Mustafa Sönmez – Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı

Gazete ve dergi üretimiyle başlayan ve 1990’lara değin “basın”, (eski dilde matbuat) olarak adlandırılan alan, bugün “medya” olarak tanımlanıyor, dahası “medya ve kültür endüstrisi” olarak sektörel bir özellik taşıyor. Böyle olmakla beraber, istatistiki sınıflamalarda, tıpkı turizm gibi, tıpkı enerji gibi, medya-kültür endüstrisi de net bir tanıma ulaşamamış durumda. Bunun yerine bu alanın çeşitli bileşenleri var. Bunlardan ağırlıklı bileşenler, yazılı medya ve elektronik medyanın (görselişitsel medya) oluşturduğu “Yayıncılık”, basım sanayisini oluşturan “Kayıtlı Medyanın Çoğaltılması”. Ama bu ikisinin yanında sinema filmi ve ses kaydı yayıncılığı adı altında sinema, müzik endüstrileri de medya ana başlığının altına giriyor. Ve bu sektörlerin tümünü mecra kabul eden “Reklamcılık” da bir diğer önemli bileşen. Türkiye için daha çok son 30 yılda hızlı bir gelişme ve “endüstrileşme” gösteren bu ekonomik ve aynı zamanda politik-ideolojik alan, İstanbul ile özdeşleşmiş durumda. Bunun, İstanbul’un iktisadi, tarihî ve kültürel kimliği ile olduğu kadar jeopolitiği ile yakın ilişkisi var. Medya-kültür endüstrisi, 2010 Türkiye’sinde ne gibi niteliksel ve niceliksel boyutlara sahip ve bu endüstri, İstanbul için ne ifade ediyor sorusuna cevap arayan bu çalışma, esas olarak 8 bölümden ve bölüm alt başlıklardan oluşuyor. Birinci bölüm, medya endüstrisinin Türkiye’de tanımlanışını, tarihsel gelişimini ve İstanbul’un bu alanın merkezi olmasının ekonomi politiğini konu alıyor. İkinci bölüm, yazılı medya alanını konu alıyor ve gazete-dergi yayıncılığının tarihsel gelişimini, bugün vardığı boyutları, sahiplik durumunu ve reklam mecrası olarak yerini analiz ediyor. Üçüncü bölüm elektronik medyaya ait. Bu bölümde 1990’lara kadar devlet tekelinde olan bu alt sektörün bu tarihten sonra katettiği gelişme, bir reklam mecrası olarak büyüklüğü ve yazılı medya ile entegrasyonu araştırılıyor. Dördüncü bölüm, yazılı ve elektronik medyaya hizmet veren tedarikçi “yan sanayi”ye ayrılarak haber ajansları ve dizi film yapım faaliyetleri gibi alanları inceliyor. Çalışmanın beşinci bölümü, medya sektörünün en önemli gelir kaynağına aracılık eden sektöre, reklamcılık endüstrisine ayrılarak reklamın hızla medya-kültür alanının ana gelir kaynağı haline gelmesine dikkat çekiliyor ve bu alandaki “yeniden metalaşma” sürecinin ipuçlarına parmak basıyor.


Altıncı bölümde “süresiz yayın” diye de adlandırılan kitap yayıncılığı var. Yedinci bölüm, matbaacılık diye de adlandırılabilecek basım sanayinin analizine ve İstanbul’un bu sanayideki yerine ayrıldı. Sekizinci bölümde, spor-eğlence bileşiminin popüler branşı futbolun endüstrileşmesi ve medyakültür alanı ile ilişkileri konu edildi. Dokuzuncu ve son bölümde ise medyada sermaye birikim sürecine paralel değişen üretim ve yönetim ilişkileri, bu süreçte medya çalışanlarının sınıfsal farklılaşması, sonuçta da bir medya aristokrasisinin ortaya çıkışı konu alınıyor. Bu aristokrasinin, giderek diktatoryal bir özellik kazanan medya yönetimlerindeki araçsal rolü ve bu trende karşı demokratikleşme adına yapılabilecek şeyler, yine bu final bölümünde tartışılıyor. Geniş anlamda medya ürünlerinin Türkiye’de ticarileşmesi, metalaşması; küçük ölçekli birimler yerine endüstriyel boyutlarda üretilir ve satılır olması, giderek reklam gelirleri ile ayakta kalabiliyor olması, daha çok son yarım yüzyılımıza ait bir olgudur. Medya-kültürün ticarileşmesi ve endüstrileşmesi, önce gelişmiş merkez ülkelerde başlamış, daha sonra da Türkiye gibi çevre ülkelerde benzer süreçler yaşanmıştır. İçinde süreli yazılı basın ürünlerinin (gazete-dergi) ve süresiz yazılı basın ürünlerinin (kitap, ansiklopedi vb.) yanı sıra, TV-radyo yayınlarının, sinema, müzik ürünlerinin, giderek internet yayıncılığının, GSM şebekelerinin yer aldığı sektör, son dönemlerde eğlence, futbol endüstrisi ile de etkileşim içinde olmuş ve sektörün aktörü firmalar, bu dalların birkaçı, hatta tümünde yatay-dikey bütünleşmelere gitmişlerdir. Ekonomik saikle, yani kar ve sermaye birikimi için üretimin söz konusu olduğu medya-kültür ürünleri üretimi, toplumların aynı zamanda politik ve ideolojik yeniden üretim süreçlerine hizmet ettikleri için, diğer ekonomik alt sektörlerden farklı bir özelliğe de sahiptir. Dolayısıyla, geniş anlamda medya-kültür endüstrilerinin üretim süreçlerini, sadece ekonomik kategorilerle, kâr-zarar, arz-talep yasaları ile anlamaya çalışmak, girişimcilerin davranışlarını sadece ekonomik saiklerle anlamaya çaba göstermek, çoğu kez yetersiz kalmaktadır. Bu tür analizlere politik ve ideolojik kategorileri dahil etmek, daha verimli analizleri, sürecin neden-sonuç ilişkilerini anlamaya yardımcı olabilir. Başka bir ifade ile, medyada yeniden üretim, iç içe iki daireyi içermektedir. İç daire, ekonomik yeniden üretime denk düşerken, onu sarmalayan ikinci daire politik-ideolojik yeniden üretimin sahasıdır. İç dairede “endüstri”nin yeniden üretim koşulları, sektörün emek-sermaye, sermaye içi ilişki ve çatışmaları analiz konusu iken, dış düzlemde toplumsal formasyonun politik ve ideolojik yeniden üretiminde medyanın rolü, ekonomik ögelerden bağımsızlaşarak varlık göstermekte ve analiz konusu olmaktadır.

Birçok ülkede olduğu gibi, medyanın Türkiye’de varlık nedeni, öncelikle politik ve ekonomik yeniden üretime katkısı ile yani dış düzlemle başlamış, ancak kapitalist gelişme ile bu dairesel düzleme, içeriden ekonomik, endüstriyel bir alan da eklenmiştir. Türkiye özelinde bu medyanın endüstriyel alanının varlık bulması, daha ziyade son 50 yılın ürünüdür; ama daha çok da Türkiye ekonomisinin küresel yapılanmaya entegre olduğu 1980, özellikle de 1990 sonrasına ait bir süreçtir. Türkiye’de medya endüstrisi bağlamında söylenecek ilk sözlerden biri de, endüstrinin geçmişi ve bugününde hep İstanbul’un merkez olması, geleneksel üretimden modern üretime geçişte tüm değişimlerin İstanbul merkezli yaşanması, İstanbul dışındaki yapılanmaların da ağırlıkla İstanbul merkezinden organize edilmesi, bölgeler arası iş bölümünün de ağırlıkla İstanbul tarafından belirlenmesidir. Burada İstanbul, salt bir “mekân-bölge” olarak algılanmamalı, tüm yapı üzerinde söz sahibi olan “sermaye”nin sembolü olarak okunmalıdır. Medya Merkezi İstanbul Medya-kültür ürünleri üretim sürecinin Türkiye toplumsal formasyonunda ortaya çıkışı, gelişmesi, endüstriyel boyutlara sıçramasının tarihsel gelişimine ve İstanbul’un bütün bu tarihsel süreçlerde başat yer tutmasında çeşitli ekonomik, politik, ideolojik değişkenlerin rolü vardır. Bunlardan bazıları, farklı dönemlerde farklı ağırlıklar taşıyarak süreci belirlemişlerdir. Medyanın tarihsel gelişim öyküsünde belli kırılma noktalarını ve kilometre taşlarını İstanbul bağlamında şöyle özetlemek mümkündür. Türkiye’de medya ürünleri üretimini, kitap el yazmacılığı ve matbaanın ilk kuruluşuna götürebiliriz. Bu ilk medya ürünlerinin, Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik eden İstanbul’da üretilmesi, özellikle politik ve ideolojik yeniden üretim süreçleri açısından bakıldığında, anlaşılır bir gelişmeydi. Osmanlı’da el yazması kitap üretiminden matbaanın kullanılmasına geçiş 250 yıllık bir gecikme ile gerçekleşti. Prof. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı eserinde, matbaayı şeriatın ve ulemanın değil, ekonomik yapının ve lonca sisteminin engellediğini ifade eder. Matbaanın önündeki engel, ekonomik yapının bir ürünü olan lonca ve ruhsat sistemiydi. Avrupa’da matbaanın mucidi Gutenberg, bir döküm ustasıydı. Tarihçi Braudel, Gutenberg’in, Avrupa’da artık loncaların çözüldüğü ve piyasanın geliştiği 15.

yüzyılda ortaya çıktığına dikkat çeker. Matbaanın icadını ve gelişimini motive eden, esas olarak ticaretteki gelişmeydi. Matbaa ve İbrahim Müteferrika hakkında önemli bir eser, Tarih Vakfı’nın yayınladığı Müteferrika ve Osmanlı Matbaası adlı kitaptır. El yazısıyla kitap yazmakla geçinen çok sayıda kitap yazıcısının loncası, matbaa önünde en önemli engel olarak kabul edilir. Örneğin o dönemde “Van Kulu Lügati”ni, Müteferrika Matbaası, el yazması fiyatının onda birine mal ederek satıyordu. Osmanlı’da zimmi olarak adlandırılan gayrimüslimler üç grupta toplanmıştı. Osmanlı, Hristiyanlar, Yahudiler ve Sabiler olarak üç kümede topladığı zimmilere “millet” adını vermekte, böylece toplum dinsel eksende ayrıştırılmakta idi. Zimmileri, Müslümanların sahip olduğu bir dizi haktan uzak utan giyimden, oturduğu eve, tutacağı işten ödeyeceği vergiye kadar kalın çizgilerle sınırlarını tespit eden bu yaklaşım, haliyle bu farklı “millet”lerin kültürlerini yaşatmada, birikimlerini sonraki kuşaklara aktarmada bazı araçlara ihtiyaç duyuyordu. Askerlikten uzak tutulan zimmilerin esas uğraş alanları ticaret, zenaat olunca, özellikle 18’inci yüzyılda artan birikimleri, matbaaya olan ihtiyaçlarını da hazırladı. Matbaanın kullanılması ile başlayan muhtelif kitap üretimi, özellikle zimmilerin önem verdiği eğitimi geliştirdi. Üçüncü Selim ile başlayan yenilikçilik hareketlerinde matbaa daha bir önem kazandı. Kitap basımı ile başlayan süreç, 19’uncu yüzyılda İstanbul’da gazete yayını ile sürdü. Devlet yönetiminde 1831’de çıkarılan ilk gazete Takvim-i Vekayi , 250 adet basılmaktaydı. Sadece devlet büyüklerine, bilim adamlarına, yüksek rütbeli memurlara, taşradaki yöneticilere ve elçiliklere gönderilmekteydi. Takvim-i Vekayi ‘den sonra 1840’ta çıkan Ceride-i Havadis ve 1860’ta çıkan Tercüman-ı Ahval’in de gazete baskı sayısı birkaç bin adetle sınırlıydı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir