“Ona şiir öğretmedik. Onun şiire ihtiyacı da yoktur.” Böyle diyor Kitab. Kitab böyle diyerek, hem kendini, hem Kitab’a elçilik edeni, hem de varlığı kastediyor. Evvelâ, Kur’ân şiirden müstağnidir; çünkü Kur’ân hiçbir şair hayalinin sahih eyleyemeyeceği müjdeler indirir kalbimize. İkinci olarak, Peygamber de şiirden müstağnidir; çünkü O’nun yaşayışı hiçbir sözün eteğine dokunamayacağı eşsiz bir ahenk ve renk sunar gönüllerimize. Kur’ân’ın ve Peygamber’in söz açtığı varlık âlemi ise, şiirin kuşatamayacağı iç içe derinlikler saklar, hiçbir şairin dile getiremeyeceği sonsuzahenkleri besler. “Onun şiire ihtiyacı yoktur” cümlesini sakın ola ki, bu cümlede sözü edilen “o”nların, yani Kur’ân’ın, Peygamberin ve varlık kitabının “şiirden nasibi yoktur” şeklinde anlamaya kalkmayın. Şiirden müstağni olmak, şiirce zengin olmayı, şiire tok olmayı gerektirir. Şiire doymuş olmak, şiirin abartmasına, yüceltmesine ve inceltmesine ihtiyaç duymayacak kadar şiirsel olmak demektir. Varlık öylesine tamamlanmış bir şiirdir ki; abartılmasına, yüceltilmesine, kafiyeye dökülmesine ihtiyaç yoktur. , size, şiirselleştirilmeye ihtiyaç duymayan o şiiri, yani varlığın eşsiz ahengini ve doyumsuz rengini hissettirmeye niyetli bir çalışmadır.O şiir ki, gözün gördüğünden ötededir; aklın anladığından âlâdır. Ancak o şiir, gözün görmesiyle yeniden yazılır, yeniden yankılanır, akim anlamasıyla yeni ahenklere bürünür, yenirenklere ayrılır. İnsanın varlığa muhatap oluşu, varlığın şiirinden öte, ancak varlığın içinde bir şiirdir. Şüphesiz ki, kâinatın Yaradan’ı, biz insanları kâinatın karşısına koyarak, bu yeni şiiri de takdir etmiştir. Varlığın insandaki yankısı varlığın şiirine dahildir. Şimdi her birimiz her an yeniden yeniye yazılan bu şiiri anlamaya çalışarak, o şiirin içindeki yerimizi bulmaya çabalıyoruz. , sizi, gözünüzün gördüklerinden ötesine tanık olmaya çağırırken, can kâsesinin içinde saklı sırları da kalbin dudağına değdirmeye çabalıyor, varlığınızı bir kar tanesi yumuşaklığında yeniden hatırlatmaya niyetleniyor. Yüzün Yüzleri Tıpkı dibinde incilersaklayan dipsiz bir denizgibidir yüzümüzRuhumuzun derinliklerinden kopup gelen hersır, yüreğimizin köşelerinden sızıp gelen her duygu hemen yüzümüzün detaylarına taşınır. Yüzde YüzKeşif Birkaç yıl önce, bir gece tefekkürünün dünyama yansıyan ışıltılarını ifadelendirmeye çalışırken, hepimizin içinden gelip geçtiği ama çabucak unuttuğu en tehlikeliserüvenden sözetmem gerekti. Her birimizbu dünyaya, kimliğimizin var-yok arasında gidip geldiği, varlığımızın ölüm-kalım arasında sarkaçlandığı sessiz bir yolculuktan sonra gelmiştik. Öyleyse o günlere gidip ‘şimdi sahip olduklarımız’ı yeniden düşünmek ilginç olabilirdi. Derin bir yokluğun içinden varlığa doğru yolculuk gerçekten ilginç bir anlatıma da yol veriyordu. Örneğin, “Gözlerim yoktu, gözlerimin olmadığını görecek gözlerim de yoktu” gibi bir ifade, verilene henüz verilmeyenle tanıklık ederek, verilenin bizim malımız olmadığını açıkça ifade etmeye yetiyordu: “Gözlerim yokken, gözümüzün olmadığını da görecek olan ben değildim; öyleyse gözlerimin olmadığını bir Sen gördün.” Her birimizi variık-yokluk arasındaki keskin çizgiye taşıyan bu ifadeler, diğer verilenler için de dillendirilebilirdi. Ellerim için: “Elim yoktu, Senin ‘kudret eli’ne tutundu ellerim.Ben, ellerim ve elde edeceklerim, 12 öylece ele avuca geldi.” Kulaklarım için: “Sağırdım, bana bir Sen kulak verdin. Her şeyi her an işiten Sen, ben kulak sahibi değilken, işitmek istediklerimi işittin.” Dilim için: “Dilim dönmüyordu, Sen bana söz verdin.” Dudaklarım için: “Daha dudağım dudağıma değmedi. ‘Ağzı var dili yok’ bile değilim. Bana rahmetinle bir Sen tebessüm ettin. İki dudak verdin, bir dil. Cümle dudakları gül eyledin. Gülücükler verdin, güller gönderdin.” Ayaklarım için: “Ayaklarım yoktu, beni varlığa Sen yürüttün. Yokluktan varlığa yürüttün Sen bedenimi.Hiç yoktan ayağa kaldırdın beni.” Bir gece yarısı heyecanıyla kaleme aldığım (daha doğrusu, tuşa getirdiğim) “Bir Ceninin Hatıra Defteri” başlıklı makalede yüzüm için söyleyeceklerimi en sona bırakmıştım: “Gelmeye yüzüm yoktu, Sen bana yüz verdin. Beni tanımıyordu annem babam bile. Varlığımdan bile haberli değillerdi. Ben de bilmiyorum var olduğumu. Var olma arzumun bile farkında değilim. însan olduğumu da bilmem. ‘Anılmaya değer bir şey’ değilim.Kimse saymıyor beni.Adım yok, adam yerine koyulmuyorum. “Yüzüm yok. Çatık bir kaşım, gamzeli bakışlarım yok. Saçlarım, kirpiklerim yok. Kaşlarım kirli bile değil; yok. Yüzüme çamur bulaşmamış; çünkü yok! Şekilsiz, biçimsiz, kaba, belirsiz ve korkunç görünüyorum.Böyle görseydi beni annem, belki yüzvermezdi bana.Yüzüme bakamazdı. Yüzüme bir Sen baktın. Bana Sen yüz verdin. Yokluğun kirli, çirkin maskesini yüzümden indirdin. Rahman suretini indirdin yüzüme. Annemin gözlerine değesi ‘bebek yüzlü’ tenler giydirdin ete kemiğe.Kirpiklerimin ucuna gamzeli bakışlar düşürdün.Ve yanaklarıma gülücüklersaldın. Saçlarımı YÜZÜN YÜZLERİ 13 verdin, ‘zülf-ü yâr’ olası çizgiler çizerek; kaşlarımı eğri kıldın, yay gibi; bakışlarıma nur verdin, ay gibi. Karşısına vurulası âşıklar koydun.Güneşi gözucuma Sen getirdin. Bilmezdiler oysa varlığımı. Tanımazdılar beni. Sen yüz vermesen, yüzümü kalplerine aşina eylemesen, yüz süremezdim annemin yüzüne. Hayatı yitirdiğimde de, bana yeniden hayat verecek Sensin. Bir gün toprağa yüzsürdüğümde de…”
Senai Demirci – Elde Var İnsan
PDF Kitap İndir |