Simone de Beauvoir – Sade’ı Yakmalı Mı?

“SADE günümüzde türlü görünümler altında dönen temel soruna eğilmemizi istiyor bizim: İnsanın insanla ilişkilerine eğilmemizi. ” SIMONE DE BEAUVOİR. Kızgın, karşı konmaz, öfkeyle dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir hayalleme sapışı taşıyan, bağnazlığa dek tanrısız… bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim. Onu öldürmeyi seçtiler, önce hücrelerdeki sıkıntının ufacık ateşiyle, sonra lekelemekle, adını silmekle. Böylesi bir ölümü kendisi de istemişti zaten: Mezarımı örter örtmez üstüne ağaçlar dikilsin… mezarımın izleri kalmasın yeryüzünde. İnsanların belleğinde hiçbir anım kalmadı diye övünç duyayım… Son isteklerinden yalnız buna uyuldu. Hem de nasıl bir titizlikle: Sade’in anısı budala öykülerle değiştirildi; [1] adı sadizm, sadik gibi ağır kelimelerle karıştırıldı; günlükleri yok edildi; müsveddeleri yakıldı -on ciltlik Journees de Florabelle kendi öz oğlunun gammazlamasıyla ortadan kaldırılmıştır- kitapları yasaklandı. Gerçi XIX. yüzyılın sonlarına doğru Swinburne ve bazı meraklı yazarlar ilgilendiler onunla, ama Fransız edebiyatında bir yer alması için Apollinaire’i beklemek gerek. Bugün yine de bu yeri herkesin gözünde kazanmış sayılmaz. “XVIII.


Yüzyılda Fikirler”, hatta “XVIII. Yüzyılda Duyarlık” konulu kalabalık ve titiz yapıtların sayfalarını çevirsek, adına bir kez bile rastlamayacağızdır. Sade’ı tutan yazarların onda bir peygamber dehasını selamlamaları kuşkusuz biraz da bu kepazece sessizliğe karşı olmuştur. Bu kez Sade, bir Nietzsche, bir Stirner, bir Freud gibi ya da sürrealizm gibi anılmaya başladı. Ancak bütün tapmalar gibi bu tapma da, “Tanrısal Marki” yi iyice tanrılaştırarak hayırlılık mı etti ona? Ne zaman Sade’ı anlamak istediysek tapınmaya itildik. Onu bir halk düşmanı ya da bir put gibi değil, bir adam, bir yazar olarak ele alan eleştirmenler sayılıdır. Sade’in yeniden yeryüzüne, aramıza inişi de onlarladır. Ama gerçek yeri nedir? İlgimizi çekmesi nereden geliyor? Hayranları da saklayamazlar ki, yapıtının büyük bölümü okunaksızdır; felsefe yönünden tutarsızlığını örtmek için bayağılığa sığınma geleneğindedir. Rezaletlerine gelince, hayranlığı çeken bir özgünlüğü yok bunların. Sade’ın bu konuda yeni bir şey yarattığı yok; psikiatri kitaplarında en aşağı onunkiler kadar garip örneklere bol bol rastlanıyor. Aslında Sade’ın dikkatimizi çekişi ne sadece yazarlığında ne de sadece cinsel sapık oluşunda. Bu ikisi arasında kurduğu, yaşattığı bağlantılar Sade’ı Sade yapan. Sade’ın sapıklıkları, birer doğa verisi olarak bu sapıklıklara uyacağı yerde, onları savunmak için geniş bir sistem kurmasıyla değer kazanmaktadır; öte yandan tekerlemeleri, kalıplaşmış lafları, beceriksizlikleri arasında, aslında anlatılmaz özellikte bir deneyi bize iletmeye giriştiğini görür görmez yapıtlarıyla aramızda hemeninden bir bağlantı kuruluvermektedir. Sade psiko-fizyo-lojik kaderini töresel bir seçmeye dönüştürmek istemiş, toplumdan kopuşunu yüklenen bu edimiyle de bir örnek vermeye, bir çağrıda bulunmaya kalkmıştır; serüveninin geniş bir insani anlama bürünmesi işte bu noktadadır. Kendi bireyimizi yadsımadan bütün isteklerimizi yerine getirebilir miyiz? Ya da yalnız farklılıklarımızdan vazgeçerek mi topluma bitişiyoruz? Bu sorun, hepimizin sorunudur. Sade’da farklar bir yandan rezalete kadar uzanıyor; öte yandan edebi çalışmasının genişliği toplumca kabul edilmeyi nasıl bir tutkuyla istediğini gösteriyor. Hiçbir bireyin kendini aldatmadan savuşturamayacağı bu çatışmalara onda en aşırı biçimde rastlıyoruz.

Sade’ın paradoksu da, bir bakıma zaferi de bu noktada işte; kendi tikel konumuna inatla yapışmak için, insanı tümel dramı içinde tanımlamayı deniyor. Sade’ın gelişimini anlamak, özgürlük yönünden serüvenini değerlendirmek, başarısını ve başarısızlığını ölçmek için durumunun verilerini tam bilmemiz faydalı olurdu. Ne yazık ki bütün çabalara karşın, kişiliği de, hayat serüveni de yer yer karanlıkta kalıyor bugün. Gerçek bir portresini bilmiyoruz. Çağdaşlarından bize ulaşan betimlemeler de çok zayıf. Marsilya davasının tutanaklarına göre otuz iki yaşında, güzel ve dolgun bir yüzü olan, orta boylu, gri fraklı, ipek pantolonlu, şapkasında bir tüy, belinde bir kılıç taşıyan bir adam. 7 Mayıs 1793 günü bir konut belgesinde de elli üç yaşındaki hali gösterilmiş: “Boy beş ayak iki parmak, saçlar hemen hemen ak, yüz yuvarlak, alın açık, gözler mavi, burun orta, çene yuvarlak.” Mart 1794’deki biçim az daha değişik: “Boy beş ayak iki parmaktan az fazla, burun orta, ağız küçük, çene yuvarlak, saçlar sarı gri, yüz oval, alın açık ve dik, gözler mavi.” Birkaç yıl önce kendinin de Bastille’de yazdığı gibi demek o sıralar “güzel yüzünü” kaybetmiş: Hareketsizlik yüzünden öyle etlendim, öyle ağırlaştım ki güçlükle kımıldayabiliyorum. Bu aşırı semizlik 1807’de Sainte Pelagie’de Sade’la karşılaşan Charles Nodier’e çok dokunmuş. Şöyle yazıyor: “Hareketlerinin bütünündeki inceliğin kalıntılarını göstermeye iyice engel olan aşırı bir şişmanlıktı bu. Yine de yorgun gözlerinde ne olduğunu anlamadığım parlak ve ateşli bir şey zaman zaman canlandırıyordu onu. Sönmüş bir yıldızın üstünde titreşen bir kıvılcım gibi.” Elimizdeki bu belgeler de Sade’ın değişik yüzünü ortaya çıkarmıyor. Nodier’in yaptığı tanımlamanın Oscar Wilde’ın yaşlılık günlerini akla getirdiği ileri sürülmüştür; Montesquieu’ye, Maurice Sachs’a benzediği, hatta kendi kişilerinden Charlus’ü anımsattığı düşünülebilir.

[2] Ama yine de dayanıksız bir kanıt bu. Asıl üzülünecek şey çocukluğu üstüne iyi bir bilgimiz olmamasıdır. Valcour hikâyesini bir otobiyografi taslağı olarak ele alırsak Sade’ın duygulanmaya da zorlanmaya da erken yaşlarda başladığını görürüz. Kendi yaşıtı olan, Bourbon’lardan, Louis Joseph’in yanında yetişmiş. Küçük prensin bencil kibrine karşı kendini öfkeyle ve sert kavgalarla savunduğu için saraydan uzaklaştırıldığı sanılıyor. Daha sonra karanlık Saumon şatosunda ve çürümüş Ebreuil manastırında geçirdiği günler düş gücünü etkilemiştir kuşkusuz. Ancak ne kısa sürmüş öğrenim yıllarına, ne ordudaki hayatına, ne de sosyetede eğlence yerlerinde geçirdiği günlere ilişkin önemli bir şev biliyoruz. Klossowski’nin yaptığı gibi yapıtlarından hayatına ilişkin sonuçlar çıkarmaya kalkılabilir belki. Klossowski, Sade’ın annesine duyduğu kinde yapıtlarının da hayatının da temelini buluyor. Yalnız bu varsayımın yine de Sade’ın kendi yazılarında anneye verdiği rolden çıkarıldığını unutmamalıdır; yani Klossowski gerçek yaşamanın köklerine ineceği yerde Sade’in düş dünyasını belli bir açıdan açıklamakla yetinmiştir. Aslında, a priori, genel şemalara göre Sade’ın annesi ve babasıyla bağıntılarına önem veriyoruz ya, tek tek ayrıntılara inildiğinde bunlar o kadar işimize yaramayabiliyor. Çünkü Sade’ı çözmeye kalktığımız anda, o daha önce oluşmuş bulunuyor ve onun nasıl o haline geldiğini bilmiyoruz. Böylesi bir bilgisizlik onun eğilimlerini, kendinden davranışlarını saptamaya engel oluyor; ruh hallerinin doğası da, cinselliğinin garip çizgileri de bize gözlemlemekten başka bir şey yapamayacağımız verilermiş gibi geliyor. Acınmaya değer bu eksiklik de gösteriyor ki, Sade’la tam bir özdenlik kuramayacağız; her açıklama, ardında yalnız Sade’ın çocukluk öyküsünün anlatabileceği bir tortu, bir bulanıklık bırakacak. Yine de kavrayışımızı sınırlayan bu güçlükler cesaretimizi kırmamalıdır.

Ne dedik yukarda, Sade ilkel seçmelerinin sonuçlarına edilgin bir şekilde boyun eğmekle kalmamıştır; onda asıl ilginç bulduğumuz yön, sapıklıklarından çok, onları yüklenme tarzıdır. Cinselliğinden bir ahlak çıkarmış, bunu edebi bir yapıtla sunmuştur; Sade gerçek özgürlüğünü ergenlik çağının düşünceye bitişik bu davranışıyla kazanıyor. Zevklerinin bağlandığı nedenler karanlıkta kalıyor gerçi, ama bu zevklerden nasıl ilkeler çıkardığını, o ilkeleri niçin bağnazlığa kadar götürdüğünü yakalayabiliyoruz. Dıştan bakılınca, Sade yirmi üç yaşındayken çağının bütün aile çocukları gibidir; eğitim görmüştür; tiyatroyu, sanatı, okumayı sever; har vurup harman savurmaya alışmıştır; Beauvoisin adlı bir metres tutmuştur; randevuevlerine dadanmıştır; ailesinin isteği uyarınca azıcık soylu ama iyice zengin bir kızla, Renee-Pelagie de Montreuil’le coşkusuz bir evlenme yapmıştır. Bütün hayatı boyunca yankılanıp, tekrarlanıp duracak dram işte bu evlenme ile başlıyor. Mayısta evlenmişti. Ekim ayında ise hazirandan beri dadandığı bir evde birilerine karşı bulunduğu aşırı hareketlerinden dolayı tutuklandı. Tutuklanışının nedeni, Sade’a cezaevi müdürüne şaşkın mektuplar yazdıracak, gizli tutulması için yalvartacak, açıklanırsa yıkılacağını söyletecek kadar ciddiydi. Bu olay, Sade’ın erotizminin daha o sıralarda kaygı verici bir kimlik taşıdığını göstermektedir. Bir yıl sonraki başka bir olay bu varsayımı doğruluyor; Müfettiş Marais randevuevi patronlarına kızlarını Marki’ye artık kiralamamalarını bildirdi. Sade, ergenlik yaşının sınırında toplumsal varlığı ile bireysel hazları arasında bir uzlaşma olamayacağını anlamak zorunda kalmıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir