Şaban Kuzgun – Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri

Hristiyan Batı dünyasında on asırdan beri İslâmiyet ve İslâmî ilimlerle ilgili yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bilhassa XVII. yüzyıldan itibaren hızını arttırarak yürütülmekte olan bu çalışmalar, Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerifler ve Hz. Muhammed’in hayatı üzerinde yoğunlaştırılarak sürdürülmektedir. Batıda yapı oldukları aşırı alâka ve hassasi yet, yüzyıllardan beri yapılagelmekte olan bu çalışmaların sadece ilim aşkına yapılmadığını, Avrupalıların bu çalışmalar sayesinde İslâm dünyasını tanıyıp kontrol altında tutmaya çalıştıklarıni ortaya koymaktadır. Irak’ın Kuveyt’e saldırması-na önce göz yuman ve işgale zemin hazırlayan batılı devletler, bu işgali bahane ederek daha sonra buraya kalıcı bir şekilde yerleşmişler ve kendilerine bu bölgede önemli üsler temin etmişlerdir. Körfez krizi dolayısı ile İslâm ülkelerinin ikiye ayrılmaları, hatta Arap devletlerinin birbirleri ile savaşa tutuşmaları ve ABD’nin bir Arap ülkesi olan Irak tarafından işgal edilmiş olan diğer bir Arap ülkesi Kuveyt’i kurtarma ve Irak tehdidi altındaki Suudi Arabistan’ı koruma pozisyonuna girmesi, yıllardan beri Batının bu bölgede uygulamış olduğu stratejilerin bir sonucu olup bu stratejiler, bahsettiğimiz çalışmalar sayesinde tesbit edilmişlerdir Batıda yapılmakta olan İslâmiyet ile ilgili çalışmaların büyük bir kısmının, bu dinde bir takım kusur ve eksiklikler bulmaya yönelik olduğunu da görüyoruz. İlim adına yapıldığı iddia edilen bu çalışmaların, İslâmiyeti üstün yönleri ile tanıtma veya İslâmiyetten insanları uzaklaştırma gayesi gütme-mesi gerekirken, hemen hemen hiçbir çalışmada bu prensibe riayet edilmemiştir. Hristiyan dünyasında İslâmiyet ile ilgili yoğun bir araştırma faaliyeti olmasına karşılık, İslâm dünyasında Hristiyanlıkla ilgili çok az çalışma yapılmaktadır. XIX ve XX. Yüzyıllarda Türkiye’de bu din ile ilgili olarak hemen hemen ciddî hiçbir çalışmanın yapılmadığıni söylersek mübalağa etmiş olmayız. Dört milyona yakın Müslüman Türkün Hristiyan Avrupa’da çalışıp, hergün Hristiyan kültürü ile yüzyüze geldiklerini biliyoruz. Bu insanlara tarafsız bir şekilde Hristiyanlığm ne olduğunu öğretmeyip, bu konuda onları misyoner propagandalarından etkilenebilecek şekilde bilgisiz bırakıyoruz. Ayrıca Avrupa ekonomik topluluğuna girmeye çalıştığımız şu günlerde, topluluğa girdiğimiz takdirde şimdikinden çok daha fazla haşir neşir olacağımız insanların kafa yapıları, inançları ve kültürleri hakkında hiçbir bilgimiz olmadan, bu insanları tanımadan, bunlarla birleşmek ne derece doğru olur? Dış yüzü ile çok medenî görünen Hristiyan Avrupalı, iç âleminde acaba nasıl bir insandır? Avrupalı, dinî konularda aynı medenî görünümünü ortaya koyar mı? Farklı inançlara sahip iki topluluğun birbirine karışması esnasında âhenk ve uyum sağlanabilir mi? Daha açık bir ifade ile şu soruyu sormalıyız: En azından, cami ile kilise yan yana yaşayabilecek mi? Yoksa biri kapanıp öbürüne iltihak mı edecek? Eğer böyle olacaksa Batı, kilisesini kapatır mı? Veya biz camimizi kapatabilir miyiz? Hergün daha fazla temas kurduğumuz, ilerde bu temasımızı daha da arttırmayı hedeflediğimiz ve milyonlarca insanımızın aralarında yaşadığı Batı âleminin dini olan Hristiyanlığm, ne olduğunu öğrenmek bizim için gerekli hale gelmiştir. Bu bilgileri, misyoner propagandistlerden, Hristiyanlığı öven propaganda broşürlerinden veya mektuplardan öğrenmek yerine, tarafsız ve ciddî olarak yapılmış araştırmalardan almak lazımdır.


Batı’da İslâmiyet ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda ilk sırayı nasıl Kur’an-ı Kerim alıyorsa, İslâm dünyasında Hristiyanlıkla ilgili olarak yapılacak çalışmalarda ilk sırayı, Hristiyanların kutsal kitabı “Kitâb-ı Mukaddes” almalıdır. Biz, geli şen dünya olaylarının da tesiri ile, devamlı temas halinde olduğumuz Batı dünyasının kültürünün temel taşı olan Kitâb-ı Mukaddesi, ilmî usûllerle ele alıp tarafsız bir şekilde (Batılı araştırmacıların Kur’an-ı Kerimi araştırdıkları gibi) araştırma yi düşündük. Bu kitap, gerçekten kutsal olma niteliklerine sahip mi? Batı insanının karakterinin oluşmasında bu kitabın bir rolü var mı? Bu kitabın içinde gerçekten neler vardır? Bunları bilmek bizim en tabiî hakkımızdır. İki ayrı kitap şeklinde planladığımız bu çalışmamızın birinci kısmında, önce Kitâb-ı Mukaddes hakkında genel bilgiler vereceğiz, sonra bu kitabın en mühim kısmını teşkil eden İncilleri ele alıp inceleyeceğiz. İnciller, ne zaman, kimler tarafından, nasıl yazıldılar ve toplandılar? Bu kitapların içinde neler var, muhtevalaları nedir? Son günlerde hemen hemen herkesin eline geçen misyoner propaganda mektuplarında denildiği gibi bu İnciller, gerçekten insanlara bir kurtuluş ve müjde sunuyorlar mı? Yoksa bunlarda bir takım eksiklikler, tenakuzlar, akla ve mantığa aykırı hükümler var mı? Bu araştırmamızda bütün bu soruların cevaplarını vermeye çalışacağız. İkinci kitapta ise, Kitâb-ı Mukaddesin bir kısmını teşkil eden ve Yahudilerin yanısıra Hristiyanlar tarafından da kabul edilip benimsenen Tevratı ele alıp inceleyeceğiz. Şimdiye kadar bu konuda Türkiye’de müstakil, ciddî bir çalışma yapılmamış olmasına karşılık, diğer bazı İslâm ülkelerinde konuya eğilen ve bu mevzuda eser yazan araştırmacılar görmekteyiz. Biz, araştırmamızın Türkiye’de bu noktadaki boşluğu dolduracağını ümid ediyoruz. Ancak, yeni yetişmek-te olan araştırmacıların bu mevzuda daha derin araştırmalar yapmalarını, Kitâb-ı Mukaddesin orjinal dili olan Yunanca ve İbranîceyi öğrenerek daha detaylı incelemeler yapmalarını da diliyoruz. Doç. Şaban KUZGUN İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ 1991 mart ayında birinci baskısı yapılmış olan elinizdeki kitabın ilk baskısı kısa sürede tükenmiş olmasına rağmen, uzun süre ikinci baskıyı hazırlamak mümkün olmamıştır. 1996 yılında ikinci baskısının yapılmasına karar verilen bu kitabın birinci baskısı piyasaya çıktığı zaman özellikle Hristiyan çevrelerden büyük tepki görmüş, kitabın Hristiyan inancına haksız ithamlarda bulunduğu, Hristiyanlığı ve Hristiyanları rencide ettiği ileri sürülmüştür. Türkiyede faaliyet gösteren Hristiyan misyonerler ile birlikte, çeşitli mezheplere mensup Kiliseler, kitabımızın yayınlanmasından sonra kendi Incillerinin sahte olmadığını, aksine gerçek olduğunu iddia eden yayınlar yaptılar. Özellikle Katoliklerden kaynaklanan iddiaya göre biz eserimizi hazırlarken sadece Protestanların Kitâb-ı Mukaddesini esas almış, Katolik Kitâb-ı Mukaddesini gözönünde bulundurmamışız. Kitabımızın bibliyografyası incelendiğinde bu iddianın kesinlikle doğru olmadığı görülecektir.

Çünkü biz, incelememizde Protestan Kitâb-ı Mukaddesi ile birlikte diğer Hristiyan mezheplerine ait Kitâb-ı Mukaddesleri, özellikle Katoliklerin Arapça yayınladıkları Kitâb-ı Mukaddesi gözönünde bulundurduk ve tenkide tabi tuttuğumuz hususlarda bunlar arasında hiçbir farkın olmadığını gördük. Bibliyografyanın incelenmesinden, bizim 1960 yılında Beyrut Katolik matbaasında basılan Arapça Kitâb-ı Mukaddes ile birlikte, 1979 yılında Kudüs’de (Jarusalem) basılan Tanah’dan dahi istifade ettiğimiz görülecektir. Araştırmamız tamamen ilmî ölçülere uygun olarak hazırlanmış, çalışma esnasında hiçbir din veya mezhep hedef olarak alınmamıştır. Dolayısı ile böyle bir kitabın yayınlanması ile Hristiyanlık veya Hristiyanlann rencide edilmesi ve onlara haksız bir şekilde saldırılması amaçlanmamıştır. Amaç saldın olmamakla beraber, çalışma alanı İnciller olunca, bu kitaplarda ne varsa onları ortaya koymak gerektiği için dört İndideki çelişkileri, tutarsızlıkları elbette olduğu gibi yazmak zorunlu olmuş ve biz bu zorunluluğu yerine getirmişizdir. Kitabın yayınlanmasından rahatsızlık duyanlara soruyoruz. İncillere göre Hz. İsaYeryüzünde selamet getirmeye geldiğimi sanmayın; ben selamet değil, fakatkılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasınaayrılık koymaya geldim. Adamın düşmanları kendiev halkı olacaktır, demiş midir, dememiş midir? Protestan İncillerde yer alan bu pasaj, acaba Katolik İncillerde farklı mıdır? Kitapta ele aldığımız İncil pasajlarının hiçbirine kendi-mizden hiçbir ilâve yapmadan, Hristiyanlar tarafından basılan İncillerde ne yazıyorsa onu olduğu gibi aktardık ve İncil metinleri üzerinde bu şekilde çalıştık. Batılı Hristiyan araştırmacılar tarafından yüzyıllardan beri sürdürülen ve günümüzde dahi devam ettirilen Kur’an-ı Kerim üzerindeki çalışmalarda, bu kitabın metninde bulunmadığı halde birtakım zorlamalarla, yorumlarla sözde Kur’an-ı Kerimde yanlışlıklar ve çelişkiler bulunmaya çalı şılmıştır. Batıda yapılan bu tür çalışmalardan hiç rahatsız olmayanlar, sıra kendi kutsal kitaplarına gelince neden rahatsız oluyorlar? Üstelik biz bir kısım Batılı araştırmacı gibi metinleri çarpıtmıyoruz, metni aynen aktararak bu metin üzerinde çalışma yapıyor, zorunlu olarak yaptığımız yorumlarda metnin ruhuna tamamen sadık kalıyoruz. Belki Türkiye’de yaşayan bazı Hristiyanlar, bir İslâm ülke-sinde böyle bir çalışmaya neden gerek duyduğumuzu sorabi lir ve bu çalışma ile onların inançlarının hedef alındığını, dolayısı ile kendilerinin bu tür bir çalışmadan rahatsız olduklarını ifade edebilir ve onları rahatsız etmeye hakkımızın olmadı ğını söyleyebilirler. Evet Türkiye bir İslâm ülkesidir ve bu ülkede az da olsa Hristiyanlar yaşamaktadır. Normal olarak herkesin inancına saygı göstermek, doğru veya yanlış neye inanıyorsa ona karışmamak gerekebilir.

Ancak bu ilmî bir çalışmadır, böyle bir çalışmadan bazıları rahatsız olacak diye vazgeçmek gerekmez. Batılılar yüzyıllardan beri bu çeşit çalışmaları “bilimsel araştırmadır” diyerek devam ettirdiklerine ve bunların bir kısmını Türkçeye çevirerek Türkiye’de yayınladıklarına göre, bunda bir sakınca olmamalıdır ve bizim bu çalışmamızı Türkiye’nin yanısıra Batı dillerine çevirip Batı ülkelerinde dahi yayınlama hakkımız vardır. Bugün Avrupa’nın çeşitli yerlerinden Türklere yönelik Türkçe Hristiyanlık propagandası yapan radyo istasyonları vardır. Ayrıca çeşitli mezheplere mensup Hristiyan misyonerleri Türkiye’yi adım adım dolaşarak İslâmiyet aleyhine konuşmakta ve Hristiyanlığm Islâmiyetten daha üstün olduğunu söylemek sureti ile Hristiyanlık propagandası yapmaktadırlar. Bu misyonerlere Türkiye’nin hemen hemen her yerinde rastlamak mümkündür. Biz bu propagandistleri üniversitelerde, orta öğretim kurumlarında, hastahanelerde, çarşılarda, pazar yerlerinde, hatta sokak aralarında evlerin kapılarının altından Hristiyanlık propagandası ihtiva eden broşürler atar-ken sık sık görmekteyiz. Tamamen ilmî ölçüler içinde yaptığımız bu araştırma ile ortaya çıkan ve Hristiyanları ürküten gerçeklerin, Hristiyanlık propagandasına maruz kalan insanlar tarafından öğrenilmesi kimseyi rahatsız etmemelidir. Sürekli olarak Hristiyanlığm sevgi ve barış dini olduğu kendilerine propaganda edilen insanlara, muharref İncillerdeki savaş tahrikçiliği yapan, kin ve nefret tohumları saçan pasajların aktarılmasından rahatsız olunmamalıdır. Çünkü Hristiyanlık propagandasına maruz kalan bu insanlar bizim insanlarımız-dır. Bunların nüfus cüzdanlarında müslüman oldukları yazılıdır, anne ve babaları da müslümandır. Eğer hazırladığımız bu kitap, onların Hristiyanlık propagandalarına kanmalarına engel oluyorsa, kitap bir hizmeti yerine getiriyor demektir, kimse bu hizmetin yapılmasından şikayet edemez. Zaman zaman gazete sütunlarında yer alan haberlerden öğrendiğimize göre Türkiye’de bulunan bazı Batılı ülkelerin büyükelçilik ve konsolosluklarının bahçelerinde kiliseler kurulmuştur. Bu kiliselerin bir kısmı sadece Müslüman ailelerin çocuklarını kandırarak Hristiyanlaştırmak için faaliyet göstermekte, buralarda yapılan konuşmalarda İslâmiyet suçlan-maktadır. İsveç Hükümetinin İstanbul’daki konsolosluk bah çesinde pazar günleri özel vaftiz törenleri yapıldığı, bu tören-lerde bir kısım Müslümanların Hristiyanlığa çevrildiği ve vaftiz edildiği basında açıkça yazıldığı halde, bundan rahatsız olmayanlar, günümüz Hristiyanlarinin elindeki muharref İncillerde’yer alan akla, mantığa aykırı hususların yazılmasından şikayetçi olamazlar. Hristiyan Batı dünyası, İslâm dünyasına bir yandan Hristiyanlık propagandası yaparak taarruz ederken, öbür yandan ordularla ikinci bir saldırıyı gerçekleştirmektedir.

Dünyada birçok İslâm ülkesi, Hristiyan orduları tarafından işgal edilmekte, kadın, yaşlı, çocuk denmeden müslümanlar topyekûn katliamlara maruz kalmaktadır. Bugün dünyanın neresinde savaş varsa bakınız, saldırganlar ya doğrudan doğruya Hristiyandır veya Hintliler gibi Hristiyanlarin kuklalarıdır, saldırı-ya uğrayanların hemen hemen hepsi Müslümandır. Halbuki Hristiyan misyonerler “Hristiyanlık sevgi dini, Müslümanlık ise barbarlık dinidir, Müslümanlar kan dökücüdür” diye propaganda yapmaktadırlar. Bu ne biçim bir sevgi dini ki, dün-yanin her yerinde kan döküyor, etnik temizlik adı altında je nosit uygulayıp birçok milleti tarih sahnesinden silmeye çalışıyor, eli kanlı katiller tankların üstünde haçlı bayrakları salla-yarak dünya ile alay ediyorlar! Yine bu ne biçim bir barbarlık-tır ki, barbar denilen Müslümanlar zulme uğruyor, evlerin-den, yurtlarından kovuluyor, aç, bî ilaç, perişan halde kendilerini savunmaktan dahi aciz bir şekilde yapılan saldırılara dahi cevap veremiyorlar! Azerbaycan, Afganistan, Çeçenistan, Bosna-Hersek, Hindistan, Filistin, Filibinler vb. birçok ülkede saldırganlar hep Hristiyandır, saldırılanlar ise istisnasız Müslümandır. Hristiyan dünyasının saldırganlığından rahatsızlık duymayanlar, onların bu davranış bozukluklarının te-melinin neye dayandığının ortaya konmasından”Bizim inancımıza saldırılıyor” diyerek şikâyetçi oluyorlar. Bu, bir yerde “Biz size hertürlü saldırı hakkına sahibiz, ancak siz bizim saldırılarımıza cevap veremezsiniz, buna hakkınız yok, bize cevap vererek suç işliyorsunuz” demekten başka birşey değildir. Vatikan başta olmak üzere, bütün Hristiyan Kiliselerine sesleniyoruz: “Hristiyan-İslâm diyalogu senaryoları ile İslâm Dünyasının gözünü boyamaya çalışacağınıza, önce Bosna, Çeçenistan, Azerbaycan, Filistin vb. yerlerdeki katil dindaşlarınıza ve yandaşlarınıza silahlarını bıraktırınız, oralardaki akan kanı durdurunuz, sonra bizi diyaloga çağırınız. Lütfen, bir yandan katillerin savaşı kazanmaları için takdis ayinleri düzenlerken, öbür yandan mağdurlara ‘gelin anlaşalım’ demeyin, buna kimseyi inandıramazsınız. Önce samimiyetinizi ispat edin sonra diyalog isteyin”. Günümüzde bütün İslâm Dünyası sinsi bir şekilde Hristiyan kültürü tarafından kuşatılmıştır. Şeklen bağımsız görünen İslâm ülkelerinin büyük bir kısmı aslında bağımsız değildir, bu ülkelerin politikaları Batılı Hristiyan odaklar tara fından yönlendirilmektedir. Hristiyan Batı Dünyası, İslâm ülkeleri ile adeta oynamakta ve her istediğini onlara yaptırmaktadır. Bu noktada özellikle bir hususu belirtmekte fayda vardır.

İslâm Dünyasında Müslüman ülke ve milletlerin tek düşmanı sadece Yahudilermiş gibi gösterilmekte, Müslüman milletleri sözde uyandırmaya yönelik olarak yapılan bazı yayınlarda tek suçlunun sadece Siyonistler olduğu ileri sürülmektedir. Bu tür eserlerin bir kısmında bütün dünyayı Yahudilerin yönettiği, dünyadaki ABD ve Rusya gibi süper güçlerin de aslında Yahudiler tarafından idare edildiği, Hristiyan Dünyasının Yahudilerin elinde esir olduğu şeklinde görüşlere yer verilmektedir. Bu görüşe göre Hristiyanlar sütten çıkmış ak ka şık misali masumdur, İslâm Dünyasının başına açılan gailelerde ve Müslümanlara yapılan zulümlerde Hristiyanlar suçlu değildir, aksine tek suçlu Yahudilerdir. Biz bu görüşe katılmadığımızı belirtirken elbette “Yahudiler masumdur” demiyoruz, bize göre tek suçlu Yahudi değildir. İslâm Dünyasının başına açılan belâlarda en az Siyonistler kadar Haçlı ruhuna sahip olan Hristiyanlar da pay sahibidir ve ekleyerek şunu söylüyoruz: “Bugün Kudüs sadece Yahudi işgali altında değildir, orada görülmeyen bir Hristiyan işgali de sözkonusudur. Orta Doğu’ya ve bütün Asya’ya yönelik misyoner faliyetlerinin merkezi Kudüstür, Dünyadaki bütün misyoner örgütlerinin Kudüste merkezleri vardır”. Asırlarca Kudüs’e giremeyen Haçlı orduları İsrail’in arkasına saklanarak buraya girmişlerdir ve buradan dünyanın çeşitli yerlerine misyoner sevketmektedirler. Hristiyan Dünyasını Yahudilerin idare ettiği görüşüne karşı, İslâm Dünyasına saldırma konusunda Siyonistleri Hristiyan Batı Dünyasının kışkırttığı ve Siyonistleri Hristiyan Ki liselerinin yönettiği şeklinde bir görüşü de ortaya atmak mümkündür. Belki de Hristiyan Dünyası, İslâm ülkelerinde Yahudilerin tek düşman olduğunu belirten yayınların yapılmasını gizlice desteklemekte, bu yolla İslâm ülkelerinde ortaya çıkacak bütün tepkiyi Yahudiler üzerine çekerek kendilerine gelecek tepkilerden kurtulmakta ve kendi sömürü sistemini rahatça yürütmektedir. Rakipler, İslâm Dünyasına iki kol-dan saldırırken ve İslâm Dünyası, savunmasını iki kola karşı yürütmek zorunda iken, Batının gizlice organize ettiği bu propaganda neticesinde savunma sadece tek cephede yapılmakta ve Hristiyan cephesi terkedilmekte, dolayısı ile bu cephede Hristiyanlar kolayca galip gelmektedir. Müslüman milletler bu Haçlı cephesinde sürekli olarak kaybetmekte, fakat kime karşı nasıl kaybettiğini bir türlü anlayamamaktadır. ABD, İsrail ve Suudi Arabistan ilişkilerini dikkatle incelediğimiz zaman Hristiyan Dünyasının Siyonizm propagandası ile İslâm Dünyasını nasıl kandırdığını ve oyuna getirdiğini daha açık bir şekilde görürüz. Filistin’i İşgalinde dünyada İsrail’in en büyük destekçisi Amerika’dır. İsrail;’Araplarla savaşırken en büyük yardımı bu ülkeden almıştır. İsrail’in Müs–lüman Araplara reva gördüğü her türlü zulüm ve işkence Amerika tarafından hoş karşılanmakta, hatta Birleşmiş Milletlerde İsrail aleyhine alınan kararların uygulanmasını ABD ve-to hakkını kullanarak engellemektedir.

Olayı dış yönü ile incelediğimiz zaman bütün Arap Dünyasının, dolayısı ile Suudi Arabistan’ın, İsrail’in can düşmanı olduğunu görürüz. Ama Orta Doğuda İsrail’i ayakta tutan en büyük güç Amerika’nın, bölgedeki ikinci derecedeki müttefikinin de Suudi Arabistan olduğunu müşahede etmekteyiz. Amerika, bir yandan İsrail’in bölgede devlet olarak ayakta kalmasını sağlarken, öbür yandan İsrail’in can düşmanı Suudi Aarabistan’in da savunmasını üstlenmekte ve sözümona onu Irak’a karşı korumaktadır. Tabi ki Saddam tehlikesine karşı kendisini koruyan Amerika’ya karşı Suudiler borçlarını ödemekte, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ABD’nin emrine sunmaktan büyük mutlu-luk duymaktadır. Amerika, Suudi Arabistan’ı Saddam’a karşı koruduğu için Suudilerden aldığı dolarları Filistin’de Müslüman Arapları insafsızca katleden İsrail’e, katliamlarıni daha iyi yapsın diye yardım olarak vermektedir. İsrail’in can dostu Amerika, İsrail’in can düşmanı Suudi Arabistanı niye koruyor veya İsrail’in can düşmanı Suudi Arabistan! İsrail’in en yakın dostu Amerika’ya nasıl güveniyor ve onunla nasıl işbirliği yapıyor? Bu oyunda bütün insiyatif, İsrail’in elinde midir? Komployu esas tezgaha koyan güç Amerika olamaz mı? Gerek Körfez Krizinde ortaya çıkan tablo ve gerekse İran-Irak savaşında bütün Avrupa ülkelerinin aynı anda hem İran’a, hem de Irak’a silah ve mühimmat satması Hristiyan Batının, İslâm Dünyasına karşı masum olmadığını, İslâm ülkelerini birbirine düşürmede tahrikçilik rolü oynadığını ortaya koymaktadır. Yukarda verdiğimiz birkaç örnek bile, dünyayı yönetme hususunda Siyonistlerin yanlız olmadığını, enaz Siyonistler kadar Haçlı ruhunun da bu yönetimde etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Hristiyan Dünyasının bu agressif tavrı nereden aldığını anlamak için Batılıların dinî durumlarını ve özellikle kutsal kitaplarını incelemek gerekir. Biz bu görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Batı’da İslâmiyet ile ilgili olarak yapılan çalışmalara bakılınca bizim araştırmamızın sadece gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olduğu, Batı’da yazılanlar gibi belgelerin çarpıtılmadığı ve konunun tek yanlı olarak ele alınmadığı görülecektir. Kitabımızın 1991 yılında yapılan ilk baskısından, Hristiyanlarla birlikte sözüm ona bazı Müslüman aydınların da rahatsız olduklarına şahit olduk. Bir kısmı üniversite mensubu olan ve uzun süre Bâtida kalmış olan bazı kişilere göre, İncil leri böylesine bir eleştiri süzgecinden geçirmeye hakkımız yoktur. Bu, inanç hürriyetine aykırı bir davranıştır. Aynı kişilere, Hristiyanların Türkiye’de yapmış oldukları propaganda faaliyetlerini anlattığımız zaman, olayı çok büyüttüğümüzü, Türklerin de Avrupa’da cami açtıklarını, buna karşılık Avrupalıların da Türkiye’de propaganda yapma haklarının oldu ğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiayı ileri sürenlerin büyük bir kısmının Batıda eğitim gördüklerine, akademik çalışmalarının bir kısmını Batıda tamamladıklarına şahit olmaktayız.

Şüphesiz Batıda eğitim görmüş herkesin böyle düşündüğünü söylemiyoruz. Batıda eğitim gördüğü halde manevi ve milli duyguları güçlü, Batıya uydu olmamış birçok aydınımızın var olduğunu biliyoruz. Ancak Batı ülkelerine eğitim ve araştırma yapmak üzere giden aydınlarımızdan bir kısmının burada Hristiyan misyoner örgütlerinin eline düştüğünü de bilmekteyiz. Maddi imkânsızlıklar yüzünden bu örgütlerin eline dü şen bir kısım öğrencilerimiz, misyonerler tarafından sinsi bir şekilde denetlenmekte, kendi ülkeleri aleyhinde gizlice programlanmaktadırlar. Bu öğrencilerin büyük bir kısmı, bulundukları ülke lehine ve kendi ülkeleri aleyhine programlandık-larından dahi habersiz olarak, eğitim gördükleri ülkenin ve bu ülkenin dininin hizmetkârı olarak kendi ülkesine geri dön-mektedir. Batılılar kendi ülkelerine gelen bu öğrencileri adeta beyinlerinden iğdiş etmekte, onların Batı ve Hristiyanlık aleyhinde düşünemeyecek kadar fikir ve düşünce iktidarsızlığına uğramasını sağlamaktadırlar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir