağlı dalları olarak görülebilecek olsa da, bunlar hiç kuşkusuz yoksunlukla bağıntılı meselelerdir.

Siyaset üzerine yazı yazanların dilini kullanarak bir örnek verecek olursak, ilk bakışta çoğunluğun iradesine dayanan bir kurummuş gibi görünen köpekler cumhuriyetinde, eksiksiz bir yemekten sonra devletin bütünüyle barış içinde olduğunu gözlemleyebiliriz; ama önde gelen köpeklerden biri büyük bir kemik kapıp da bunu belli bir azınlık arasında paylaştırdığında oligarşiyle, bütün kemiği kendisine sakladığında tiranlıkla karşılaşırız ki bu da sivil toplumda kargaşaya ve ayaklanmalara yol açar. Dişilerinden birinin karnı şişmeye başladığında gördüğümüz çekişmeler konusunda da benzer bir uslamlamadan yararlanabiliriz. Köpekler arasında ortak mülkiyet bulunduğundan (böylesi nazik bir konuda özel mülkiyetten söz etmek zaten olanaksızdır), kıskançlık ve kuşku alır başını gider; sokak cumhuriyeti açıkça, bütün vatandaşların birbirine düştüğü bir savaş devletine indirgenir; diğerlerinden daha cesur, daha önder ruhlu, daha talihli bir vatandaş, ödülünü kapıncaya dek bu durum böyle sürer. Bunun sonucunda da doğal olarak, mutlu köpeğe imrenen, öfkelenen, hırlayan pek çok köpek ortaya çıkar. Gene, istila amaçlı olsun, savunma amaçlı olsun dış savaşa giren bir köpek cumhuriyetine bakacak olursak, hem nedenler hem de durumlar açısından aynı uslamlamanın geçerli olduğunu görürüz. Derecesi ne olursa olsun, yoksulluğun ya da yoksunluğun (gerçek olsun, bir kanıdan ibaret olsun, sonuçları açısından bu herhangi bir değişikliğe yol açmaz), saldırganın güdülerinde oynadığı rol, gurur kadar büyüktür.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir