Thomas Szasz – Yalanlar Bilimi Psikiyatri

[Siyaset biliminde] gerçeği söylemenin yalan söylemekten daha kazançlı hale gelebileceğini düşünmek imkânsız. –Antoine-Augustin Cournot (1801-1877), S. Andreski’nin Frengi, Püritanizm ve Cadı Avları: AIDS Hakkında Bir Öngörü İle Birlikte, Tıp ve Psikanalizin Işığı Altında Tarihsel Açıklama’sında alıntı olarak. Bilim insanının işinin doğanın sırlarını açığa çıkarmak olduğu yönündeki yaygın inanç yanlıştır. Doğanın sırları yoktur, sadece kişilerin vardır. Sır tutmak eylemliliğe işaret eder, oysa doğada böyle bir özellik yoktur. Thomas Carlyle’ın (1795- 1881) belirttiği gibi, “Doğada yalana yer yoktur.” [1] Doğa ne yalan ne doğru söyler. Sırları yoktur: “Sır” dediğimiz şey, doğanın işleyişi hakkındaki bilgisizliğimize verdiğimiz addır. Doğanın eylemliliği olmadığından, işleyişinin büyük kısmı bilimin temel yöntemleri olan gözlem, akıl yürütme, deney, ölçme, hesaplama ve doğruyu söyleme yoluyla anlaşılabilir. Aldatmaca ve kehanetin, doğa olaylarını anlama yolunda ilerlememize hiçbir katkısı yoktur; aslında daha baştan anlamamızın önüne geçer ve engellerler. İnsan “bilimleri” fizik bilimlerinden sadece farklı değil, birçok bakımdan onların zıddıdır. Doğa ne yalan ne doğru söyler, oysa insanlar alışkanlıkları üzere ikisini de yapar. Örneğin, işleri başka insanların sırlarını meydana çıkarmak olan dedektifler için aldatmacanın yararlı bir araç olmasının sebebi budur; görünürde işleri belli insan davranışlarını, özellikle de bazı insanların tehlikeli veya nahoş gördüğü davranışları açıklamak ve öngörmek olan psikiyatr, psikolog ve politikacılar gibi uzman addedilen kimseler için de aldatmacanın yararlı bir araç olmasının sebebi yine budur; ve bu uzmanların alışkanlıkla başkalarını ve kendilerini aldatmalarının da sebebi budur. Doğa bilimi girişiminin dürüstlüğünün dayandığı şey, “bilimsel” diye nitelediğimiz etkinliklerle meşgul olan bireyler tarafından gerçeğin aranması ve gerçeğin söylenmesi ve bir de hatalı açıklamalarla yanlış “olgular”ı ifşa etme yönünde bilim topluluğunun verdiği taahhüttür.


Tersine, hem dinlerin istikrarı hem de psikiyatri ile davranış bilimleri denilen şeylere duyulan ikame inançların istikrarı ise uygulayıcılarının yerleşik öğretiler ve kurumlara olan sadakatine, ve grup refahına zarar verdiği gerekçesiyle gerçeği söylemenin reddedilmesine dayanır, zira refahın varlığı bu redde bağlıdır. Doğanın “sırlar”ının açığa çıkarılmasına “keşif”, ama nüfuzlu kişi ve kurumların sırlarının açığa çıkarılmasına “ifşa” dememiz bu bağlamda açıklayıcıdır. Psikiyatri –burada bu terimi psikanalizi, psikolojiyi ve bütün akıl sağlığı mesleklerini içine alacak şekilde kullanıyorum– modern toplumların en önemli kurumlarından biridir ve “akıl hastalığının diğer hastalıklar gibi bir hastalık olduğu” şeklindeki postulat-önermeye sıkıca bağlıdır. Bu önerme bir yalandır. Temaruzu, yani hasta numarası yapmayı psikiyatrinin büyük sırrı kılan şey bu yalandır, zira temaruzun bir aldatmaca (ve sıklıkla da kendini aldatma) türü olduğu yönünde popüler bir anlayış doğarsa, psikiyatri yıkılır. Elinizdeki kitapta, ilk kez yarım asır önce ileri sürdüğüm tezimi daha da ayrıntılandırarak, böyle bir anlayışı ve gerektirdiği yapıcı yıkımı ilerletmeyi deniyorum. Tezim şu: Akıl hastalığı düşüncesi ve bir tıbbî uzmanlık olarak modern psikiyatri aygıtı, hasta numarası yapmanın başarıyla tıbbîleştirilmesine [medicalization], yani “akıl hastalıkları” adı verilen davranışların herkes tarafından gerçek tıbbî hastalıklar olarak algılanmasına dayanırlar. Modern psikiyatriyi –onu destekleyen tarihsel kuvvetleri ve karmaşık ekonomik, yasal, politik ve toplumsal ilkelerle uygulamaları– anlamak için, genelde numara yapmanın ve özelde hasta ve engelli taklidi yapmanın epistemolojisi ve sosyolojisini anlamak gerekir. Sahte hastalıkların olduğu yerde, hastaymış gibi yapan sağlıklı insanlar ve onlara teşhis koyup tedavi eden aldatılmış veya sahtekâr doktorlar vardır. 1976’da, psikiyatrinin resmî tanımının akıl hastalıklarını teşhis ve tedavi olmasına karşı çıkarken, şu tanımı önermiştim: Psikiyatrinin konusu ne akıl ne de akıl hastalıklarıdır, ama yalanlardır … [bu yalanlar] etkileşimdeki tarafların adlarından başlar, yani hasta olmadığı halde bir taraf “hasta” olarak ve herhangi bir hastalığı tedavi etmediği halde diğer taraf “terapist” olarak adlandırılır. Yalanlar, psikiyatri disiplininin asıl konusunu oluşturan aldatmacalarla devam eder – psikiyatrik “teşhisler,” “prognozlar,” “tedaviler,” ve “takipler.” Ve bunlar da, eski akıl hastalarını yaşamlarının geri kalanı boyunca gölge gibi takip eden yalanlarla sonuçlanır – “depresyon,” “şizofreni,” vs. denilen karalamalarla “hastanede tedavi” denilen hapsetmelerden oluşan tıbbî kayıtlar. Dolayısıyla, şayet psikiyatriye dürüst bir ad vermek istiyorsak, ona “psödoloji” veya yalanların ve yalan söylemenin bilimi ve sanatı dememiz gerekir. [2] Bir karikatür mü? Evet.

Ama konusunu doğru biçimde tasvir etme açısından bakarsak, iyi bir karikatür pohpohlayan bir portreden, hayır, aslında kendi kendini kandıran bir otoportreden daha doğrudur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir