Türk Mimarlığı – Üstün Alsaç

Türk mimarlığı denince tarih boyunca Türkler tarafından gerçekleştirilen ve bugün de süren yapı üretme çalışmaları anlaşılır. Mimarlık Türkler’in en eski çağlardan beri uyguladığı sanatlardan biri olmuştur. Türkler çok geniş bir alan üstünde yaşadıkları için ürettikleri yapıtlar da çeşitlilik gösterir. Bunlar z F ■ tanmsal değil endüstrileşmiş üretim biçimlerinin ve göçebe ya da kırsa! değil kentsel yaşama biçimlerinin etkisi altındadır. Türk devletleri kararlı yönetimler kurabildikleri zaman mimarlıkları da gelişmiş, özgün biçem özellikleri taşıyan ileri bir sanat düzeyine ulaşmıştır. Buna karşılık kararsızlık dönemlerinde bu sanata verilen önem azalmış, geçmişe ya da başka mimarlıklara öykünmeler ağırlık kazanmıştır. Türkler’in ilk yazılı belgeleri Göktürkler döneminden kalmadır. Orhun Yazıtlan’nı onların ilk sanat yapıtı olarak da değerlendirmek olanağı vardır. Buna karşılık ilk mimarlık yapıtları Karahanlılar zamanından kalmıştır. Bundan önceki dönemlerden kalan yapılar kazıbilim çalışmalarının konusu içine girerler. Eski dönemlerdeki Türk mimarlık yapıtlarının günümüze kalamayışının çeşitli nedenleri vardır. Bunların başında ahşap, deri, keçe gibi kolay bozulan yapı gereçlerinden yapılmış olmaları gelir. Çadır gibi kolaylıkla sökülüp takılabilen^ bir yerden bir yere taşınması amaçlanan yapılar da uzun yaşamlı olmamıştır. İşlevlerini bitirip kullanılmaz olan yapılar bir süre sonra bozulmuştur. Yapıların ilk amaçları dışında kullanılması, yabancıların eline geçmesi gibi etkenler de onların değişmesine neden olur.


Günümüze kalabilen yapılar önemsenen, bakılıp korunan yapılardır. Cami gibi işlevi değişmeyen dinsel yapılar bunların başında gelmektedir. Türbe gibi kimi eski gelenekleri ‘-ürdüren yapılar da onarılıp yaşatılanlar arasındadır. Çok sayıda yapılmış olmak da belli bir yapı türüne ilişkin örneklerin daha ileriki dönemlere kalmasına neden olan bir etkendir. Ribat ya da kervansaray gibi yapılar bu kümeye girerler. İşte bu nedenlerle en eski Türk mimarhk örnekleri, Karahanlılar zamanında yapılan cami, türbe, ribat gibi yapılardır. Türkler’in Orta ve İç Asya’da uzun süre göçebe ile yerleşik yaşam biçimlerini birlikte sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Bu dönemden surlarla kuşatılmış kentler kalmıştır. Bunların içinde Maniheist, Budist hatta Hıristiyan tapınaklarının kalıntılarına raslanır. Yalın planlı, çoğunluk kerpiç ve bitişik düzende yapılmış konutları, sarayları olduğu anlaşılmaktadır. Göktürkler (552-745) zamanında Doğu Türkleri daha çok göçebe yaşam biçimini seçmişlerdir. Kentler kuran Batı Türkleri arasında ise Uygurlar (744-840) vardır. Onlardan kalan yerleşmelerde tapınaklar, kuleler, kubbe örtülü gömütler bulunmuştur. Karahanlılar (840-1077) Karluklann süreği olan Karahanlılar İslamlığı benimseyen ilk Türk devletini kurmuşlardır. Mimarlıkta onların zamanında ortaya konan kimi ilkeler daha ileriki dönemlerde de örnek alındıkları için önem taşırlar.

Karahanlılar cami, medrese gibi yapılar yapmış, Türkler’e özgü bir gelenek olan gömüt yapımım yaşatarak bu yapı türünün kümbet ve türbe biçimlerinde sürmesini sağlamışlardır. Asya’ya özgü bir yapı türü olan, daha çok savunma ve iletişim amaçlı olarak yapılan kule, Karahanlılar’m elinde minareye dönüşmüştür. Karahanlılar döneminin en önemli mimarlık işlevlerinden biri ribattır. İslamlıkla birlikte ortaya çıkan bu yapı, sınırlarda kurulan bir tür küçük kaledir. Sınır ilerledikçe bu yapıların savunma ve cihat amaçlı saldırı işlevleri gerilemiş, onlar da daha çok konaklama işlevleri üstlenmiştir. Daha ileride 8 hanakah, zaviye, kervansaray, han gibi adlarla süren bu yapı türü, 9.-11. yüzyıllar arasında Türkler tarafından geliştirilerek çok yaygın bir biçimde kullanılmıştır. 10.-13. yüzyıllarda yaşayan Arap tarihçileri, yerbilimcileri yalnız Maveraünnehir bölgesinde onbin ribat bulunduğunu anlatırlar. Düzenleme açısından saray, medrese, hastane gibi yapılan da etkilediği bilinen ribatlar, birer hayır kurumu olarak kurulduklarından, Türkler’de İslamlık’tan önce de varolan toplumsal amaçlı yapılar yapma geleneğinin sürmesini sağlamışlardır. Kimi yazarlara göre çok ayaklı Arap camilerinden eyvanlı İran camilerine geçiş, bu yapılar aracılığıyla olmuştur. Konaklama işlevli ribatlann yapımı Gazneliler ile Selçuklular zamanında da sürmüştür. Gazneliler (967-1187) Başka mimarlıklarda olduğu gibi, Türk mimarlığında da konuta özgü biçimler öteki yapı türlerini etkilemiştir.

Kimi yorumlara göre göçebe çadırı olan yurtların kubbe biçimindeki örtüsü daha ileriki taş yapılarda yinelenmiştir. Bir başka çadır biçimine, kümbetlerin sivri külahında raslanır. Üstü düz çatı ya da beşik tonoz ile örtülü dikdörtgen bir niş olan esrvan, bir yüzünün açık oluşuyla Türkistan konutlarında kullanılmış yarı kapalı bir mekandır. Konuta özgü bu tür yapı öğeleri ile plan özellikleri geliştirilerek öteki yapılarda yinelenmiştir. Bu en açık biçimiyle saraylarda görülür. Gazneliler’in ürettiği yapılar günümüze çok bozulmuş olarak kaldıkları için, onlara ilişkin bilgiler de sınırlıdır. Ama buluntular arasında sarayların olması, bunların o dönemde önemsenen bir yapı türü olduğunu göstermektedir. İç avlu, eyvan gibi konuta öz10 gü biçim öğeleriyle düzenleme ilkeleri, bu yapılarda anıtsal ölçülere çıkarılarak kullanılmıştır. Gazneli mimarlığından günümüze kalan ürünlerin biri de önceleri zafer anıtı gibi bir amaçla yapıldığı sanılan kulelerdir. Daha sonra bunların, yıkılmış camilerin minareleri olduğu anlaşılmıştır. Büyük Selçuklular (1040-1194) Karahanlılar ve Gazneliler tarafından temeli atılan mimarlık ilkeleri, onları izleyen Büyük Selçuklular zamanında geliştirilmiş, ileri götürülmüştür. Bu dönemde yapı sanatının çok ileri gitmiş olması, İslamlığı benimsemiş ülkelerin mimarlık ve sanatını inceleyen kimi araştırmacıların bir “. ikinci klasik dönemden.” söz etmelerine bile yolaçmıştır. (Birinci klasik dönem olarak Abbasilerin erken dönemi ile 8.

ve 9. yüzyıllardaki Suriye ve İspanya’- daki mimarlık anılmaktadır.) İran’da yaygın olan eyvanh cami bu dönemde son biçimini almıştır. Bunlar dikdörtgen planlı bir avluyu çevreleyen revakh duvarlardan oluşurlar. Avlunun dört yanında içe bakan yüksek eyvanlar bulunur. Kıble yönündeki, daha büyük tutularak ya da kubbe ile örtülerek vurgulanır, buna maksure kubbesi adı da verilir. Caminin girişleri büyük kapılan anımsatan bu eyvanların içindedir. Büyük Selçuklular zamanında kervansarayların yapımı da sürmüştür, (jömüt yapısı olarak yüksek ve koni biçiminde külahlarla örtülmüş kümbetler yapılmıştır. Bunların yanı sıra kubbe örtülü daha basık türbeler de vardır. Ama bu dönemde Türkler tarafından geliştirilen en önemli yapı medrese olmuştur. Daha önce genel olarak camilerde yapıldığı anlaşılan eğitimin giderek kendine özgü yapılalı ra taşınması Büyük Selçuklular zamanında olmuştur. Bu kurumda hem din hem devlet işlerine ilişkin bilgilerin verildiği anlaşılmaktadır. Ünlü başvezir Nizamülmülk’ün önayak olmasıyla kurulmasına başlanan medreseler, onun adıyla, yani Nizamiye medreseleri olarak anılırlar. Böyle bir yapı kare ya da dikdörtgen bir avlu çevresine dizilmiş odalardan oluşur, yüksek ej^anlar da gene bu avluya bakarlar. Bu yapıların bir ribat gibi kalın dış duvarları vardır.

Selçuklular yetkin bir tuğla işçiliği geliştirmişler ve onu etkili bir süsleme aracı olarak kullanmışlardır. Türkler konut, saray, cami, çarşı, medrese, türbe gibi yapıların yanı sıra surlar, hisar ve kaleler, yol ve köprüler, bentler, su toplamaya yarayan havuz ve sarnıçlar, depo, hamam gibi işlevleri karşılayacak yapılar da yapmışlardır. Nereye giderlerse gitsinler, temeli buraya kadar anlatılan dönemlere inen bu yapı geleneklerini de birlikte götürmüşler, yerel etkilerle yeni bireşimler yaratmışlardır. Babürlüler (1525-1862) Bunlardan biri Hindistan’da gerçekleştirilen mimarlıktır. Türkler eski çağlardan beri bu ülkeye giderek orada devletler kurmuşlardır. Bu dönemlerden kalan yapılar da vardır ama onlarin arasında en tanınmışları Babürlüler döneminde yapılanlardır. Minareleri yivler, hatta dilimli çıkıntılarla vurgulanmış camiler, büyük ve süslü saraylar ortaya koyan Babürlü mimarlığının doruğu bir gömüt yapısıdır. Şah Cihan’m eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı Tac Mahal (1647) adlı türbe, beyaz mermerin belirlediği dış görünüşü, soğanbaşı biçimli kubbesi, bakışık yerleşimi, köşeleri vurgulayan minareleri, 12 havuzlu bahçesi, ince işçiliği ve süslemeleriyle gerçek bir başyapıttır. Daha önceki örneklerden bu yapının uzun bir süredir geliştirilmekte olan bir türbe biçeminin uç örneği olduğu anlaşılmaktadır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir