Hilmi Ziya Ülken – Felsefeye Giriş – 2

Platon’un rasyonel ve ideal varlığa ait derin görüşünü gerçeğe ait incelemelerle birleştiren Aristoteles ilk defa ilim felsefesinin temellerini kurmuştu. O zamandan beri (yirmi dört asır) insanlık bu büyük yolun üzerinde düzeltmeler yaparak ilerliyor. Aristoteles mantığının yetmezliği, eksikleri görüldü. Fakat düşüncenin temel kategorileri değerini muhafaza etti. Şu kadar var ki, büyük filozofun çizdiği plan, esasında tabiat ilimlerine göre hazırlanmıştı. “Varlık kategorileri”nin matematikten hayat ilimlerine kadar birçok sahalarda geçerliği kabul ediliyordu. Fakat aynı kategorileri, hayat hadiselerini üzerinde insanla ilgili bütün hadise çeşitlerine tatbik etmeye kalkınca mesele değişti. Tabiat ilmi genellikler arıyordu. Münferit şeylerden başlayarak benzer vasıfları buluyor, sınıflamalar yapıyor, tümevarım yolu ile olaylar arasında sebeplik ilişkileri, sabit münasebetler kuruyor, böylece kanunlara yükseliyordu. Matematik ilimler formel mantık kurallarına göre hadiselerle ilgisiz tümel nicelik münasebetlerini meydana çıkarıyor ve tümelden tümele, tümelden özele doğru sonuç çıkarma (déduction) yolu ile hareket ediyordu. Gerek hadiselerden genele yükselen tümevarımcı ilimlerde, gerek tümelden netice çıkarmaktan ibaret olan sonuç çıkarma ilimlerinde daima genellikler, prensipler, kanunlar, sabit münasebetler bilginin esasını teşkil ediyordu. Acaba bu esaslara sadık kalarak insana ait ilimleri kurmak mümkün müdür? Gerek tümevarım, gerek sonuç çıkarma yolu ile bilginin başarılı gelişmesini temin eden bazı filozoflar bu soruya müspet cevap vermişlerdi. Vakıa bu yolu açan ilk filozoflar için böyle bir soru bahis konusu değildi. Çünkü onlarda (mesela Aristoteles’e dayanan İbn Sina, İbn Rüşd veya onlardan mülhem Saint Thomas’ta) bütün ilimler zaten felsefenin dallarıdır. Kendilerine mahsus kuralları yoktur.


Ancak Descartes’tan ve Bacon’dan itibaren sonuç çıkarmaya ve tümevarıma ait ilimlerin metotları üzerinde düşünüldü. Fakat Descartes ve ondan sonra gelenler (cartésiens) için de maddeye ait ilimler dışında böyle bir soruya yer yoktu. Çünkü düşünce (cogito) yeni bir metafiziğin hareket noktası idi. İncelenen metotlar yalnız cansız ve canlı tabiata aitti. İlk defa materyalistler Descartes’ın madde âlemi için temel olarak koyduğu uzam ve hareket’ten başlayarak bütün hayat ve şuur hadiselerini açıklamanın mümkün olacağını iddia ettiler. Ancak, varlığın türlü derecelerini en basit ilk görünüşüne ircadan (indirgemeden) ibaret olan bu iptidai felsefe düşüncesi, tabiat ilimleri yanında insana ait ilimlerin temellendirilmesinden çok uzak bulunuyordu. Nitekim biyolojik ilimler ilerledikçe materyalistlerin iptidai indirgemeciliğinin yanlışları görüldüğü gibi, insana ait yeni ilimler uyandıkça onlardan her biri de ayrı ayrı bir indirgemeciliğin hatalarını meydana çıkardılar. Demek oluyor ki, insanla ilgili olan ilimler kendi başlarına bu mekanist felsefeden hiçbir şey almaksızın, postulatlarını kurarak, sahalarını sınırlayarak geliştiler. Bununla beraber onların ortak bir zemin üzerinde metotları arasında tam bir muhasebe yapılması, kontrolü sağlam temele dayanan ilimlerle karşılaştırılması her şeyden önce felsefi bir tenkitten geçirilmelerini gerektiriyordu. Nitekim bu, ya bu ilimlerden birkaçı ile ilgili filozofların işi olmuştur; yahut da bu ilim mensuplarının felsefi düşünce ile karşılaştırma yapmalarını gerektirmiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir