Jean-Paul Sartre – Varlık ve Hiçlik

L’Etre et le Neant 1943 yılında yayımlandı. Simone de Beauvoir, anılarının ikmci cildinde, La Force de l’âge’da, Sartre’ın, felsefe tarihinin en önemli metinlerinden biri olan bu başyapıtı iki-üç ayda kaleme almış olduğunu anlatır. Bunca yoğun ve ağır bir kuramsal serimlemenin onca kısa bir sürede yazılıp bitirilmesi şaşırtıcı değildir. Bu ivecen mesainin arkasında gerçek bir deha, çok küçük yaşlardan itibaren alışkanlık haline gelmiş bir sorgulama ve düşünme tutkusu, devasa bir felsefi müktesebat vardır… Emmanuel Mounier, bir kitabında (Les existen-tialismes), varoluş felsefesinin, “Sartre’m dehasının henüz reçele ilgili duyduğu” zamanlarda da mevcut olduğunu söylerken haklıdır elbette. Ama varoluşçuluğun peygamberi, “reçele ilgili duyduğu” dört-beş yaşlarında, evde kimsenin olmadığı bir gün kibritlerle oynayıp halıyı yaktığında, “marifetinin Tann tarafından görülmüş olabileceğinden” duyduğu dehşeti, “Tanrı yok!” olumlamasının korkunç sorumluluğuyla takas edebiliyordu (Sözcükler). Kaldı ki, L’Etre et le Neant yayımlandığında, filozofun görkemli kariyerinde L’imagination (1936), Esquisse d’une theorie des emotions (1939), L’lmagınaire (1940) gibi kuramsal denemeler, La Naıısee (1938) ve Le Mur (1939) gibi felsefi anlatılar zaten yerlerini almıştı. Bu girizgahtan amacım, bilmen şeyleri yinelemek değil; elinizde tuttuğunuz çevirinin uzun, fazlasıyla uzun serüveninin oluşturduğu karşıtlığı vurgulamaktır. Sartre’la elli yıl önce tanıştım. L’Etre et le Neant’ı, Tünel’deki “Hachette Kitabe-vi” aracılığıyla Fransa’dan getirttiğimde, Bulantıyı, Duvar’ı, Özgürlüğün Yollan üçlemesini, L’imagination’u, Rejlexions sur la que.stion jutve’i, L’Affaire Henri Mar-tin’i, Situadons’ları, Baudelaire’i, Sözcüfeler’i ve tiyatro oyunlarının hemen hepsini okumuştum. 1965 yılında, bir gün, çok yakın bir sınıf arkadaşımla (Prof. Dr. Niyazi Öktem) “De” yayınevinin kapısını çalıp Memet Fuat’ın karşısına çıktık ve “Biz bu kitabı çevireceğiz, basar mısınız?” diye sorduk. Rahmetli kültür adamı, bizi sevecenlikle süzdü ve tek bir soruyla cevap verdi: “Kitabın adını nasıl Türkçeleştireceksiniz?” Çeviri, bugün artık genel geçer bir kabul gören “Varlık ve Hiçlik” adıyla yayımlanmış durumdadır. Ama çeviriyi yapan ben, kendi hesabıma, Me-met Fuat’ın sorusunun yerindeligini hâlâ korumakta olduğunu düşünüyorum.


“Varlık” ve “Etre” [=“olmak”] kavramlarını örıüştürmek, her şeye rağmen bir miktar zorlama içeriyor. Biz, Türkçemizde, “olmak” fiilini, “dır”, “dir” vb. ekler biçiminde kullanıyoruz. Bu bize konuşmada ve yazınsal anlatıda olağanüstü kolaylıklar ve olanaklar sağlıyor; ama felsefece düşünmede de olağanüstü zorluklar çıkarıyor. Özellikle de ontolojinin alanında. “Olmak”, “var olmak”la (ya da “vaTİık”la) aynı şey değildir; bunu iyi anlamak gerekiyor. “Olmak”, birtakım ihtimaller barındıran bir “olmakta-olmak” halidir; “olmak”a, “varlık” (ya da “var olmak”) gibi yaklaşmak, onu şu ya da bu varoluş anında dondurmak olur. “Olmak”, “varolan” bir şeyin süreç halindeki uğraklarından herhangi biri gibi kavranamaz; bu uğraklann bütünüdür. Ve bu bütünü de akışı içinde, uğraklardan herhangi birinde durmaksızın, takılıp kalmaksızın anlamamız gerekir. “Olmak”, yaşamak denen fenomenin olumsal kendıliğinden-ligi değil, kendisidir. Devinim halindeki durağanlığı içmde, mümkünleriyle, muhtemellikleriyîe ve bunları biçimlendiren tasan ve yansıma/yansıtmalarıyla kavranmak zorundadır. “Olmak” vardır, çünkü “yokluk” yoktur, ama “var olmak”, bir olmak kipliğidir. Felsefe tarihinde bunu ilk sezen ve ilk açımlayan Parmenides oldu (“Doğa gizlenmeyi sever” diyen Herakleıtos’u da unutmamak gerek). Ve Heıdeggere gelene kadar da -benim bilebildiğim kadanyla- hiçbir filozof, varlık problemini bu ontolojık eksen çevresinde düşün(e)medi. Leibniz’in, “Neden hiçbir şey yerine bir şey var?” sorusundan kalkan Heidegger, Sein und Zeit’ta (Varlık ve Zaman) şunlan yazar; “Olmak, bir olan gibi düşünülemez […] ‘olmak’m belirlenmesi, bir olanın ona bir yüklem olarak verilmesiyle elde edilemez.

Olmak, tanımlanması söz konusu olduğunda, daha üstün kavramlardan türetilemeyecegi gibi, daha aşağı kavramlardan yola çıkarak da gösterilemez. Ama bunun sonucu olarak ‘ol-mak’ın hiçbir sorun yaratmadığını mı söyleyeceğiz? Hiç de değil; yalnızca şunu çıkarsayabiliriz: ‘olmak’, herhangi bir olan gibisinden bir şey değildir. Bu nedenle, bazı sınırlar içinde geçerli olmakla birlikte, olanı belirlemenin genel tarzı -geleneksel mantığın, antikçağ ontolojisinde temellerini bulan ‘tanımı- olmak’a uygulanabilir değildir. Olmak’ı tanımlamanın imkânsızlığı [Heidegger’in antik on-toiojiden kaynaklanan bir “önyargı” olarak nitelediği imkânsızlık, T.I.] bizi onun anlammı sorgulamaktan bağışık kılmaz, tersine, buyurgan bir biçimde bu sorgulamaya götürür.” Heidegger, yıllar sonraki bir metninde yeniden bu sorunu gündeme getirecek ve “felsefe sona erdikten sonra da düşünceye düşen görevin” olmak’m açıklanması olduğunu söyleyecektir. 1 Varlık ve Hiçlik, altbaşlığmın söylediği gibi, bir “ontoloji denemesi”dir. Ve “olmak”ı “fenomenolojik” açıdan açıklayan bir denemedir. Daha en baştan, “fenomen” sözcüğünü “görüngü” olarak çevirmeyi kendime yasakladım. Bunun nedeni, öncelikle ilkeseldir: Özgün akıl yürütmeler içinde başvurmak, kullanmak, eğip bükmek ihtiyacını duymadığımız, düşünme kipliklerimizde ıçselleştırmediğimiz birtakım bilimsel/felsefi kavramları taşıyan sözcükleri, dili arındırmak adına ve sak etimolojiden kalkarak Türkçeleştirmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Ama asıl nedenim şu: “phainomena”mn yalnızca duyu organları aracılığıyla bilince yansıyan bir “görüntü” olmaması bir yana; Heidegger’in (ve dolayısıyla da Sartre’m) “fenomenoloji”ye verdiği anlam içinde, “fenomen”, kendini göstermeyen, geride duran, “olan”m onun aracılığıyla kendini gösterdiği şeydir. “Ontoloji” ve “ontolojik” sözcükleri için de benzer bir durum söz konusuydu. “Ontoloji”nin “varlıkbilim” olarak çevrilmesine “fenomenoloji” konusunda olduğu gibi bir itiraz yönekemem. Ne var ki “ontolojik” terimi, “varlıkbilimsel”in yanı sıra “varlıksa!” ımlemıni de içermektedir, O zaman da şöyle bir sorunla karşı karşıya kalmz: “ontolojik”i gerektiğinde “varlıksak olarak Türkçeleştirdiğimizde, sık sık karşımıza çıkan “ontık” kavramını hangi Türkçe sözcükle karşılayacağız? Çünkü yine Heidegger’in buyur ettiği bu kavram, “olan”m, onu algılayan ve “ontolojinin” nesnesi haline getiren düşünen özne (yani başka bir “olan”) için olmaklığından bağımsız olan olmaklığım göstermektedir.

Bu yüzden, çeviride, “ontoloji”, “ontolojik” ve “ontik” terimlerim korudum. Ve L’Etre et le Neant’ın, “Essai d’ontologie phenomenologique” biçimindeki ikinci başlığını, “Görüngübilimsel varlıkbilim denemesi” gibi kakofonik ve kakolojik bir çeviriyle trampa etme hakkını kendimde görmedim. Varoluşçuluk ideolojisinin (Sartre’ın, “felsefe” tanımını kıskançlıkla kullandığını ve varoluşçuluk da dahil olmak üzere birçok düşünce sistemini, örneğin bir Marksist “felsefe”ye kıyasla, “ideoloji” olarak nitelediğini hatırlatayım) bu temel metni, baştan sona “olmak”, “var olmak”, “varoluş”, “olumsallık”, “olgusallık” vb. türü komşu kavramlar arasındaki nüanslarla örülmüştür. Bu kavramları, “fitre” [= olmak] ve “avoir” [= sahip olmak] fiillerini Batı dillerinde olduğu gibi kullanmayan bir dile aktarmanın ve bunu, filozofun düşüncesine ihanet etmeden, onu çarpıtmadan yapmanın zorluğu ortadadır. Araya birçok başka çevirilerin girmiş olmasına rağmen, fiilen 1997 Yazında başlamış olduğum bir çeviri faaliyetinin ancak 2000 yılında sonuçlanabilmesinin nedeni budur. Daha sonraki yıllar boyunca, çeviri iki yayınevinde çeşitli editörler tarafından didiklenerek yayımlanacağı günü bekledi. Ta ki, lthaki ona sahip çıkana kadar. Yayın aşamasına gelindikte, altı yıldır yabancılaştığım metni yeniden gözden geçirmem ve dört ay süren ikinci bir çeviri çalışmasına girişmem gerekti. Bu çalışmada, münüskrimin önceki yayıncılarımdan birindeki ikameti sırasında, ilk yüz sayfayı gözden geçirmiş olan son derece yetenekli, felsefi altyapısı son derece güçlü genç bir editörün, Ömer Aygün’ün düzelti ve yol gösterici önerilerinden çok yararlandım. Burada, kendisine teşekkür etmek benim için zevkli bir görevdir. Ama Varlık ve Hiçlik’in Türkçeye kazandırılmasında asıl belirleyici olan, Ahmet Öz’ün titiz yayıncılığı doğrultusunda, çok değerli Gaye Çankaya Eksenin özenli ve dikkatli denetimi olmuştur. O nedenle kitabın kapağında, çevirmenin ismine ayrılan yeri Gaye ile paylaşmak istedim.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir