Nefis bir geceydi. Tıpkı gençlik devirlerimizdeki gibi bir geceydi aziz okuyucu. Gök o kadar yıldızlı, öyle açıktı ki, insan başını kaldırınca ister istemez, “Şu göğün altında çeşit çeşit hırçının, huysuzun bulunması mümkün mü?” diye sormaktan kendini alamıyordu. Bu soru da salt genç işi, burcu burcu gençlik kokan bir sorudur aziz okuyucum. Tanrı bu sorunun sizin […]
Kategori: Dram
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski – Amcanın Rüyası
Mordasov’un en ileri gelen kadınlarından birinin Marya Aleksandrovna Moskaleva olduğu tartışmasızdır. Duruşunda başkalarına ihtiyacı olmak şöyle dursun, sanki herkesin ona ihtiyacı varmış gibi bir eda vardır. Bu nedenle de, açıkça söylemek gerekirse pek seveni yoktur; hatta çoğu kimse ondan nefret eder, ama öte yandan da ölesiye korkarlar. Marya Aleksandrovna’nın istediği de budur zaten. Dedikoduya o […]
Ferzan Özpetek – İstanbul Kırmızısı
Hava sıcak. Uçakta yerime oturuyor, kemerimi bağlıyorum. Neden bu kadar sıcak ki? Uçağmiçi serin olmalı. Belki de bu kımıltısız ve ağır havayı dışarıdan getiren benim. Roma’da sıcak bir akşam yaşanıyordu ama İstanbul’un, beni serin bir esintiyle karşılayacağım biliyorum. Eski evimiz orada bekliyor. İçinde büyüdüğüm, on sekizime gelmeden terk ettiğim, ev denince ilk aklıma gelen o […]
Necip Fazıl Kısakürek – Aynadaki Yalan
Şapşal bir biçim, boş veren bir edâ… Güya kendinden habersiz ve yapmacıktan uzak… Ama sahte, sahte üstü sahte… Her çizgisi, her hareketi, ortada görünmez bir rejisör elinden çıkma… Hani şu (blucin) dedikleri, balıkçı pantolonu vârî, Moskof ve Amerikan melezi sıkı kılıf var ya?.. Şu, dizden yukarı ön tarafının rengi kasten uçurulmuş ihtilâlci pantolon?.. Darlığı ve […]
Ferenc Molnar – Pal Sokağı Çocukları
Ferenc Molnar yabancı ülkelerde daha çok Franz Molnar diye tanınmıştır. Öyküleri, oyunları ve romanları ona yazın dünyasında parlak bir ün kazandırmıştır. Oyunlarının birçoğu beyaz perdede ve tiyatro sahnelerinde zevkle seyredilmekte ve alkışlanmaktadır. Her bakımdan yetkin bir roman olan ”Pâl Sokağı’nın Çocukları” ise Macar gençlik yazınının en güzel yapıtı sayılır. Çocuklarımızın, ellerine geçen kitapları, dergileri satır […]
Necati Cumali – Dila Hanım
Arnavut Beyinin ölüsünü, gocuğu çizmeleriyle, vurulduğu gibi, üstü kapalı bir yaylıya sırt üstü yatırmışlar, battaniyesiyle örtmüşlerdi. Yaylının ön perdesi yağan kara karşı inikti. Gerisinden bakılınca, ölünün gövdesinin biçimini alan battaniyenin kabarıklıkları görünüyordu. Yaylıya iki beygir koşulmuştu. Sağlam iki beygir daha yaylının gerisinde yedekteydi. Sürücü, sırtında çapraz vurulmuş mavzeri ile önde atların yanı sıra yürüyor, beyin […]
Nazan Bekiroğlu – Nar Ağacı
Elimdeki zarfın arka yüzündeki adrese baktım. Otuz yıl önce postaya verildiği yerin harflerini okudum teker teker: Te-hı-te; Taht. Sin-lâm-ye-mim-elif-nûn; Süleyman. Bir tire koydum araya, Farsça tamlamayı kurdum: Taht-ı Süleyman. Taht-ı Süleyman’dan gelmişti bu mektup. Demek ki şimdi bana ne çok yolculuk var ve yolun sonunda daima Taht-ı Süleyman var. Peki ama ben ne kadar çok […]
Erich Maria Remarque – Tanrı’nın Gözdesi Yok
Clerfayt arabasını bir benzin istasyonunda durdurdu, kornaya bastı; istasyonun önündeki kar temizlenmişti. Kargalar telefon direklerinin çevresinde çirkin sesler çıkarıyorlardı, arka taraftaki küçük atölyeden çekiç sesleri geliyordu. Ses kesildi, on altı yaşlarında bir çocuk dışarı çıktı, kırmızı bir kazak giymişti, metal çerçeveli gözlüğü vardı. Clerfayt, “Depoyu doldur, ” dedi ve arabadan indi. “Süper mi? ” “Evet. […]
Milan Kundera – Bilmemek
– Burada ne işin var? Sesi ters değildi, ama nazik de sayılmazdı, Syivie kızmıştı. – Ya nerede olacaktım, diye sordu lreııa. – Evinde! – Yani, burası artık besim evim değil, onu mu demek istiyorsun? Elbette Syivie onu Fransa’dan kovmak, ona istenmeyen bir yabancı olduğunu düşündürmek istemiyordu: “Ne demek istediğimi biliyorsun!” – Evet, biliyorum, ama acaba […]
Emily Bronte – Uğultulu Tepeler
İnsanlardan kaçan komşumu ve daha sonra başıma bir sürü iş açacak olan mal sahibimi ziyaretten yeni döndüm. Doğruyu söylemek gerekirse oraları gerçekten güzel yerlerdi! İngiltere’de gürültüden bu kadar uzak başka bir yer daha olabileceğini hiç sanmıyorum. İnsanlardan kaçan ya da nefret eden biri için adeta cennet gibi bir yer… Doğrusu, bu sessizliği paylaşacak, Bay Heathcliff’le […]
Emile Zola – Nana
– Yo, hayır! dedi. Burada insan bunalıyor. Dışarı çıkıyorum ben… Belki aşağıda Bordenave’a rastlarız. İşin iç yuzunu anlatır bize. Aşağıdaki mermer döşeli buyuk holde, bilet kontrolu yapılıyordu. Seyirciler görunmeğe başlamıştı. Açık duran uç parmaklıklı kapıdan bulvarlarda, bu guzel Nisan gecesinde, ışıklar arasında kaynaşan kalabalık göruluyordu. Araba tekerleklerinin gurultusu birden duruyor kapılar açılıyor, sonra gurultuyle kapanıyor, […]
Emile Zola – Nana (v2)
Saat dokuz olduğu halde Varietes tiyatrosunun salonu ‘daha dolmamıştı. Balkonda ya da alt ön sıralarda, kadife koltukların arasında kaybolmuş bir kaç kişi avizenin hafif aydınlığı içinde bekliyorlardı. Kırmızı perde yarı karanlığa boğulmuştu; sahneden hiçbir gurultu duyulmuyordu; ışıkları sönmuştu, muzisyenlerin kursuleri dağınık bir haldeydi. Yalnız paradide, gaz lâmbasının soluk ışığının etkisi ile yeşile çalan bir gökyuzunde […]
Emile Zola – Germinal
Kara bir mürekkep kadar yoğun ve karanlık gecede, düz ovada, Marchiennes’le Montsou’yu birleştiren ve pancar tarlaları arasında ip gibi uzanan yolda, bir adam tek başına yürüyordu. Bastığı yeri bile göremiyor, engebesiz vadinin uçsuz bucaksızlığını da, ancak denizi döven sağanağı andıran, çırılçıplak tarlaları ve bataklıkları yalayıp gelirken buz kesen mart rüzgârından sezebiliyordu. Göğün tekdüze karanlığını bozan […]
Emile Zola – Germinal (Can)
Yıldızsız gecenin zifirî karanlığına gömülmüş dümdüz ovada bir adam, pancar tarlalarının arasından geçerek dosdoğru Marchiennes’den Montsou’ya uzanan on kilometrelik anayolda tek başına yürüyordu. Bastığı siyah toprağı bile görmüyor; uçsuz bucaksız ufkun varlığını ise, fersahlarca uzayıp giden bataklıkları ve çorak toprakları yalayıp geçerken buz kesen mart rüzgârının, engin denizlerdekine benzer bir fırtınanın sayesinde hissedebiliyordu ancak. Gökyüzüne […]
Emile Zola – Apartman
Octave’ı getiren üç sandık yüklü at arabası sokağın başında durdu. Kasım ayının karanlık öğleden sonrasında havanın soğuk olmasına aldırmayan genç adam camlardan birini açıp dışarı baktı. İç içe geçmiş sokaklarda insanların kaynadığı bu kalabalık mahallede birden kararan güne şaşırmıştı. Depreşen atlarına söven arabacılar, kaldırımlarda birbirine çarparak geçen insanlar, mağazalardan akan tezgahtar ve müşteriler onu şaşırtıyordu; […]
Romain Gary – Emile Ajar – Onca Yoksulluk Varken
Size ilk ağızda söyleyebilirim ki, asansörsüz bir altıncı katta oturuyorduk ve bu durum bütün kilolarına karşılık yalnızca iki bacağı olan Madam Rosa için gerçek bir gündelik yaşam kaynağıydı; derdiyle kederiyle. Bize hep anımsatırdı bunu, tabii bir başka şeyden yakınmadığı zamanlar, çünkü aynı zamanda Yahudiydi. Sağlığı da iyi değildi ve size ta baştan söyleyebilirim ki, bir […]