Kategori: Genel

William Faulkner – Absalom, Absalom!

Saat ikiyi biraz geçeden, uzun durgun sıcak bıkkın ölgün eylül ikindisi günbatımına kavuşana kadar, Bayan Coldfield’in bir zamanlar babası adını öyle koymuş diye hâlâ büro dediği odada oturdular – loş sıcak havasız bir odaydı, Bayan Coldfield küçük bir kızken birileri ışığın ve hava cereyanının sıcağı taşıdığına, karanlığın daima daha serin olduğuna inandığı için kırk üç […]

William Butler Yeats – Kelt Şafağı

Bir ulusun geçmişindeki uzak ve yabanıl yaşam tasarımı, kendi suretini ayrıştıran bir inanç ya da kopuş vurgusuyla katmanlanıyor. Kelt belleği, tarihin kara deliklerinde, sezgi ye kavrama gücünün doğaüstü yansısıyla dönüyor kendine. Bunu bir kültürel yazın geleneğine taşıyan mağrur tanıklık ise, hem kanla beslenen kitle gururuna hem de kutlu adanmışlığa sözle direnen bir zaman-mekân düşlemi olup […]

Willi Heinrich – Insan Postu

Rus toplarının gümbürtüsüyankılanırken güneş, koca ormanlığın hemen ardında bitti. Dün de böyle olmuştu, önceki gün de, yarın da böyle olacaktı, sonsuza kadar hep böyle. Korunağın beri yanında oturuyordu adamlar. Schnurrbart, piposunda biriken ziϐire bir göz attı. Onbaşı Steiner cebindeki cigara paketine uzandı. Sahra telefonunun acı sesi böldüsessizliği. Steiner koştu. Uzun uzun dinledikten sonra bir küfür […]

Wilkie Collins – Beyazli Kadin

Hikâyeye, Clements Inn’den 1 , Resim Öğretmeni Walter Hartright başlıyor I Okuyacağınız, 2bir kadının sabırla nelere katlanabileceğinin ve bir adamın kararlılığının nelerin üstesinden gelebileceğinin hikâyesidir. Hukuk mekanizmasının, altının ışıltısından karanlığı aydınlatmak için yalnızca ufak bir yardım alarak, her şüpheli davanın aslını ortaya çıkaracağına ve her soruşturmayı yürüteceğine güvenilebilseydi, bu sayfaları dolduran olaylar bir mahkeme salonunda […]

Wilhelm Genazino – Mutsuzluk Zamanlarinda Mutluluk

Bizim evin yakınındaki tek açık hava kafesi her zamanki gibi tıklım tıklım dolu. Zar zor boş bir masa buluyorum. Güneşin feri kaçmış, vakit akşamüstü. Dokuz saatlik bir mesaiden sonra günün ilk güzelliği gibi geliyor kafe bana. Etrafımdaki çoğu insanın da bitkin olduğu her hallerinden belli. Yorgunluktan tükenmiş, sandalyelerine yığılıp kalmış insanları pek bir güzel bulurum. […]

Wilbur Smith – Yirtici Kus

Karanlık sulara çarparak dantel dantel köpüklerin belirmesine neden oldular. Çok geçmeden dalan kuşların ve oburca beslendikleri gümüş tirhosların çırpınışlarından suyun yüzü bembeyaz kesildi. Hal bakışlarını bu sahneden ayırarak belirmeye başlayan ufku taradı. Bir yelkenin pırıltısını gördüğü an kalbi tekledi sanki. Sadece bir fersah ötede dörtköşe seren yelkenleri olan yüksek bir gemi belirmişti. Hal ciğerlerini havayla […]

Wilbur Smith – Yedinci Papirus

ALACAKARANLIK ÇÖLDEN USULCA yayılarak kum tepelerini mora boyarken kadifeden yapılmış kalın bir pelerin gibi bütün sesleri boğdu. Bu yüzden akşam artık sessiz ve sakindi. Karı koca kum tepesinde durmuş vadiye ve onun etrafını sarmış olan küçük köylere bakıyorlardı. Binalar beyaz, damları da dümdüzdü. Hurma ağaçlarıysa hepsinden yüksekti. Camiyle Koptik Hıristiyan Kilisesinin dışında. Bu inanç kaleleri […]

Wilbur Smith – Vahsi Adalet

Seychelle Adaları Cumhuriyeti’nin Mahe Adası’ndaki Victoria Havaalanı’ndan kalkacak olan British Airways uçağına binecek yalnızca on beş yolcu vardı. Ülkeden çıkış işlemlerini bitirmek için kuyruğa giren yolcular iki grup oluşturmuşlardı. Hepsi de güneşten bronzlaşmış gençlerdi, üzerlerinde bu tatil cennetinde geçirdikleri günlerin rahatlığı ve umursamazlığı vardı. Ancak içlerinde bir kız yalnızca varlığının kusursuzluğuyla bile arkadaşlarını gölgede bırakıyordu. […]

Wilbur Smith – Tuzak

Bir kelebek bulutu gökyüzüne yükseldi, hafif bir yaz rüzgârı bulutu gök boyunca yaydı ve parıl parıl yüz bin genç yüz onları izlemek için havaya çevrildi. O geniş alanın en önünde bir kız oturuyordu, on gündür izlemekte olduğu kız. Avını inceleyen bir avcı gibi artık kızın her hareketini, yüzünün mimiklerini, bir şey dikkatini çektiğinde başını kaldırmasını, […]

Wilbur Smith – Surek Avi

Gün ışığı görmemişti, bugünkü biçimini aldığı iki yüz milyon yıldan beri. Gene de damıtılmış bir güneş ışını damlasına benziyordu. Yerkabuğunun altında, ta derinlerde, çekirdeğinden yükselen erimiş magmanın içinde, güneşin yüzeyi kadar yüksek bir ısıda oluşmuştu. O korkunç sıcakta tüm kirinden, pisliğinden arınmış, geriye sadece değişime uğramamış karbon atomları kalmış, bu atomlar da dağları ezebilecek bir […]

Wilbur Smith – Simdi Olmek Zamani

Claudia iki saatten beri hiç kımıldamadan oturuyordu. Artık hareket etme ihtiyacı dayanılamayacak bir hal almıştı. Sanki vücudunun her kası kımıldama özlemiyle titreşiyordu. Kaba etleri uyuşmuştu. Av kulübeciğine girmeden önce mesanesini boşaltmasını salık vermişlerdi ona. Ama erkeklerin yanında utandığı ve Afrika’nın bu çalılık bölgesinde hâlâ gidip kendine özel bir yer bulamayacak kadar korktuğu için bu işi […]

Wilbur Smith – Seytan Cigligi

Balığın geç çıktığı o mevsimlerden biriydi. Teknemi ve tayfamı zorluyor, her gün biraz daha kuzeye gidiyor, her gece karanlık bastıktan sonra Büyük Limana dönüyordum. Mozambik akıntısının şarap moru dalgalarından irilerine rastladığımızda Kasımın altısı .olmuştu. Artık, balık olsun da ne olursa olsun, diyecek hale gelmiştim. Bu kere bir tek müşterim vardı: New Yorklu bir reklâmcı olan […]

Wilbur Smith – Sahin

1860 Afrika, şafaktaki güneşin ışığında, altın sarısı renkte, pusuya yatmış bir aslan gibi ufukta, alçak, sinmiş, belirdi. Robyn Ballantyne küpeşteye dayanmış, seyrediyordu. Daha şafak sökmeden bir saat öncesinden beri buradaydı, karanın gözükmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Kaptan Mungo St. John’u da kamarasından dışarıya uğratan, direkteki gözcünün değil, onun çığlığı olmuştu zaten. Bir anda güverte, doluverdi, her kafadan […]

Wilbur Smith – Onbirinci Yazit

YÜKSEK DAĞLARDAN IKI YALNIZ adam iniyordu. Soğuktan korunmak için, yolda eskittikleri kürkler ve çenelerinin altından bağlı, kulaklıklı deri şapkalar giymişlerdi. Sakalları karmakarışıktı, hava koşullan yüzlerinde izler bırakmıştı. Üç beş parça eşyalarını sırtlarına vurmuşlardı. Bu noktaya gelene dek çetin ve yıldırıcı bir yolculuk olmuştu. Önden gitmesine rağmen, nerede oldukları hakkında Meren’in hiçbir fikri yoktu, niye bu […]

Wilbur Smith – Nehir Tanrisi

Dökme fırınından çıkan erimiş maden gibi parlak nehir ağır ağır akıyordu çölde. Gökyüzü sıcağın buğusuyla titreşiyor, güneş sanki bakırcı çekicinin darbeleriyle her şeyi dövüyordu. Nil nehrini çevreleyen alçak tepeler darbelerin etkisiyle sarsılıyor gibiydi. Teknemiz papirüs yataklarının yakınından geçerken, su taşıyan sakaların gergin ve uzun kollarındaki su kovalarının gacırtılarını duyabiliyorduk. Bu ses teknenin burnundaki kızın şarkısıyla […]