Jorge Luis Borges – Alçaklığın Evrensel Tarihi

Bu kitabı oluşturan edebi düzyazı alıştırmaları 1933 ve 1934 yıllarında yazıldı. Kaynakları da, sanırım, baştan okuduğum Stevenson ve Chesterton, Sternberg’in ilk filmleri ve herhalde Evaristo Carriego’nun biyografisi. Öykülerde kimi hilelerden yararlandım: rastgele sıralamalar, devamlılıkta ani kaymalar, bir adamın tüm yaşamını iki ya da üç sahneye bölmek (görsel amaçlı, benzer bir kaygı ‘Köşe Tutan’ adlı öyküyü de biçimlendiriyor). Öyküler psikolojik değil, olma iddiası da taşımıyor. Cildi tamamlayan büyücülük örneklerine gelince, onların üstünde çevirmen ve okurdan daha fazla hak iddia etmiyorum. Kimi zaman iyi okurların iyi yazarlardan bile ender bulunduğundan kuşkulanıyorum. Valéry tarafından Edmond Teste’e atfedilen parçaların, genelde Teste’in eşi ve arkadaşlarınınkinden daha az takdire layık olduklarını kim inkâr edebilir ki? Açık ki, okuma, yazmadan sonra gelen bir etkinliktir. Daha alçakgönüllü, daha az sıkıntı veren, daha entelektüel bir uğraştır. Tüm olanaklarını kasten tüketen (ya da tüketmeye çalışan) ve gelip kendi parodisinin sınırına dayanan üslubu, barok olarak tanımlamalıyım. Andrew Lang’in, daha 1880’lerde Pope’un Odysseia çevirisinin bir parodisini yapmaya kalkışması boşunaydı; bu yapıt, kendi kendinin parodisiydi zaten. Sözde parodici de özgün metnin ötesine geçmeyi başaramadı. ‘Barok’, tasım biçimlerinden birinin adıdır; 18. yüzyıl bunu bir önceki yüzyıl mimarisi ve resminde görülen kimi taşkınlıklara uygulamıştır. Bir üslup, kendi hilelerini açık açık teşhir eder ya da fazlasıyla kullanırsa, varacağı, son aşama baroktur. Barok entelektüeldir.


Bernard Shaw da, tüm entelektüel emeğin, özü bakımından humor olduğunu belirtmiştir. Humorun böylesi, Baltasar Grâcian’ın yapıtlarında kasıtlı değildir, ama John Donne’un humoru kasıtlı ya da bilinçlidir. Bu sayfaların başlığının ta kendisi, onların barok karakterini ortaya seriyor. Bu özelliğe gem vurmak, mahvetmek olurdu onları. İşte bu nedenle şimdi yirmi yıl sonra oldukları gibi yeniden basılmalarını ve şu sözü anımsatmayı yeğliyorum: “Ne yazdımsa yazdım.” (Johanna 19 : 22)(Hz. Isa’yı yargılayan mahkemeye başkanlık eden Yahuda Valisi Pontius Pilatus’un sözleri. — Ed.) Öykü yazmaya cesaret edemeyen, bu nedenle de (herhangi bir estetik açıklaması olmaksızın) başkalarının masallarını tahrif edip çarpıtarak kendisini eğlendiren ürkek bir genç adamın sorumsuzca oynadığı bir oyundur bu öyküler. Bu belirsiz alıştırmalardan sonra doğru dürüst bir öykü yazmanın zahmetine girişti bu genç adam. Büyük büyükbabalarından birinin adıyla, Francisco Bustos olarak imzaladığı, alışılmışın dışında, akıl ermeyecek ölçüde başarı kazanan ‘Köşe Tutan’ adlı öyküydü bu. Eski Buenos Aires’in kenar mahallelerindeki yaşamı anlatan bu öyküde birkaç işlenmiş sözcük kullandığım dikkati çekecektir. Kullandım, çünkü kabadayı, incelmeye özlem duyuyordu ya da (ilkini geçersiz kılıyor ama, belki de gerçek neden budur) kabadayılar birer bireydir ve her zaman bizim idealimizdeki kabadayılar gibi konuşmazlar. Büyük Taşıyıcı’nın (Budacılığın Mahayana kolu kastediliyor. — Ed.

) teologları, evrenin özünün boşluk olduğuna işaret ederler. Evrenin bu kitaptan ibaret kü çük’bir parçacığını kastettikleri ölçüde tümüyle haklılar da. Darağaçları ve korsanlar barınıyor bu kitapta. Adındaki “alçaklık” sözcüğü gökgürültüsü gibi gürlüyor, ama ses ve öfkenin ardında hiçbir şey yok. Kitap, bir görünüşten, bir imgeler yüzeyinden başka bir şey değil. Tam da bu nedenden ötürü eğlendirici olabilir. Yazarı mutsuz bir adamdı, ama öyküleri yazarak eğlendirdi kendisini; aldığı hazzın yankısı ulaşsın okura. ‘Vesaire’ bölümüne ise üç yeni parça ekledim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir