30 Ağustos Hatıraları – Kolektif

30 Ağustos 1924’de, Dumlupınar’da Meçhul Asker Âbidesinin esas vaz’ı merasimi Atatürk’ün huzurları ile yapılmış, merasimde hükûmet ve Ordu erkânı, askerî kıt’alar ve on binlerce halk hazır bulunmuştu. Erkân-ı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşanın (Mareşal Çakmak) Başkumandanlık Harbinin askerî safhalarını anlatan nutkundan sonra, Gazi Mustafa Kemal kürsüye geçmiştir. Atatürk, zaferin kısa bir hikâyesini yaptıktan sonra onun siyasî ehemmiyeti ve neticesi üzerinde durmuştur. Bu zafer, ayaklanan bir milletin ilk hedefi idi. Bundan sonraki hedefler ne olacaktır? Atatürk onları anlatmış ve sözlerini Türk gençliğini muhatap yaparak bitirmiştir. Şimdi Atatürk’ü dinleyelim: Efendiler, Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinin verdiği kıymetli izahatla burada hazır olanlar ”Afyonkarahisar-Dumlupınar” Meydan Muharebesinin ve neticei katiye veren 30 Ağustos Muharebesinin sureti cereyanı hakkında bir fikri icmalî edinmişlerdir. Beş gün bilâfasıla geceli gündüzlü devam eden en büyük meydan muharebesinin mahiyeti hakikîyesi bugün verilen tafsilâttan ziyade, yarın tarihin hükümleri, erbabı tetebbuun tetkik ve muhakemeleri okunduğu zaman daha bariz, daha şumullü bir surette anlaşılacaktır. Beni, milletim, Türk Milleti, emniyet ve itimadına lâyık görerek bu harekâtın başında bulundurdu. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hâtırasını milletime karşı daima en derin minnettarlıkla mütehassıs olarak haz ile, iftihar ile muhafaza ediyorum. Vazifelerini milletin arzuyu vicdanîsine, ihtiyacı hakikîsine, yalnız onun iradei âliyesine tevfikan yapmış olanlara mahsus bir istirahati vicdan ile bugün muvacehenizde bulunurken hissettiğim bahtiyarlığı ifade edemem. 30 Ağustos günü saat 2 de… Efendiler, tıpkı bugün gibi 1922 senesi Ağustosunun otuzuncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğunuz sırtlarda, kahraman Onbirinci Fırkamız, şu karşıki tepelerde muharebeye mecbur edilen düşman kuvayı asliyesine taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çal köyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren sâikın ne olduğunu izah için hatırladığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim. 29-30 ağustos gecesi sabaha karşı Garp Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey, bermutad o saate kadar muhtelif karargâhlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinden tesbit ve işaret ettiği vaziyeti umumiyeyi Cephe Kumandanı İsmet Paşaya göstermiş ve o da derhal ”Paşaya göster” emriyle Tevfik Beyi yanıma göndermişti.


Karahisar’da Belediye dairesinde bana tahsis olunan odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Beyin gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım. Ordularımız düşmanı sarmıştı Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şu idi, ki ordularımız düşman kuvayi mühimmesini şimdiden, cenuptan, garptan ihataya müsait bir vaziyet almış bulunuyorlardı. Şu halde tasavvur ettiğimiz ve azamî netayiç temin edeceğini ümit eylediğimiz vaziyetler tahakkuk ediyordu. ”Derhal Fevzi ve İsmet paşaları çağırınız!” dedim. Üçümüz toplandık, vaziyeti bir daha mütâlea ettik ve katiyetle hükmettik ki, Türk’ün hakikî halâs güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasiyla tulû edecektir. Bu karara göre ordulara yeni emir ve tâlimat yazıldı (saat 6,30 evvelde). Fakat vaziyet o kadar mühim, o kadar sür’at ve şiddet talep ediyordu ki, bu tahrirî emirlerle iktifa etmek muvafıkı ihtiyat olamazdı. Onun için Fevzi Paşa Hazretlerinden, bizzat Altınbaş ve cenubundan hareket eden İkinci Ordumuzun ve bunun daha garbında bulunan Süvari Kolordumuzun nezdine giderek tasavvurumuza göre harekâtı tanzim buyurmasını kendilerine rica ettim. Birinci Ordu karargâhında Dördüncü kolordusu ile istihdaf ettiğimiz düşman kısmı küllisini cenuptan takibeden Birinci Ordu Karargâhına da ben bizzat gidecektim. İsmet Paşanın karargâhta kalıp vaziyeti umumiyeyi idare etmesini münasip gördüm. Fevzi Paşa Hazretleri şimale hareket ederken, ben de otomobille şimendifer güzergâhını tâkiben garba hareket ettim. Akçaşar’da Birinci Ordu Karargâhına saat 9’dan evvel idi ki vâsıl olmuştum. Ordu kumandanına bir taraftan cephenin tahrirî emri tevdi olunurken, ben de kendisine şifahen vaziyeti izah ettim ve Dördüncü Kolordunun tekmil fırkalariyle ve sürat ve şiddetle işte bu köyün, Çal köyünün garbındaki düşman kısmı küllisini ihata edecek surette muharebeye mecbur etmesini emrettim.

Ve ilâve ettim ki: ”Düşman ordusu behemehal imha olunacaktır.” Ordu Kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Komutanı Kemâlettin Sami Paşayı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimin ne olduğunu tebliğ etti. Bir müddet bu karargâhta kaldım. Mütemadiyen gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla görüştüm. Bunlardan biri erkânıharp zabiti idi. Zavallı verdiği malûmat meyanında istemeyerek Başkumandan vazifesini alan General Trikopis’in ve İkinci Kolordu Kumandanı General Digenis’in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu. Derhal yanımda bulunan Ordu Kumandanına: ”Kemalettin Paşayı bulunuz. Bizzat Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini behemehal esir etmesini söyleyiniz” dedim. Bu emir derâkab telefonla tebliğ olundu. Zavallı esir zabit benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemieyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargâhında kalamazdım. Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz bir ihtiyaç oldu. Ordu Kumandanını da beraber alarak Dördüncü Kolordu Kumandanının tarassut için bulunduğu şu istikametteki bir tepeye geldik (Arpalık civarında). Daha ileriye, ateş yerine… Çal köyü garbında ve şimalinde patlayan topların tarrakalarını işitiyordum.

Oradan vaziyeti dürbün ile tetkike uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kat’î bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum, ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek lâzımdır ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola dahil olduk. Arasıra güzergâhımı şuraya çıkmış bulunuyorduk. Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen ihata etmek ve düşmanın muannidane müdafaa ettiği muharebe mevzilerine süngü hücumlarıyla dahil olarak neticei kat’iye almak elzemdi. Bunun için bütün kıtaatın azamî fedakârlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hattâ mesturiyete bakmaksızın, ateş mevzilerine girip düşman mevzilerini sarsmasını istiyordum. Yanımdaki kumandanlar bu noktayı nazarlarımı anlar anlamaz derhal ve en asabî bir suretle faaliyete geçtiler. Maatteessüf şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir süvarı zabitine birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini şimâlden saran ikinci orduya gönderdim. Ve şifahen burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu zabit vazifesini yapmış ve birkaç saat sonra tekrar yanıma gelerek malûmat da vermişti. Onbirinci Fırkanın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman meziine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemâlettin Paşa, cenuptan ve garptan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye teşdit ve tesrii harekât için emirlerini isal ediyordu. İkinci Ordunun Onaltıncı ve Altmışbeşinci fırkaları düşmanla ciddî muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları da ihata dairesini darlaştırıyorlardı. Bunları görüyordum.

Suvari Kolumuzun daha garptan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren suvari zabiti söylemişti. Ateşli, kanlı, ölümlü bir kıyamet kopmak üzere idi Arkadaşlar! Saat ilerledikçe gözlerimin önünde inkişaf eden manzara şu idi: Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Bu ovadan, şimalden ve cenuptan birbirini velyeden avcı hatlarımızın, gurubu yaklaşan güneşin son şuaatiyle parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevaziini saran bir daire üzerinde mevzi almış olan bataryalarımızın fasılasız ve amansız ateşleri düşman mevziini, içinde barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş mağribe yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu. Biran önce cihanda büyük bir inhidam olacaktı. Ve beklediğimiz halâs güneşinin tulû edebilmesi için bu inhidam lâzımdı. Zulmetler içinde bu inhidam vuku bulmalı idi. Hakikaten semanın karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücüm ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kâmilen mahvolmuş perişan bir bakiyetüssüyuf kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi pürhavf ve lerzân, bîşekil bir kitle, acaip bir halita halinde firar için fürce arıyordu. Artık gecenin koyulaşan zulmeti neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar şarktan tulûuna intizarı zarurî kılıyordu.

31 Ağustos sabahı manzara Efendiler, ertesi günü tekrar bu muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna makabil hasım ordunun duçar edildiği falâketin dehşetini beni çok mütehassis etti. O karşıki sırtların gerisindeki bütün vâdiler, dereler, bütün mahfuz ve mestur yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve namütenahi teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukâtın aralarında yığınlar teşkil eden ölülerler, toplanıp karargâhlarımıza sevkolunmakta, bulunan sürü sürü esir kafileleri hakikaten bir mahşeri andırıyordu. Bu dar ateş ve savlet çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik bakiyetüssüyuftan ibaret idi. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberi içinde çıkmaya muvaffak olamayarak başlarında Başkumandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardı. Artık durmadan İzmir’e yürüyecektik Efendiler, Ağustosun otuz birinci günü takriben zevalde idi ki, yine bu Çal köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti mütalâa ettik. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi hitama erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğundan ittifak ettik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyu aslî ile bilâaram İzmir’e yürüyecektik. Meydan muharebesi milletlerin çarpışması demektir Efendiler, bugünden sonra İzmir’de ”Akdeniz”i, Mudanya’da ”Marmara”yı görmek için 8-9 günlük bir zaman kâfi gelmiştir. Fakat hatırlatmalıyım ki, bugün, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çal köyüne gelebilmek için yalnız Sakarya’dan itibaren sarfettiğimiz zaman tam bir senedir. Fakat bu tesbit ettiğimiz zaferi ihzar edebilmek için bir seneyi çok bulmazsınız zannederim. Çünkü efendiler, harp, muharebe, nihayet meydan muharabesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunu çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlâklarıyla harslarıyla hülâsa bütün maddî ve manevî kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür.

Netice yalnız kuvveti cismaniyenin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlâkî ve harsî kuvvetin tefevvukunu mertebei sübuta vardırır. Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün mevcudiyeti maddiye ve maneviyesiyle mağlûp edilmiş sayılır. Böyle bir âkibetin ne kadar fecî olabileceğini tahmin edersiniz. Mahvü izmihlâl yalnız cidal sahasında bulunan orduya münhasır kalmaz. Asıl ordunun mensup olduğu millet feci âkıbetlere uğrar. Tarih, başlarındaki tacidarların, harîs politikacıların birtakım hayalî emellerle, vasıtası mevkiine düşen müstevli orduların, müstevli milletlerin uğradığı bu nevi fecî âkibetlerle malâmâldir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir