Jean-Paul Sartre – Sartre Sartre’ı Anlatıyor

Michel Contat’nın bu söyleşisi, Kortumlandırmalar X’dan (Situations X) alınmıştır. Söyleşinin belli bölümleri Le Nouvel Observateur dergisinin 23 Haziran, 30 Haziran ve 7 Temmuz 1975 tarihli sayılarında yayımlanmıştır. MICHEL CONTAT: Bir yıldan beri, sağlık durumunuz hakkında olumlu olumsuz söylentiler dolaşıp duruyor. Bu ay yetmiş yaşına basıyorsunuz. Şimdi Sartre, söyler misiniz, nasılsınız? JEAN-PAUL SARTRE: İyiyim demek zor, ama kötüye gittiğimi de söyleyemem. İki yıldır bir dizi sağlık sorunuyla uğraşıyorum. Özellikle bacaklarım, bir kilometreden çok yürüdüğümde ağrımaya başlıyor ve genellikle bu mesafeyle yetinmek zorunda kalıyorum. Öte yandan, oldukça önemli tansiyon düzensizliklerim vardı ama bunlar, şu son zamanlarda birden bire kayboldu: ciddi olarak yüksek tansiyondan şikâyetçiydim, şimdiyse, ilaç tedavisi sonucu, neredeyse düşük tansiyonlu sayılabilecek bir durumdayım. Nihayet, ve özellikle, sol gözümün arkasında -ki bu da sağ gözümü üç yaşımdayken kaybettiğimden gören tek gözüm- kanamalar oldu, halihazırda, hâlâ şekilleri seçebiliyorum, belli belirsiz, ışığı, renkleri farkedebiliyorum, ama artık nesneleri de yüzleri de açık seçik göremiyorum. Ve dolayısıyla artık ne okuyabiliyor ne de yazabiliyorum. Daha doğrusu, yazabiliyorum, yani elimle sözcükleri çizebiliyor, ve halen hemçn hemen düzgün bir şekilde yapabiliyorum bunu, ama ne yazdığımı göremiyorum. Ve okumak benim için tümden olanaksızlaştı: satırları, sözcüklerin arasındaki boşlukları görüyorum, ama sözcüklerin kendilerini çıkartamıyorum. Okuma ve yazma yeteneklerimden yoksun olunca da, yazar olarak faaliyet göstermem hiçbir şekilde mümkün değil: yazarlık mesleğim tümüyle bitmiş durumda. Bununla beraber halen konuşabiliyorum. Bu nedenle de bundan sonraki çalışmam, eğer televizyon parasal kaynak yaratmayı başarırsa, bu yüzyılın yetmiş yılından söz edeceğim bir dizi TV programı olacak.


Bu çalışmayı Simone de Beauvoir, Pierre Victor ve Philippe Gavi ile birlikte yürütüyorum, onların da dile getirecekleri bazı düşünceleri var ve fazladan, benim yapacak durumda olmadığım yazım işini de onlar üstleniyorlar: örneğin ben konuşuyorum onlar not alıyorlar, ya da birlikte tartışıyoruz ve onlar, daha sonra, üzerinde beraberce uzlaştığımız projeyi kaleme alıyorlar. Bazı bazı, ben de yazıyorum, yani bu yayınlarda yer alması gereken bir konuşmanın içeriğini not ediyorum. Ancak bunu yalnızca onlar okuyup bana aktarabiliyorlar. İşte şimdiki durumum bu. Bunun dışında kendimi gayet iyi hissediyorum. Uykularım mükemmel. Sözünü ettiğim çalışmayı, arkadaşlarımla birlikte etkinlikle yerine getiriyorum. Zihnim muhtemelen on yıl önceki -daha fazla değil ama daha az da değil- kadar açık ve duyarlığımı da aynen korudum. Belleğim, çoğu zaman oldukça iyi, yalnızca adları anımsamakta bayağı zorlanıyor, bazen de hiç anımsamıyorum. Nerede durduklarını bildiğim nesneleri kullanabiliyorum. Sokakta kendi başıma ve fazlaca zorlanmadan yönümü bulabiliyorum. M.C.: Artık yazamamak, herşeye rağmen büyük bir darbe olmalı. Oysa siz bundan büyük bir sükûnetle söz ediyorsunuz… J-P.

S.: Bir bakıma bu bütün varlık nedenimi ortadan kaldırdı: var’dım ve artık yokum gibi bir şey, anlayacağınız. Ancak, bu durumda fazlasıyla yıkılmış olmam gerekirken, bilemediğim bir nedenle, kendimi oldukça iyi hissediyorum: kaybettiğim şeyi düşündüğümde asla bir acı duymadım, melankoliye kapıldığım anlar da olmadı. M.C.: Ya isyan duygusu? J-P.S.: Kime karşı, neye karşı isyan etmemi bekliyorsunuz ki? Burada sakın stoacı bir tavır görmeyin -her ne kadar stoacılara karşı, bildiğiniz gibi, her zaman sempati beslemişsem de… Hayır, yalnızca, işler böyle oldu ve yapabileceğim bir şey yok, şu halde üzülmek için de bir nedenim yok. İki yıl kadar önce, belli bir dönem, bu şey daha da ciddileştiğinde, zorlu anlar geçirdim. Bir tür ufak çıldırmalar yaşadım. Simone de Beauvoir’la birlikte gittiğimiz Avignon’da, belli bir yerde, bir park sırasının üzerinde bana randevu vermiş bir genç kızı arayarak dolaştığımı anımsıyorum. Elbette ortada randevu falan yoktu… Şimdi, bütün yapabildiğim, olduğum şeye uyum sağlamak, bu şeyin etrafında dolaşmak, olanakları hesaplamak ve bu olanaklardan olabildiğince yararlanmak. Elbette beni asıl rahatsız eden görememek, ve bu konuda, danıştığım hekimlerin söylediklerine göre, yapabilecek hiçbir şey yok. Bu da can sıkıcı, çünkü çevremdeki şeyleri yazma arzusu duyacak kadar, her dakika değilse de ara sıra duyacak kadar hissediyorum yeterince. M.

C.: Kendinizi işsiz güçsüz kalmış gibi görüyor musunuz? J-P.S.: Evet. Biraz dolaşıyorum, bana gazeteleri okuyorlar, radyo dinliyorum, bazen televizyonda verilenleri hayal meyal izliyorum ve, gerçekten de, bütün bunlar işsiz güçsüz kalmanın getirdiği faaliyetler. Hayatımın tek amacı yazmaktı. Daha önce düşünmüş olduğum şeyler üzerinde yazıyordum, ancak başat an, yazma anıydı. Bugün de düşünüyorum ama, yazı benim için olanaksızlaştığından, düşüncenin gerçek faaliyeti, bir şekilde, ortadan kalkmış oldu. Bundan böyle bana yasaklanmış olan bu şey, günümüz gençlerinden bir çoğunun hor gördükleri bir şey: biçem, yani bir fikri ya da bir gerçekliği yazınsal tarzda serimlemek. Bu iş zorunlu olarak düzeltmeler gerektirir -bazı bazı beş, altı kez yinelenen düzeltmeler… Yazdıklarımı artık bir kez bile düzeltemiyorum, zira yazdığım şeyi okuyamıyorum. Dolayısıyla, yazdığım ya da söylediğim şey zorunlu olarak ilk halinde kalıyor. Elbette birileri yazdığım veya söylediğim şeyi bana okuyabilir ve ben, gerektiğinde, ayrıntıya ilişkin birtakım düzeltmeler yapabilirim, ama bunun kendi kalemimden çıkma bir yeniden yazım çalışmasıyla uzaktan yakından bir ilişkisi olamaz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir