Maxime Rodinson – İslam ve Kapitalizm

Bu kitabın büyük bir tutkusu var: yararlı olmak. İslâmiyet sorunlarıyla uğraşan bir toplumbilimcinin elinden çıktığı için, İslâm dini ve medeniyeti alanına giren memleketlerin aydınlarına yararlı olmak ve kaderlerini anlamada onlara yardım etmek istemektedir. «Avrupalıyım» diye onların en iyilerinden daha bilgili ve akıllı olduğumu iddia edecek değilim. Kendime bu türlü bir üstünlük tanımıyorum. Ne var ki, şartlar, onların sorunlarının anlaşılmasını güçleştiren bazı sosyal engelleri daha önce aşmama yardım etti. Geçmişleri hakkında yalın bir bilgi edinmek fırsatını buldum ye şimdiki durumlarını anlamayı engelleyen efsanelerden kurtulmaya çalıştım. Serbestçe konuşabileceğimi ve çoğu zaman onların susmak zorunda oldukları şeyi söyleyebileceğimi de eklemek gerekir. Bu, bütün hürriyetler gibi, karşılığı ödenmesi gereken bir hürriyettir ama benim için bunun değeri çok yüksek değildir. Genellikle, bunu daha pahalı ödemesi gereken onlardır. Bu kitap Avrupalı okura da yararlı olmak istemektedir, hem de aynı şekilde. Bugün solcular arasında bu kadar yaygın olan Üçüncü Dünya mistisizmi bende yok ve ben, her hangi bir Kongo’da doğmadım diye her gün göğsümü yumruklamıyorum. Ama Üçüncü Dünya’nın sorunları başta gelmektedir. Otuz yıldan beri yaptığını incelemeler ve araştırmalar, özellikle Üçüncü Dünya’nın, genel sorunlarına bağlı ama kendi özgül sorunları da olan, önemli bir bölgesi hakkında bilgi edinmemi sağladı. Bilgilerimin ve düşüncelerimin bana ilham ettiklerini okuyucuya sunuyorum. Bunun hakkında hükmü o verecek ve bunu, tasarladığı gibi, yerine koyacaktır.


Bütün kapıları açan bir anahtar yoktur. Bir önsöz neye yarayabilir? Bir kitabı toptan tanıtmaya, yazarın konuya yanaşma tarzı hakkında, yanlış anlamalardan mümkün olduğu kadar kaçınacak şekilde açıklamalarda bulunmaya. Bugün bir yazarı (hatta bir insanı) yapmayı hiçbir zaman düşünmediği şeyi yapmadı diye kınamak çok yaygın bir hale gelmiştir. Bu kitap ne İslâm dünyasının ekonomik tarihi el-kitabıdır ne de böyle bir el-kitabında olması gereken basitleştirilmiş bir açıklamadır. Aslında, böyle bir el-kitabının ve açıklamanın 1 olmayışını hoş karşılamıyorum. Belirli ve bana temel görünen konularda halen tarih biliminin elinde mevcut verileri gerçekten özetledim. Ama konunun tamamını incelemeyi aklımdan geçirmedim. Başka bir deyişle, burada olguların, çok çeşitli görünüşleri içinde, (tam ya da eksik) bir tasvirini yapmak söz konusu değildir. Verdiğim referanslar, gerektiği zaman, bu ayrıntılar hakkında bilgi edinmeyi arzu edenlerin bunların incelediği eserlere ve makalelere başvurmalarını sağlayacaktır. Nazari bir eser yazmak istedim. Bunun anlamı nedir? Bilimsel araştırmanın ortaya koyduğu olgulardan hareket ettim ve dilbilimi alanındaki bilgilerimle şarkiyatçılık, tarih ve toplumbilim tekniklerinden gelen oldukça büyük bir içli-dışlılıktan yararlanarak bunlar hakkında mümkün olduğu kadar bilgi edinmeye çalıştım. Ama bunlardan, özellikle genel sorunlar ve daha çok da bana son derece önemli görünen bazı genel sorunlar planında sonuçlar çıkarmaya çalıştım. Mal üretimi ve dağıtımına dayanan sistemlerin genel sınıflandırılması içinde (tarihin farklı safhalarında) İslâm dünyası nereye konulabilir? Bu soruya verilebilecek cevaplar, gözlemlenen olaylar, bu sistemler içinde ve bir sistemden diğer bir sisteme doğru muhtemel bir evrim ve bu evrimin ya da evrimlerin faktörleri hakkında; bir toplumun ekonomik faktörleriyle bütün kültürünün diğer görünüşleri arasındaki ilişkiler hakkında; özellikle ideolojik görünüşler ve daha da özellikle din hakkında bizi aydınlatabilir mi? İstenirse, bu büyük sorunlar tarih felsefesi ya da sosyoloji alanında yer alabilir. Bu sıralandırma sorunu bana pek ilginç görünmüyor. Sorunlar ortadadır.

Önemli olan da budur. Bu sorunların, özellikle genel oldukları için, aktüel bir yanı vardır. Uzmanları korkutmak pahasına da olsa açıkça söyleyelim: bunların siyasi bir yanı vardır. Ama bu, bu sorunların çözümü siyasi bir yönelime ya da eyleme bağlıdır, bunları ortaya atan, zarurî olarak, böyle bir yönelime kulluk edecektir anlamına gelmez. Bilimsel faaliyetin (o zamanlar felsefe deniyordu) uzun zaman teolojinin kölesi olması büyük bir talihsizliktir. Şimdi teolojinin yerini almış olan siyasî ideolojinin kulu olması da daha az bir talihsizlik değildir. Bu alandaki (benim de katıldığım) denemeler, bilimi, hatta siyaseti kötü duruma düşürmüştür. Bu konuda ısrar etmek faydasızdır. Olgular yeterince açıktır. Ne var ki, bu sorunlar hakkında araştırıcıların erişebilecekleri sonuçlan hesaba katmak uzak görüşlü bir politikanın yararınadır. Bu araştırıcıların faaliyetinin mümkün olduğu kadar bağımsız kalması da böyle bir politikanın yararınadır. Ayrıca, her siyasi-sosyal ideolojinin de sağlam temellere dayanması kendi çıkarmadır. Siyasi yöneticilerle militanların ve olgularla fikirler dehlizinde kendilerine bir yol arayan vatandaşların tutumları, düşünceleri, yönelimleri çoğu zaman son derece yanlış kavramlara dayanır. Genellikle, bundan kaçınılamaz. Ama genellikle de bu, bilenlerin ve bilgilerini daha iyi iletebileceklerin yokluğundan ileri gelmektedir.

(Kendi alanlarındaki konular hakkında) halk arasında yaygın efsaneler (mitler) karşısında gülümseyen ya da yüz buruşturan uzmanlar, bu efsanelerin rağbet görmesinden her zaman sorumsuz olmadıklarının bilincine varmalıdırlar. Çok iyi biliyorum Özellikle, Müslümanlar arasında çok yaygın olan mitlere (efsanelere) yüklendim. İslâm dünyasında birçoklarının beni, bundan dolayı, ırkçı ve sömürgeci art-niyetler-le suçlayacakları şüphesizdir. Siyasi tutumlarının bu suçlamaları yeterince cevaplandıracağını sanıyorum. Hoşgörürlüğün arkasında, edinilen fikirlere karşı bir küçümseme ve hesaplılık gizlidir. Pek Avrupalı olan mitlere de aynı şekilde yüklendim. Temel olguların kesin bir bilgisini ve bir genelleme yeteneğini birleştirmeyi istemek (benim de istediğını budur) okurların her zaman bilincine varmadıkları temel bir güçlük yaratır. Kendimi bundan yeterince sıyırabildim mi bilmiyorum. Bu türden kitaplar, uzmanların çoğu zaman aşılmaz dedikleri çözülmesi güç ikilemler içinde çırpınırlar. Bu uzmanlar sadece, kendi alanlarındaki sorunlar hakkında önceden yeterince bilgisi olan sınırlı bir okur kitlesi için yazmaya umutsuzca ya da seve seve razı oluyorlar. Onların, bu kadar yaygın hale gelmesini haklı olarak kınadıkları tarzlardan sakınmaya çalıştım: nazariyenin kucaklamak istediği alanın pek küçük bir kısmıyla ilgili sınırlı verilerden hareket eden ihtiyatsız bir nazariyecilik, gerçek olguları gözönünde tutmaksızın (geçerli olup olmadıklarına bakmadan) olguları genel görüşlerden hareket eden özel yargılara dayanan cüretli bir tümdengelim, aynı uzmanların kınamakta haklı oldukları ve çoğu zaman da melez deneme türünde yeşerdiğini gördükleri felsefi-edebi bir yığın gevezelik… gibi. Böylesine yaygınlaşmış bu tip genel konuşmaların varlığı, bu uzmanların zannettikleri ya da sık sık zanneder göründükleri gibi, genelleştirme çabasının gereksizliğini, zamansızlığını ve özü bakımından erişilmez amaçlar peşinde boşuna bir vakit kaybı olduğunu, göstermez. Kamuoyunun, diğer alanlardaki uzmanların, hatta sosyal eylemi uygulayanların, geçici de olsa (geçici olmamaları imkânsızdır), sentezlere ihtiyaçları vardır. Eğer bilenler bunları vermiyorlarsa, onlar başka kaynaklara yönelecekler ve bunun sonuçlarından hoşlanmayacaklardır. Zaten hoşlanmaz hale de geldiler.

Bizzat bilimdeki ilerlemenin de, yürürlükteki çalışmaların iyi düşünülmüş bilançolarının yapılması teşebbüslerine ihtiyacı vardır. Genelleştirme heveslileri de şikâyetlerinde çoğu zaman haklıdırlar. Bu tehlikeli teşebbüslere atılanların, genel fikirlerin evrimi, modern düşüncenin sorunlara yanaşma tarzı, başvurulması uygun olan ve çözüm bekleyen büyük sorunlar hakkında, bir parçacık da olsa, bilgi vermelerini istemek haklarıdır. Temel güçlük, bunlar hakkında, özel araştırmalarla teması kesmeden, bilgi sahibi olmaktır. Bu, pratik bir güçlüktür. Bundan kaçınmak, belki de yeteneklerimi ve çalışma gücümü zorlayarak kazanmayı denediğim bir iddiadan vazgeçmektir. Bütün söyleyebileceğim şudur: kendimi bu işe dürüst ve dolambaçsız bir şekilde verdim. Nihayet, konuyla ilgili okurlar, yerli yersiz bir bilgiçlik taşlanmasından hoşlanmamakta haklıdırlar. Ben de açıklamalarımda sadece ispatlamalarını için gerekli olguları ele aldım. Notlar (bunlara başvurulmayabilir), ileri sürdüğüm şeylerle karşılaşacak olanlara bunların doğruluğunu araştırmak, tartışma imkânını sağlamak ve geliştiremediğini her hangi bir husus hakkında bilgi edinmeyi arzu edenlere yol göstermek içindir. Bu notlar, bazan açıklamayı ağırlaştırabilen tali kısa tartışmaları da içine almaktadır. Burada açıklamam gerektiğini sandığını büyük bir mesele var. Bu deneme Marksist yönelimdedir ve böyle olmak istemektedir. Birçoklarının zannedecekleri gibi bu, araştırmamın, doğruluğu su götüren ve aslı şüpheli dogmalara dayandığı anlamına gelmez. Bunun anlamı sadece şudur: bilimsel keşfin henüz başlangıcında olduğu ve şimdiye kadar somut bilgilerimizle doğrulandığına inandığını ve bütün bir inceleme alanına yön veren çok genel tarihi-sosyal varsayımların ışığında incelememin ortaya koyduğu sorunlar üzerinde düşünmeyi denedim.

Bunları doğrulamak için, olgulara ya da bilimsel araştırmalarda alışılagelen tipte bir muhakemeye dayanmayan hiçbir kanıt ileri sürmedim ve bunları, değersizlikleri olgular ya da bilimsel muhakemeyle ortaya konduğu takdirde terketmeye hazırım. Üstelik bu türlü büyük varsayımlar olmadan genelleştirme yolunda çok uzağa gidilebileceğini kabul etmiyorum. Bunlardan vazgeçmeyi iddia edenler anlaşılmaz bir olgular birikimine varırlar ya da, çok ince kategori sistemlerini kurmak için, bence hiç de sağlam olmayan, farklı varsayımları farkına varmadan kullanırlar. Bununla beraber, bu biraz daha gelişme ister. Gerçekte anti Marksistler (bazan haklı olarak) kınadıkları ama bulamıyacakları tutumları bu kitapta ortaya çıkaracaklarına iyice inanacaklardır. Öte yandan, Üçüncü Dünya’da, Avrupalı solcular arasında bu kadar bol olan Marksistler, Marksist geçinenler, yarı-Marksistler ve sözde-Marksistler, Marksizm kavramının kendisinden ayrılamaz zannetmeye alıştıkları konumlara burada rastlamayınca hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Yirmi, yüz, bin türlü Marksizm vardır. Marx, çok şey söylemiştir ve İncil’de olduğu gibi, onun eserlerinde de her hangi bir fikri doğrulayan şeyleri bulmak çok kolaydır. «The devil himself can cite Scripture for his purpose». (İşine yaradığında Şeytan’ın kendisi bile kutsal kitaba başvurabilir). Bir yüce yazarın beni suçladığı gibi, Marksist yönelimi anlayış tarzımın daha üstün olduğunu zorla kabul ettirmek iddiasında değilim ve gene yüce bir yazarın bana serzenişte bulunduğu gibi hiç kimseyi aforoz edecek yetkim (gücüm) yok. Afaroz edilen benim. Benim olan bu yönelimi tanımlamak hakkından başka bir şey istemiyorum. Hatta, Marx bile bunu tamamiyle kabul etmezdi diyorum. Benim Marksizmim resmî (kurumsal) Marksizm değildir.

Şüphesiz bu resmi Marksizm (Sartre’in formülüne göre) sadece bir yönde «durmuştur». Komünist memleketlerde, hatta öteki ülkelerde, meselâ Fransa’da onun ışığında (ya da gölgesinde) önemli çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan bazılarını kullandığını görülecektir. Ama bir yasaklar yığını, büyük sorunlara (hatta bazen bazı küçük problemlere) serbestçe değinmeyi engelliyor. Bu sorunlar için kabul edilen tek cevap, dogmanın cevabıdır. Ya da bu konuda şekil ve öz bakımından öylesine ihtiyatlı olmak gerekiyor ki bu da düşüncenin serpilip gelişmesini adamakıllı köstekliyor. Komünist memleketlerde büyük düşünürlerin çoğu, bir Devlet ideolojisinin hüküm sürdüğü ülkelerde gelenek haline gelmiş olan çifte düşünüşe başvurarak bu engellerden kurtuluyorlar. Çözümü her zaman şüpheli olan ve ne denirse densin, fikirlerin serbestçe tartışılması üzerinde oldukça yıkıcı sonuçlar doğuran bu hal çaresine boyun eğmek zaruretini Fransa’da görmedim. Eserimin her hangi bir organda öğülmesi ya da sadece zikredilmesi, benim gözümde bu kapitülasyon kadar değerli değildir. Bir davaya baş koymanın, bir çevreye bağlılığın, bir gençlik taahhüdüne sadakatin, düşüncelerini anlatmak hürriyetinden önce geldiğini kabul eden eski arkadaşlarımı anlıyorum, çoğu zaman onlara saygı duyuyor bazen de hayran oluyorum ama onlar, bu anlatım hürriyetine konan kısıtlamaların onun gelişmesini engellediğini görmüyorlar. En sonunda vardığını yargı şu: benim şahsi durumumda, yapılacak fedakârlığa değer bir şey yoktu ortada. Bu kitap, kurumsal (resmî) Marksizmi kaplayan ve aşan bir kategori olan ve pragmatist Marksizm diyeceğim şeye de bağlanmaz. Pragmatist Marksizm deyince, kendilerince büyük önemi olan çeşitli sosyal eylemlere dayanan ama genellikle nazari ve fikri faaliyeti bunlara tabi kılan bir çök Marksist ideoloji tipini kastediyorum. Ama, bu eylemlerden bazılarının faydasını da inkâr etmiyorum. Gerçi bu ideolojileri temsil eden grupların azlığı (önceki kategorinin içinde sınıflandırılmış olan komünist örgütlerin dışında), kurumsal Marksizmin hoşa gitmeyen birçok niteliğinden, özellikle, dogmatizmin ağırlığından, fikir alanında yasalar koyan kadroların bürokratlığından (memurculuğundan), samimi düşünürleri iğrendiren ve bulunduğu her yerde kuvvete saygı duyanlar için çekici olan bir kuvvet politikasının yayılmasından onları korur ama gene de bu ideolojiler bu gelişmenin çocuksu, belki de dölütsel (foetal) bir şeklini içlerinde taşırlar.

Onlar, bu karakteristikleri çoğaltmaktan kaçamazlar. Bazan onların çabasına saygı duyuyorum ve ben de bir militanlığı, köklü bir etkinciliği (activisme) uygulayarak, sınırlı konularda onlara yararlı olmaktan umudumu kesmiyorum. Ama ne kaçınılmaz bir şekilde bu yönelimi doğuran ütopyalara katılmak, ne de araştırmamı bu grupların hedeflerine kul etmek istiyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir