Mehmet Altan – Marksist Liberal

Hayat nasıl değişir? Feodal beylerin hakimiyetindeki elle döndürülen değirmenlerden, bireyin özerkleştiği bilgi çağına nasıl geldik? Bu değişimin sihri ne? Veya… Zamanın ruhu nasıl yakalanır? Tarihin temposu nasıl anlaşılır? İnsanlık serüveninin değişimi nasıl izlenir? Karl Marks, bir felsefeci olarak sürekli aradığı bu soruların cevabını sonunda bulmuş. Bakmış… İnsanın doğa ile ilişkisi her şeyi belirliyor. Çalışma aleti ne ise… Hangi düzeydeyse, toplumsal ilişkileri de o belirliyor. Henüz su değirmeni aşamasındaysan… Çalışma aleti elle döndürülen değirmen ise… Üretim biçimini kaba kol gücünün enerjisi şekillendiriyorsa… Toplumsal yapı da feodal ilişkileri aşamıyor. Bir yanda feodal beyler, diğer yanda köleler oluşuyor. Kol gücüne dayalı değirmen tüm toplumsal resmi de şekillendiriyor. Değişimin tılsımını teknoloji oluşturuyor. Çalışma teknikleri değişince hayat da değişiyor. Bugün insan beynini model alan bilgisayarlar var. Çalışma aleti insan beyninin bir çok işlevine hakim bilgisayar olunca… Yaşam da “insan odaklı” hale geliyor. Enerjiyi kaba kol gücü oluşturuyor ve el değirmenleri hayata yol veriyorsa orada beyler ve köleler ortaya çıkıyor… Feodal hukuk ve anlayışı egemen oluyor. Yok, enerji kaynağı çeşitlenmiş, insan doğa ilişkisi beyin modeli üzerinden tanzim edilmeye başlanmışsa, hayatın efendisi de insanın kendisi oluyor. Hayata üretim ilişkileri… Üretim ilişkilerinin değişimi üzerinden bakıyorsanız… İnsanın doğa ile ilişkisi değişince… İnsanın çalışma aleti değişince… İnsanların birbirleriyle ilişkilerinin, hukuktan siyasete örgütlenme anlayışlarının değiştiğine inanıyorsanız… Böyle bir değişim ölçünüz var ise… Siz Marksistsiniz. Hayatı, yaşam değişimini Marksist bir yöntemle izliyorsunuz. Liberalizm ise… Kapitalizmin doğum sancıları sırasında… İnsanı mutlak monarşinin yakıcı kudretine karşı koruma çabasından doğmuş.


Devlete karşı bireyi öne almış. Bir yandan ekonomik… Öte yandan siyasal hakların pekişmesinin savaşımını vermiş. Ekonomik özgürlükler olmadan bireyin siyasal özgürlüklerinin olamayacağını görmüş. Piyasa ekonomisinin toplumsal zenginliğin öz suyu olduğunu keşfetmiş… Doğal kaynakların en verimli kulanımının rekabetten geçtiğini anlamış. Refahın reçetesini piyasa ekonomisinde bulmuş. Yirminci Yüzyıl… Burjuva sınıfı ile proletarya arasındaki çatışmalarla geçti. Sovyetler’in varlığı ve ekonomik algısı ile liberal piyasa yaklaşımı yarıştı… Merkezi planlama ile piyasa ekonomisi rüşt ispatına girişti. Sovyetler’in çökmesi ile piyasa ekonomisi alternatifsiz kaldı ve bilimselleşti. Sanayileşme dönemi bitiyor… Ulus-devlet dönüşüyor… Sosyolojik yapı değişiyor… Marksizm ve liberalizm çatışırken, şimdi benzerlikleri öne çıkmakta. Marksizm’de hümanizma var… Liberalizm’de de bireyin üstünlüğü. İkisi de mümkün olduğunca “az devlet” peşinde. Bu yeniçağ aynı zamanda yeni bir sentez çağı. Marksizm ile liberalizmi evlendirecek bir çağ. 1986-2007 yılları arasındaki yazılarımdan, konuya yönelik yapılan seçmeler sonucu oluşan bu kitap, yaşamın akışındaki değişim ve dönüşümü Marksist bir yöntemle ele alan ve piyasa ekonomisini de zenginleşmenin tek gerçek reçetesi olarak kabul eden bir anlayışın ürünü. Hayata bakarken Marksist… Ekonomiye bakarken liberal… Yaşamı kavramaya çabalarken de Marksist-liberal… Ünlü profesör Peter Drucker, “Kapitalizm Sonrası Toplum” adlı kitabının “ulus-devletten megadevlete” başlıklı bölümünde, Türkiye’nin bugünkü durumuna da ışık tutan şu anlatımı yapar: “Politik yapı ve politikada da yeni bir “post” döneme, egemen devletin sonrasına geçiyoruz.

Yeni kuvvetleri artık tanıdık; bunlar son dört yüz yıl boyunca politik yapıya ve politikaya hükmetmiş olan kuvvetlerden oldukça farklıdır. Yeni talepleri de biliyoruz; bunların bir kısmını, belki çoğunu formüle edebiliriz. Ama yanıtları, çözümleri ve yeni bütünleşmeleri henüz bilmiyoruz. Sahnedeki aktörler, politikacılar, diplomatlar, bürokratlar, politik bilimciler ve politik yazarlar, toplumda ve toplumsal yapıda olduğundan daha fazla dünün terimleriyle konuşuyor ve yazıyorlar. Ve genel olarak bir tavır almak zorunda oldukları için dünün gerçeklerinden yola çıkarak ve dünün varsayımlarına dayanarak davranıyorlar.” Bu satırları okuyunca, ulus-devlet sonrasına yönelen “değişim”i değiştirilemeyecek bir “gerçek” olarak kabul edemeyen ve bu süreci göremeyenlerin son Körfez Krizi’nde nasıl Saddamcı kesildiklerini ve 29 OECD ülkesinin imzalaması beklenen “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması” için Türk basınında ne tür haberlerle yorumlar yazdıklarını anımsadım. Bu yaklaşımları, “dünün terimleriyle”, “dünün gerçekleri üzerine” kurulmuştu ne yazık ki… Peter Drucker, ulus devletin nitelik değiştirme zorunluluğunu iki temel nedene bağlar. Bunlardan birincisi ulus devletin artık “parayı kontrol edememesidir.” Para hem elektronikleşti, hem de ulusötesi bir nitelik kazandı. Para akışının kontrolü ulus-devletlerin boyunu çoktan aştı. İkinci temel neden ise, enformasyonu da artık ulus-devletin saptayamaması, kontrolden geçirerek istediği gibi yönlendirememesidir. Ulusa söylenen yalanların doğrusunu anında yabancı bir kaynaktan öğreniveriyorsunuz. Para gibi enformasyon da yeni bir döneme geçti. Geçtiği için de çağı değiştiriyor… Bu değişim geri çevrilemez. Tek çıkar yol ona uyum sağlayıp, o değişimden yararlanmaktır.

Türkiye’de pek kimsenin haberdar olmadığı, olsa da aldırmadığı ya da algılamadığı OECD’nin “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması” da, ulusötesi hale gelen ve elektronikleşen paranın direkt yatırıma dönüşmesini küresel boyutta düzenlemeyi amaçlıyor. Yatırımcılar arasındaki “yerli” ve “yabancı” ayrımını ortadan kaldırıyor. Tasarının kabulü halinde sermaye yatırıma yöneleceği vakit ulus devletlerin kısıtlamalarından etkilenmeyecek. Yeryüzünde OECD’nin hazırladığı anlaşmanın kuralları dışında hiçbir kısıtlamaya tabi olmayacak. Anlaşmayı imzalayınca beş yıl boyunca imzanızı geri çekemiyor ve yasadan yararlanan ülkenizdeki sermayeyi de on beş yıl boyunca faaliyetten men edemiyorsunuz. Ulus-devlet kavramının hipnozundan henüz kurtulamayanlar bu yönelimi yadırgıyor. Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’nın imzalanma süreci “yeni” ile “eski” arasında bir kol güreşi olarak geçecek. Konuyla ilgili gelişmeler bıçakların bilendiğini göstermekte… Türkiye, Sanayi Devrimi’ni hem anlayamadığı hem de tamamlayamadığı için bu yeni dönemi ve onu doğuran dinamikleri algılamakta çok zorlanıyor. Kendini “ilerici” sanan “köktendevletçiler” ise uluslararası sermayenin dönem dönem ilerici bir rol oynayabileceğini göremiyor. Sermaye feodalizmi yıkıp, Sanayi Devrimi’ni başlatırken de devrimciydi. Fransız Devrimi’ni yapan burjuvazi, şimdi artık kendine dar gelen ulus-devlet kalıplarını da çatlatıyor. Mega devlete geçiyor. Ulus-devlet bitiyor. Ulus-devlet kavramlarıyla yeni dönemi ve değişimi anlamak mümkün değil… Zaten bizdekiler de anlamayıp tartışmayıp sadece sövüyorlar… OECD’nin hazırladığı “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması” ulus-devletin yeni bir cenaze törenidir. Bunun bir cenaze olduğunu yalnızca tarihe defnedilen ölü fark edemiyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir