Louis Althusser – Lenin ve Felsefe

Lenin ve Felsefe, Althusser’in eserleri arasında, ötekilerden erken yayımlanmış bir kitap değildir. Bu kitap, Althusser’in temel tezlerinden birini oldukça kısa ve oldukça derli toplu bir biçimde verir: Althusser, Marksist bir filozof olarak felsefeyi tanımlıyor burada. Bir bakıma, öteki kitaplarında ne yaptığını burada açıklıyor. Felsefe ile bilim, felsefe ile ideoloji, felsefe ile politika ilişkilerini de bu kitapta ele alıyor. Biz bu cilde, Althusser’in daha başka dönemlerde yazdığı, ama bu konuyla doğrudan ilgisi bulunan bazı başka yazılarını da koyduk. Kitabın ele aldığı konular üstüne bazı açıklayıcı bilgiler vermeden önce, genel olarak Althusser’in kimliği ve gerçekleştirmeye çalıştığı işler üstüne biraz konuşmakta yarar var. Kimilerine göre Marksizm’e radikal denecek kadar yeni bir yorum getirmiş, kimilerine göre ise aşırı derecede “Ortodoks” bir Marksist Althusser. Düşüncesini oluşturan sorunları ve dönemleri, bunlar karşısında Althusser’in benimsediği tutumları kısaca gözden geçirmekle bu düşüncenin köşe taşlarını aydınlatabileceğimizi umuyoruz. Althusser’in çıkış noktasının, 1956’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nde Kruşçev’in ünlü konuşması olduğu söylenebilir. Bilindiği gibi bu konuşma, daha önceki soğuk savaş atmosferinin bir ölçüde ortadan kalkmasına ve “detant”ın başlamasına denk düşer. Kruşçev’in yaptığı o konuşma ile başlattığı yeni dönemde, gerek Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde, gerekse Batı Avrupa’nın komünist partilerinde önemli değişiklikler oldu. Kruşçev’in konuşması, Stalin döneminde eleştirilmesi gereken pek çok şey olduğu gerçeğini meydana çıkarmıştı. Gelgeleim, bir yanlışın eleştirisi zorunlu olmakla birlikte, önemli olan bu eleştirinin yönüdür. Althusser’e göre, Stalin dönemine getirilen eleştiri yanlış yönden açılan bir eleştiriydi ve bunun da yeni yanlışlıklar doğurması kaçınılmaz bir şeydi. Stalin’in genel baskıcılığına karşı tepki, kendini sol terimlerle değil, sağ terimlerle dile getirdi.


Proletarya diktatörlüğü döneminin bazı yanlış uygulamaları Marksistçe eleştirilip aşılacak yerde, daha geri bir perspektiften, burjuva demokratizmi ve liberalizmi açısından eleştirildi. Kullanılan başlıca terimler, “özgürlük”, “insan”, “insan kişi”, “hümanizm” ve “yabancılaşma” idi. Stalin döneminde yayımlanmamış olan 1844 İktisadi – Felsefi El Yazmaları Kruşçev döneminde yayımlandı. Stalin’in bu kitabı saklamış olması, onun, bu kitapta verilmiş olan Marksizm’in özünü bilerek çarpıttığı şeklinde yorumlandı. Yukarıda sıraladığımız terimlerle Stalin’i eleştirenler El Yazmaları’nda kendilerine ideolojik dayanak buldular. Marksizm, böylece, insanın kendi insani özü olan özgürlüğe yabancılaştıran etkenlerden kurtarma çabası olarak yorumlandı. Marksizm’in Batı Avrupa’da hümanistleştirilmesi daha eskilere uzanan bir süreçtir. Avrupa’da faşist rejimlerin kurulmasından sonra, faşizme karşı mücadelede zaman zaman kurulmasına teşebbüs edilen “cepheler”de, liberal burjuvazi ve küçük burjuvaziyi çekebilmek için, faşizme karşı hümanizmin konduğunu görüyoruz. Örneğin Lukacs, bireysel de olsa, böyle bir teorik tavrın kendi içinde tutarlı bir öncüsü olmuştu. İkinci Dünya Savaşı’ndan ve özellikle soğuk savaşın yumuşamasından sonra ise, hümanizmin, barışçı geçiş anlayışı için onsuz edilmez bir ideoloji olduğu düşünülebilir. Avrupa’da devrim ajitasyonu yapmaya elverişli sefalet koşullarının ortadan kalkmasıyla, kapitalizmin hümanist açıdan eleştirisi ağırlık kazandı. Meta fetişizmi, kapitalizmin insanı yabancılaştırması, insanlıktan çıkarması, kapitalist toplumda şeyleşme gibi konuların incelenmesi, kapitalist sistemin kötülüğüne insanları ikna etmeye yarayan kanıtlar olarak kullanıldı. Bilindiği gibi seçim, bir “ikna” sorunu yaratır. “Yabancılaşma” tezine dayandırılan kapitalist toplum eleştirileri, bir bakıma, sosyalizm olmadıkça “refahın mutluluk getirmeyeceğine” halkı ikna etme çabası gibi yorumlanabilir. Kapitalist toplumdan hoşnutsuz aydınları çekmek için de elverişli bir araçtı “yabancılaşma” veya “hümanizm” ideolojisi.

Komünist partilerin bu dönemdeki siyasi ittifakları düşünülürse, kendi sağlarındaki siyasi kuruluşlarla ortak platformlarda birleşebilmeleri için “sınıf” ölçütünü az çok geri iten bu gibi daha “kapsamlı” ideolojilerin pratik işlevi anlaşılır. Politik düzeyde, belirli uzun vadeli politikaların sonucu olarak bu gibi ideolojilerden yararlanmak anlaşılır bir şeydir. Ama zamanla bu kavramların Marksist teorinin birer parçası haline geldiği, Marksist analizi işletecek anahtar kavramlar olarak kullanılmaya başlandığım görüyoruz. İşte Althusser bu noktada karşı çıkışını yaptı. Bir yanda Stalinist uygulama, bir yanda El Yazmaları’ndan kaynaklanan “hümanizm” ideolojisi: Çağdaş Marksizm için ciddi bir ikilem doğuruyordu bu durum. Althusser, sorunu, kaynaklara, yani Marx’a ve Lenin’e dönerek çözmeyi önerdi. Ona fazla Ortodoks olduğu için kızanlar daha çok bu yanını kasdediyorlar. Ama Althusser bu kaynakları inceler ve sonuçlarını bildirirken, o zamana kadarki Marksist edebiyat içinde rastlanmamış yorumlar da getirdi. Bu yanı da, bazı başka kişilerin onu Marksizm’den uzaklaşmak ve özellikle “strüktüralist” olmakla suçlamasına yol açtı. “Marksizm, teorik bir anti-hümanizm”dir, diyordu Althusser. Onun bu koyuşu tabii -kimisi kasıtlıbirçok yanlış anlamaya yol açtı. Marksizm’in “teorik anti-hümanizm” olması, insan düşmanlığı olması demek değildir. İnsan hayatını, insan haklarını ve insan özgürlüklerini küçümsemek de değildir. Özünde, teorik bir sorundur. Bu soruyu şöyle özetleyebiliriz: Marksizm, özünde, hümanist bir felsefe ise, teorik analizin merkezi de “insanın özü” olmalıdır.

O zaman bu felsefenin görevi, insanın özünü ve insanın temel ihtiyaçlarını araştırmak olmalıdır. O zaman bunun, tarihte birçok benzerini gördüğümüz başka hümanist felsefelerden farkı nedir? Althusser bu sorunu Marksist teorinin dışına koyuyor. Ona göre Marksizm her şeyden önce tarih bilimidir. Marksizm’in tarih kavramına katkısı ise, tarihin, öznesi olmayan bir süreç olduğunu ispatlamasıdır. Bu nedenle, tarih belirli bir “insan özü” çevresinde oluşmaz. Marksizm öncelikle bir bilim olduğuna göre, kendi bilimsel terim ve kavramlarıyla çalışır. Bu temel kavramların başında “üretim tarzı” gelir. Şu halde tarihi, değişmez bir insan özü çevresinde kurulmuş felsefelerle değil, bu öz üzerinde de belirleyici bir varlık olan “toplumsal kuruluş” ve “üretim tarzı” gibi nesnel, bilimsel kavramlarla anlayabiliriz. Marx’ın 18 Brumaire’de söylediği sözler, insanın tarihini kendi istediği gibi değil, geçmişten devraldığı koşullara göre yarattığı doğrusu, Marx’ın bu anlayışının pek çok kanıtından biri olarak gös-terilebilır. Sınıfın sınıfı sömürmesi ile insanın insanı sömürmesi de aynı şey değildir. Marksizm, soyut bir insandan değil, sınıftan, daha doğrusu tarihî belirlenmelerin ürünü olan somut insanlardan yola çıkar ve insanın kurtuluşu için sınıf egemenliğinin yıkılmasını şart koşar. Bu politika, yabancılaşma gibi ideolojik kavramlarla yürütülemez. Althusser’in getirdiği bu düşünce tarzı, Marx’ın eserleri arasında bir ayrım yapma gereğini ortaya çıkarır. Bu ayrım, aslında bu eserlerde vardır. Bu konuda, Marksistler arasında üç ayrı tavırla karşılaşıyoruz: 1) Gençlik ve olgunluk dönemleri arasında fark kabul etmek ve Althusser gibi asıl Marksizm’in olgunluk çağında ortaya çıktığını söylemek; 2) Bazı ayrımlar kabul etmek, ama gençlik çağının büyük ölçüde felsefi eserlerini Marksizm’in özünün ortaya konduğu metinler saymak; 3) Erken dönemle olgunluk dönemi arasında ayrılıklar olsa .

bile, Marx’ın aslında hep aynı çizgiyi izlediğini, ayrılığın, başlangıçta sorunu felsefi, sonradan iktisadi terimlerle koymuş olmasından ortaya çıkan bir görüntü olduğunu varsaymak. Althusser, buraya kadar pek azını özetlediğimiz düşünceleriyle, 20. yüzyılın Marksist düşüncesinde gerçekten önemli sorunlar getirmiş bir kişidir. Bu bakımdan, sırf bilgi edinmek açısından da olsa, tezlerini bilmek yararlıdır. Çünkü Batı dünyasının Marksist edebiyatında daha şimdiden derin izleri var (bu arada, tabii, şiddetli düşmanlan da var). Althusser’in önerdikleri, sonunda benimsenmese bile, üzerinde düşünülmesi gereken şeyler. Ancak, Althusser bugün herhangi bir politik çizginin sözcüsü değildir. Bu nedenle, birbirine tamamen karşıt Marksist akımlar içinde yer alan pek çok düşünür ondan etkilenmiştir. Buna tek bir örnek vermek gerekirse, İngiltere’de, onun düşüncelerini yaymak amacıyla Theoretical Practice (Teori Pratiği) adında bir dergi çıkaran grup, İngiliz Komünist Partisi’nin dışında kalmaya dikkat ediyor. Ama İngiliz Komünist Partisi içinde, özellikle John Lewis eleştirisinden sonra, onu tutan gruplar var. Burada önemli olan Althusser’in kendi tutumu herhalde. Yıllardır Komünist Partisi’nin bir üyesi Althusser ve birçok konuda Parti’yle tıpatıp aynı görüşleri paylaşmadığı halde, orada önemli bir yeri var. Fransız Komünist Partisi içinde Althusser’in “sol” bir tutumu olduğu söylenebilir. Örneğin Sovyet politikasının ekonomizme taviz verdiğini söylemiştir; Sovyetler’in hümanizmi diriltmelerine karşı çıkmıştır. Mao’nun eski teorik metinlerine değer vermiştir.

Öğrenci potansiyeline daha yakın bir tavır gösterilmesini savunmuştur. Fransız Komünist Partisi’nin genel çizgisine uymayan bu hareketlerinden dolayı Parti içinde ona karşı hiçbir şey yapılmamıştır. Yazılarından bazıları gene Parti’nin resmi organlarında yayımlanmaktadır. Çünkü Althusser, teorik düzeyde, Marx’a ve Lenin’e göre, Ortodoks olmayan bir şey söylemiyor. Politik düzeyde ise, Fransız işçi sınıfının politik temsilcisi olan Fransız Komünist Partisi dışında herhangi bir ciddi devrimcilik olabileceğini kabul etmiyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir