Suat Yıldırım – Kur’an-ı Kerîm ve Açıklamalı Meali

İlk asırlardan günümüze, seviyeli-seviyesiz tercüme türünden bir kısım çevirilerin yanında bir hayli de meâl ve tefsir yazıldı. şu anda da yazılıyor. bundan sonra da yazılmaya devam edecektir. Biz, Kur’ân ruhunun seslendirilmesi ve İlâhî maksatların anlaşılması adına gösterilen bütün samimî gayretleri alkışladık ve alkışlıyoruz. Hele bu gayret ve çabalardan, zaman ve onun özel yorumları, içinde bulunduğumuz şartlar ve onların doğru okunması, makasıd-ı şeriat ve onların Kur’ân ve Sünnet-i sahîha ruhuna uygun kavranması, telâhuk-u efkârla zenginleşmiş düşünceler ve bu sayede her şeyin daha net, daha açık görülüp sezilmesi… gibi hususlar da göz ardı edilmemişse/edilmiyorsa… Bu cümleden olarak Ali Ünal beyin Kur’ân’a hizmetlerini takdirle yâd ediyor ve daha pek çok hayırlı işe imza atmasını diliyoruz. Fakir, şahsen bu kardeşimizi de, hakikat aşkı ve ilim iştiyakıyla gerilmiş bazı simalar gibi içinde bulunduğumuz çağı iyi okuyanlardan ve günümüzün problemlerine çare arayanlardan biri olarak görüyorum. Günümüzde bir hayli Kur’ân okuyan, okuduğu Kur’ân’da makasıd-ı sübhâniyeyi keşfe çalışan var. Buna saff-ı evveldekilerin Kur’ân-ı Kerim’e bakışı gibi bakanlar da diyebiliriz. Ali Ünal beyin onlardan biri olduğunda şüphe yok. Her şeyden evvel o, Kur’ân’ın sesine yabancı olmayan biri. İslâmî konularda bakışının düzgün olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı zamanda onu, sık sık kendisiyle yüzleşmesi ve inandıklarını rahatlıkla dillendirmedeki cesaretiyle de bir entelektüel sayabiliriz.


Ayrıca dinî konularda doğruya ulaşma azmi, istişareye önem vermesi, hata etme endişesi ve hatalarından dönme rahatlığı da onun Hakk’a yakın durmasının göstergelerindendir. Tanıyabildiğim kadarıyla onun, Kur’ân’ın te’vil ve tefsirinde ya da geniş bir meâlle Müslümanların istifadesine sunulmasında “Bu işin en mükemmelini ben yaptım” gibi bir iddiası olmadı; aslında hiçbir kimsenin de böyle bir iddiası olmamalıdır. Bu konuda onun da, ondan öncekilerin de ve daha sonrakilerin de gayretleri ve Kur’ân’a hizmetleri müktesebât, samimiyet ve Allah’ın teveccüh ve inayeti ölçüsünde olmuştur/olacaktır. O da pek çok muasır te’vil ve tefsirci gibi her zamanki hınçlı mütecavizlerin yanında düşmanlıkla oturup kalkan münafıkların yönelttikleri tenkit edalı sorulara “tefsir usulü” disiplinlerine sadık kalarak cevap verme cehdi içinde olmuş; isabetli cevaplar vermiş; yerinde çağdaş tefsir ve yorumlara müracaat ederek günümüzün diliyle bize bir şeyler anlatmış ve hep bütün samimiyetiyle Kur’ân’ın yanında durmaya çalışmıştır; iddiasız fakat kararlı, doğruyu bulmaya azimli ancak yaptıklarını da tashihe açık özel duruşunu hiç mi hiç taviz vermeden sürdürmeye çalışmıştır. Meâlinde eski-yeni, Sünnî-Şiî değişik kaynaklara müracaat edildiği açıkça görülüyor. Ben bunu bir lüks olarak değil de herkese Allah’ın söyletmiş olabileceği güzel bir tahmin ve tespiti yakalama gayreti gibi görüyorum. O, “İlim mü’minin yitiğidir, nerede görülürse görülsün alınmalıdır.” esprisinden hareketle muhkemâta tevfikan bulduğu her hakikati kitabına alıp herkesin istifadesine sunma peşindedir. Kur’ân-ı Kerim’in tefsir, te’vil ve meâlinde, bu hususlarla alâkalı gerekli bilgilerin yanında, Allah’ın muradını yakalama veya ona ulaşma mevzuunda yine O’nun tevfikat-ı sübhâniyesi çok önemlidir. O olmadan hiçbir şey doğru keşfedilemez, anlaşılamaz ve seslendirilemez. Bana göre Ali Ünal beyin Kur’ân’ı doğru anlama ve anlatma cehdi tam. Kur’ân’a ve İslâm’a yöneltilen eski-yeni itirazlara ve isnatlara karşı araştırma azmi ve gayreti yerinde. Pozitivist bir kesimin her şeyi maddi tecrübe ve maddi müşahedeye ircâ gayretlerine karşı Allah Kelâmı’na olan güven ve itimadı tam mü’mince. Ancak bütün bu olumlu tavır ve davranışlara gerçek anlam ve değer kazandıracak da yine tevfik, yine Hakk’ın özel inayeti olacaktır; biz, yazılan, çizilen ve söylenilen her şeyin o inayete bağlı gerçekleşmiş olmasını dileriz. Dünden bugüne Kur’ân-ı Kerim’in tefsir ve te’viliyle alâkalı bir hayli kitap ortaya konduğu gibi, ona ve muhtevasındaki bazı hususlara yöneltilen itirazlara da tekrar ber tekrar cevaplar verildi. Bundan sonra da pek çok tefsir ve meâl yazılacak; yeni yeni itirazlara cevaplar verilecek ve bu hep böyle sürüp gidecektir: Evet, kim bilir Kur’ân ve muhtevası etrafında daha ne şüpheler üretilecek.! bilmem daha kaç kez zihinler bulandırılmak istenecek.! o ezeli düşmanımız İblis, imanı itibarıyla henüz oturaklaşmamış nice kimseler üzerinde akla-hayale gelmedik ne oyunlar oynayacak.

! şeytan, insî ve cinnî bugüne kadar adı duyulmadık ne senaryolarla insanları baştan çıkaracak. ve insanımızı kendi değerleri adına kim bilir daha kaç kere tereddütlere düşürecek ve sarsıntılar yaşatacaktır! Bunlar bugüne kadar muttasıl olmuştur ve olacaktır da; ama Ali Ünal bey gibi yüzlerce gayret-i diniye sahibi de bunlara karşı duracak; değişmeyen o yüce hakikatler mecmuasını bir kere daha açacak, bir kere daha konuşturacak ve her şeyden daha aziz bildikleri bu Kelâm-ı Kadim’in te’vil ve tefsirine koşacaklardır. evet, şeytan ve avenesinin o en güçlü ifsat sistemlerine karşılık “Hizbu’l-Kur’ân”ın müdafaası da hep devam edip duracaktır. İşte bu meâli de, bugüne kadar yapılanlar çizgisinde böyle bir cehd ü gayretin ürünü görebilirsiniz. Onda yer yer bir meâl çerçevesini aşan konulara girilerek bir kısım münkirlerin yanında bazı oryantalistlerin ve bunların tesirinde kalan bazı cahil mukallitlerin ortaya attıkları şüphe ve tereddütlere mâkul cevaplar verilir, vicdanlarda itminan hâsıl edecek doneler ortaya konur ve sık sık Kur’ân’ın yenilmez gücüne göndermelerde bulunulur. Meâlde Kur’ân’ın temel unsurlarına mütemâdi telmihlerle dikkat çekilir: Tevhid, nübüvvet, haşir ve ibadet, Üstad Bediüzzaman’ın yaklaşımına bağlılık içinde münasebet geldikçe ele alınır ve farklı derinlikleriyle ortaya konmaya çalışılır. İmanın özü, esası ve inkişaf yolları sık sık hatırlatıldığı gibi, ibadetin ruh ve manâsına taalluk eden konular üzerinde de ısrarla durulduğu görülür. Meâl; iman, küfür, nifak ve bunların eski-yeni temsilcileriyle alâkalı pek çoğu itibarıyla “yeni” diyebileceğimiz bir hayli bilgi sunar okuyucusuna. Onda bir tefsir çerçevesinde ele alınır Bakara konusu: İsrailoğulları’nın tarihî sergüzeştisi; harp ve sulh mevzuları; Âl-i İmran ve Hazreti Mesih hakikati. kadın hakları, haram-helâl hususları. Belli ölçüde de olsa hikmet edâlı bir üslûpla seslendirilir bu meâlde Cennet, Cehennem, A’râf ve çarpık düşüncelere verilen cevaplar. Kıssalardaki hikmet arayışında da ciddî bir cehd ve gayretin izleri müşahede edilir. İsrâ, Miraç, Ashab-ı Kehf, Hazreti Musa-Hızır arkadaşlığı ve Zülkarneyn’le alâkalı konular bir meâlde görmeye alışmadığımız, tefsir edâlı bir üslûpla ortaya konur. ve âdeta bir mücellet içinde tefsir ve te’vil kitaplarının muhtevası ifade edilmeye çalışılır gibi bir gayret hissedilir eserin her tarafında. Meâl baştan sona bu mülâhazalara bağlı götürülse de bu hususların bütününü burada misallerle göstermek mümkün değildir.

Ancak biz her şeye rağmen, son sûrelerde, bilhassa üzerinde durulan bir kısım konulardan bazı örnekler vermekte fayda mülâhaza ediyoruz: Mülk sûresinin 4. âyetinin yorumunda, Bediüzzaman üslûbuyla, şu hususlar hatırlatılır: “Semaları temaşa ve üzerlerinde tefekküre çağıran bu âyet bize hilkatin çok geniş alanlı cereyanına rağmen her şeyin gayet mükemmel ve güzel bir sanat eseri olarak ortaya konduğunu, olabildiğine kolay ve külfetsiz yaratılmasına karşılık fevkalâde nizam ve intizam içinde var edildiğini; “birdenbire” diyeceğimiz bir süratle halk edilmelerine mukabil olabildiğine ölçülü yaratıldıklarını ve bütün bunların yanında ferdiyet ve şahsiyetlerinin korunduğunu ifade eder.” denilerek gönüllerimize tercüme üstü çok şeyler fısıldanır. Keza, Dehr sûresinin 1. âyetinin mealine bağlı derkenar şu hususların kaydedildiğini görürüz: “İnsan, varlık ağacının çekirdeği olduğu gibi aynı zamanda onun meyvesidir. Yani varlık ağacı bir mânâda bu çekirdekten çıkmıştır. Bir ağaç, mânâ, muhteva, öz açısından çekirdekte kodlandığı gibi kâinat da insan hakikatinde kodlanmıştır denebilir. Bu itibarladır ki, insan bir fihrist ölçüsünde kâinatlarda bulunan her şeyi muhtevi olan bir varlık kabul edilegelmiştir.” Meâlde zaman zaman modern yorumlara da yer verilir ve bize tefsir vüs’atinde geniş bilgiler sunulur. Meselâ, Mülk sûresinin 5. âyetinin meâline bağlı 1993 yılında Milletlerarası Meteor Teşkilatı’nın verdiği bilgileri değerlendirme sadedinde şunlar söylenir: Teşkilatın da ifade ettiği gibi, meteor sağanakları hâlâ sırrını koruyan birer hâdisedir ve önceden tahmin edilmeleri de çok zordur. Evet, bu husustaki âyetler önemli birer referans kaynağı olmalarına rağmen henüz tam değerlendirildiklerini söylemek mümkün değildir. Meâlde, müteşâbih âyetler de, hakikati Allah’a havale edilmenin yanında Sünnî telâkkiye göre yoruma tâbi tutulurlar. Meselâ, (Mülk/16) âyeti şöyle mânâlandırılır: “Her şeyin üzerinden her nesneyi gören ve kontrol eden Zat’ın sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz?” denilir ve daha başka bir kısım hususlara da vurguda bulunulur. Çok defa kelime ve cümlelerin ifade ettikleri mânâların ötesinde siyak-sibak ve bütün hey’etten anlaşılan umumî mefhum meâl olarak sunulur ve tercümelerde rastlanmadık bir farklılık ortaya konur.

Gerçi böyle bir üslûpta çok parantezler açılırkapanır, ama tefsirlerde olduğu gibi mazmunun ve mantukun daha bariz şekilde ortaya çıkması açısından yararlı da olabilir. Meselâ, (Kalem/18) âyetine, “Hiçbir istisnada bulunmadılar; (ne inşaallah diyerek Allah’ın Meşîeti’ni hesaba kattılar ne de muhtaçların payını düşündüler.)” şeklindeki meâl türünden pek çok örnek göstermek mümkündür… (Cin/18) âyetinin meâlinde “Her nerede ibadet edilirse edilsin ibadet Allah içindir. (Kişinin onlarla ibadeti gerçekleştirdiği uzuvlar da Allah’ın yaratmasıyla Allah’a aittir)” demek tercih edilir. (Müzzemmil/4) beyan-ı sübhânîsi, “Sükûnet içinde, harf ve kelimelerin hakkını vererek, zihin ve kalbini onun üzerinde tam teksif edip öyle Kur’ân oku!” şeklinde meâllendirilir. Bunların misallerini çoğaltmak mümkündür ama, biz bu hususta da bu kadarıyla iktifa etmek istiyoruz. Müellifimiz, bazen geçmiş büyük müfessirlerin tefsirlerinden aynıyla iktibasta bulunur ve onların yorumlarını kendi tefsir ve te’villerine tercih eder ki, meâlde bu hususla çok sıkça karşılaşırız. Meselâ, Hâkka suresi 17. âyetinin meâlini arz ederken Allâme Hamdi Yazır’ın İbn-i Arabî ve emsalinden naklettiği, Rabb’in Arş’ını taşıyan sekiz melekle alâkalı oldukça ciddî bilgiler sunar. Yanlış yorumlara çekilebilecek yerlerde ciddî ciddî durur ve anlayış sapmalarına meydan vermemeye çalışır. Meselâ, “Allah sizi bir bitki gibi yerden bitirdi” (Nuh/17) meâlindeki âyete hâşiye düşerek şunları söyler: “Evrime mesnet arayanlar bu âyeti hevâlarına göre yorumlamak istemektedirler; oysa ki, bu beyan-ı sübhânîde insanlığın menşeinin su, toprak, hava… gibi unsurların bileşiminden, o Kadîr-i Mutlak’ın var etmesiyle meydana geldiği anlatılmaktadır. Bundan ne evrim çıkarmak ne de evolüsyona mesnet bulmak mümkündür.” Bu eserde, esbâb-ı nüzûl üzerinde de ısrarla durulduğu görülür ama meâller sebeplerin darlığına emanet edilmez; usûl-ü tefsir kurallarına uygun olarak konulara daha farklı bir perspektifle bakılır. Meselâ, Abese sûre-i celîlesinde bilinen sebeb-i nüzûlun dışında daha başka mülâhazaların da var olabileceğine dikkat çekilir ve farklı mütalâalarda bulunulur. Ben, bu istikamette ortaya konmuş tefsir ve te’villerden insanımızın istifade ettiği gibi bu meâlden de yararlanacağına inanıyorum.

Ortaya konmuş bir gayret var; bunun ilâhi inayete vesile olmasını diler ve deyip ettiğimiz şeylerden ötürü Cenâb-ı Hakk’ın afv u mağfiretine sığınırım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir