Kitabımın adını koyarken çok düşündüm. Gültekin mi? Göltekin mi? Yoksa Kültegin mi yazmalıydım? Bunun her üçünü de söyleyenler ortaya bir şeyler koyuyorlar. Kitabım, Gültekin adının doğrusunu bulmak için yazılmadı. Ben bunlardan en çok söyleneni ele aldım. Amacım Türk çocuklarının kalbinde kendisine adımızı, dilimizi, bayrağımızı, varlığımızı borçlu olduğumuz bir Türk kahramanının hayalini canlandırmak, kendilerine güvenmelerini, atalarıyle […]
Kategori: Tarihi
Abdullah Ziya Kozanoğlu – Atlı Han
GECE gittikçe ilerliyordu. Artık yavaş yavaş sokaklarda coşkun törenler ve sevinç alayları halinde koşup yorulan Attilâ’nın askerleri bile tek tük, birer ikişer kendilerine gösterilen evlere çekiliyorlardı. Sabahleyin erkenden kalkacaklarından Argon, Balamir, Olcayto çoktan yatmışlardı. Fakat yatar yatmaz horlayan Balamir’le Argon’a karşı Olcayto, yatağının içinde durmaksızın kımıldanıyor, sağdan sola dönüyordu. En sonra kalkıp odada birkaç kere […]
Ernest Hemingway – Yenilmeyen Adam
Manuel Garcia, Don Miguel Retana’nın bürosuna giden merdivenleri tırmandı. Bavulunu yere bırakıp kapıyı çaldı. Ses seda yoktu. Manuel, koridorda beklerken içerde birinin olduğunu biliyordu. Kapının dışından bile hissediyordu bunu. «Retana!» dedi. İçeriye kulak kabarttı. Yanıt yoktu. «Orada, içerde,» diye düşündü Manuel. Yeniden kapıyı çaldı ve: «Retana!» dedi. Bürodan biri: «Kim o?» diye sordu. «Benim,» dedi […]
Erik Orsenna – Dokuz Gitarda Dünya Tarihi
Nerede? Dokuzlarla dolu hüzünlü aralık ayında, 1 bu küçük sözcük, sayısız gitarseverin kafasını kurcalayıp duruyordu: Sarılar, Siyahlar, Beyazlar ya da dünyanın dört bir yanından çıkagelmiş melezler; Rio, Chicago, Berlin, Yokohama gibi güzel kent merkezlerinde ya da en çileli varoşlarda oturan, kulakları gümüş küpeli gençler, kravatlı ihtiyarlar… Bu yüzyıl ve binyıl sonunda, tanrılar yorgun düşmüşlerdi ve […]
Erich Maria Remarque – Zafer Abidesi
Kadın, hızlı ve sendeleyen adımlarla yürüyordu. Bununla beraber Ravic, kendisiyle bir hizaya gelinceye kadar onu görememişti. Solgun rengi, çıkık elmacık kemikleri birbirinden ayrık gözlerle, çehresi âdeta, yere düşse paramparça olabilecek sert bir maskeyi andırıyor ve sokak lâmbasından vuran ışık gözlerine donuk, boş bir ifade veriyordu. Kadın o kadar yakınından geçmişti ki, az daha kendisine çarpacaktı. […]
Erich Maria Remarque – Yaşamak Zamanı Ölmek Zamanı
Afrika’dakinden başka türlü kokuyordu Rusya’daki ölüm. Afrika’da da ölüler ağır İngiliz ateşi altında cepheler arasında çoğu kez uzun süre gömülmeden kalmıştı, ama güneş çabuk tutmuştu elini. Geceleri esen rüzgâr, o iç bayıltıcı, leş gibi ve ağır kokuyu da birlikte taşımıştı hep. İçleri gaz dolan ölüler sessiz, tüm umutlarını yitirmiş ve her biri kendi başının çaresine […]
Erich Maria Remarque – Ölesiye Yaşamak
“Şöyle bir kez eski günlerden söz edecek olursam kınamayın beni. Dünya yeniden kıyamet gününün donuk ışığı içine düştü; yeniden kan kokusu duyuluyor. Oysa son yıkımın daha tozları bile uçup gitmiş değil. Laboratuarlar ve fabrikalar bütün dünyayı bir anda havaya uçurabilecek silahları ortaya çıkarmak için yeniden var güçleriyle çalışmaya koyulmuş bulunuyorlar. Bunu da barışı sağlamak için […]
Erich Maria Remarque – Hayat Kıvılcımı
Bir iskeletten farksız 509 numara, kafasını yavaş yavaş kaldırdı ve gözlerini açtı. Bir baygınlık mı geçirdiğini, yoksa uyuya mı kalmış olduğunu kestiremiyordu. Zaten bu iki hal arasında pek fazla fark var denilemezdi; epeydir süren açlık ve yorgunluk onu bu hale sokmuştu. Her iki hal de, yosunlu derinliklere doğru ve suyun üzerine bir daha çıkmak ümidi […]
Erich Maria Remarque – Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
Bu kitap; ne bir şikayettir, ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerinden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece. Cepheden dokuz kilometre gerideyiz. Bizi dün değiştirdiler; şimdi karnımız kuru fasulye ve sığır eti dolu; tok ve memnunuz. Hepimizin aş kablarımızda akşam yemeği de hazır; üstelik çift porsiyon sucuğumuz, ekmeğimiz […]
Milan Kundera – Bilmemek
– Burada ne işin var? Sesi ters değildi, ama nazik de sayılmazdı, Syivie kızmıştı. – Ya nerede olacaktım, diye sordu lreııa. – Evinde! – Yani, burası artık besim evim değil, onu mu demek istiyorsun? Elbette Syivie onu Fransa’dan kovmak, ona istenmeyen bir yabancı olduğunu düşündürmek istemiyordu: “Ne demek istediğimi biliyorsun!” – Evet, biliyorum, ama acaba […]
Emily Bronte – Uğultulu Tepeler
İnsanlardan kaçan komşumu ve daha sonra başıma bir sürü iş açacak olan mal sahibimi ziyaretten yeni döndüm. Doğruyu söylemek gerekirse oraları gerçekten güzel yerlerdi! İngiltere’de gürültüden bu kadar uzak başka bir yer daha olabileceğini hiç sanmıyorum. İnsanlardan kaçan ya da nefret eden biri için adeta cennet gibi bir yer… Doğrusu, bu sessizliği paylaşacak, Bay Heathcliff’le […]
Emile Zola – Nana
– Yo, hayır! dedi. Burada insan bunalıyor. Dışarı çıkıyorum ben… Belki aşağıda Bordenave’a rastlarız. İşin iç yuzunu anlatır bize. Aşağıdaki mermer döşeli buyuk holde, bilet kontrolu yapılıyordu. Seyirciler görunmeğe başlamıştı. Açık duran uç parmaklıklı kapıdan bulvarlarda, bu guzel Nisan gecesinde, ışıklar arasında kaynaşan kalabalık göruluyordu. Araba tekerleklerinin gurultusu birden duruyor kapılar açılıyor, sonra gurultuyle kapanıyor, […]
Emile Zola – Nana (v2)
Saat dokuz olduğu halde Varietes tiyatrosunun salonu ‘daha dolmamıştı. Balkonda ya da alt ön sıralarda, kadife koltukların arasında kaybolmuş bir kaç kişi avizenin hafif aydınlığı içinde bekliyorlardı. Kırmızı perde yarı karanlığa boğulmuştu; sahneden hiçbir gurultu duyulmuyordu; ışıkları sönmuştu, muzisyenlerin kursuleri dağınık bir haldeydi. Yalnız paradide, gaz lâmbasının soluk ışığının etkisi ile yeşile çalan bir gökyuzunde […]
Emile Zola – Germinal
Kara bir mürekkep kadar yoğun ve karanlık gecede, düz ovada, Marchiennes’le Montsou’yu birleştiren ve pancar tarlaları arasında ip gibi uzanan yolda, bir adam tek başına yürüyordu. Bastığı yeri bile göremiyor, engebesiz vadinin uçsuz bucaksızlığını da, ancak denizi döven sağanağı andıran, çırılçıplak tarlaları ve bataklıkları yalayıp gelirken buz kesen mart rüzgârından sezebiliyordu. Göğün tekdüze karanlığını bozan […]
Emile Zola – Germinal (Can)
Yıldızsız gecenin zifirî karanlığına gömülmüş dümdüz ovada bir adam, pancar tarlalarının arasından geçerek dosdoğru Marchiennes’den Montsou’ya uzanan on kilometrelik anayolda tek başına yürüyordu. Bastığı siyah toprağı bile görmüyor; uçsuz bucaksız ufkun varlığını ise, fersahlarca uzayıp giden bataklıkları ve çorak toprakları yalayıp geçerken buz kesen mart rüzgârının, engin denizlerdekine benzer bir fırtınanın sayesinde hissedebiliyordu ancak. Gökyüzüne […]
Ellen Alpsten – Çariçe Katerina
Sevgili kocam, bütün Rusların kudretli Çar’ı, öldü; üstelik de tam zamanında. Bir an için orada, kışlık sarayın üst katındaki yatak odasında, zaman donakaldı. Yüksek tavanda asılı avizelerdeki mumların alevi huzursuzca titreşiyor ve odaya puslu, kararsız bir aydınlık veriyordu. Işıklar duvarlardaki yüksek aynalarda dans ediyordu; karanlık köşelerde gölgelerin titreşmesine neden oluyor, Flaman işi goblene nakşedilmiş figürlere […]