Jose Mauro de Vasconcelos – Şeker Portakalı

El ele, acele etmeden sokakta yürüyorduk. Totoca bana hayatı öğretiyordu. Ben de, ağabeyim elimden tuttuğu ve bana birtakım şeyler öğrettiği için durumumdan hoşnuttum. Nesneleri bana evin dışında öğretiyordu. Çünkü ben evde keşiflerimi tek başıma yaparak kendi kendimi eğitirken; yalnız olduğum için, yanılıyordum. Yanılınca da eninde sonunda hep dayak yiyordum. Önceleri kimse beni dövmezdi. Ama sonra her şeyi öğrendiler ve zamanlarını, benim bir şeytan, bir baş belası, lanet olasıca bir sokak kedisi olduğumu söyleyerek geçirmeye koyuldular. Buna aldırdığım yoktu. Sokakta olmasam şarkı bile söy Yarım saati geçmez Gemi demiri aldı Denizcim uzaklaştı… Çok kabarmıştı deniz… O an bile bu şarkı, nedenini anlamadığım bir hüzünle doldururdu içimi. Totoca bana bir dirsek attı. Ayıldım. “Nen var Zezé?” “Hiç. Şarkı söylüyordum.” “Şarkı mı söylüyordun?” “Evet.


” “Öyleyse ben sağır olmalıyım.” İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bir şey demedim. Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim. Rio-Sáo Paulo yolunun kıyısına varmıştık. Yoldan her şey geçiyordu: kamyonlar, otomobiller, at arabaları, bisikletler. “Dikkat, Zezé! Bu diyeceğim çok önemli: Önce sağına, soluna bakacaksın. Sonra, haydi!” Yolu koşarak geçtik. “Korktun mu?” Elbette korkmuştum, ama başımı hayır anlamında salladım. “Bir kere daha birlikte karşıya geçeceğiz. Sonra öğrenip öğrenmediğine bakacağım.” Yeniden karşıya geçtik. “Şimdi aynı şeyi tek başına yap bakalım.” Yüreğim daha hızlı çarptı. “Sırasıdır, koş!” dedi ağabeyim. Hemen hemen soluk almadan atıldım.

Geçtiğim yerde biraz bekledim. Sonra bana geri dönme işaretini verdi. “İlk sefer için çok iyiydi. Ama bir şey unuttun,” dedi. “Araba gelip gelmediğini anlamak için iki yana da bakmalısın. Sana işaret vermek için her zaman burada olmayacağım. Dönüşte yine aynı şeye çalışırız. Şimdi yolumuza gidelim, sana bir şey göstermek istiyorum.” Elimi tuttu ve sakin sakin yolumuza devam ettik. Bir konuşma sırasında duyduklarım kafamı kurcalıyordu. “Totoca!” dedim. “Ne var?” “Ergenlik çağı hissedilir mi?” “Bu saçmalık da neyin nesi?” “Edmundo Dayı söyledi. Yaşıma göre ‘gelişmiş’ olduğumu, yakında olgunluk çağına gireceğimi anlattı. Ama ben kendimde bir fark göremiyorum.” “Edmundo Dayı budalanın teki.

Kafana abuk sabuk şeyler doldurmakla geçiriyor bütün vaktini.” “Budala değil o. Edmundo Dayı bir bilgin. Büyüdüğüm zaman bilgin ve şair olmak, kelebek boyunbağı takmak istiyorum. Kelebek boyunbağımla resim çektireceğim.” “Neden kelebek boyunbağı?” “Çünkü insan kelebek boyunbağı olmadan şair olamaz. Edmundo Dayı bana dergilerdeki şair resimlerini gösterdi, hepsinin kelebek boyunbağı var.” “Zezé, onun her söylediğine inanmaktan vazgeç. Edmundo Dayı kafadan çatlağın biri; biraz da yalancı.” “Öyleyse, boktan herifin biri.” “Dinle! Sövdüğün için çok tokat yedin. Edmundo Dayı öylesi değil. Kafadan çatlak dedim yalnızca. Yani yarı deli.” “Yalancı olduğunu da söyledin.

” “Bu da başka bir şey.” “Değil. Geçen gün babam, Bay Severino’yla konuşuyordu, birlikte escopa ve dört kollu iskambil oynadıkları adamla. Bay Labonne’nin sözü geçince babam şöyle dedi: ‘O moruk, boktan herifin biri, pis yalancının tekidir. ’ Böyle dediği için kimse babama vurmadı.” “Büyükler söyleyebilir, onlar için önemi yoktur.” Bir sessizlik oldu. “Edmundo Dayı, şey… ‘çatlak’ tam olarak ne demektir Totoca?” Totoca parmağını şakağına dayayıp çevirdi ve bu hareketiyle bana belli bir kavramı anlatmak istedi. “Hayır, doğru değil. Çok iyidir o!” diye bağırdım. “Bana bir sürü şey öğretir o. Şimdiye kadar da topu topu bir kere dövdü, pek sert vurmadı ama.” Totoca yerinden sıçradı. “Seni dövdü mü? Ne zaman?” “Çok yaramazlık yaptım, bir gün, Glória da beni Dindinhalara yolladı. Edmundo Dayı gazetesini okumak istiyor, ama gözlüğünü bulamıyordu.

Oflaya puflaya her yanda arıyordu. Dindinha’ya sordu, hava aldı tabii. Birlikte evin altını üstüne getirdiler. Bunun üzerine gözlüğün yerini bildiğimi, bilye almak için bana yirmi beş kuruş verirlerse göstereceğimi söyledim. Gidip yelek cebinden yirmi beş kuruş aldı. ‘Getir gözlüğümü, parayı vereceğim, ’ dedi. Ben de gittim, kirli çamaşır sepetinden gözlüğünü çıkardım. Bunun üzerine beni azarladı: ‘Yine mi sen sakladın, yumurcak! ’ dedi: Kıçıma bir şaplak indirdi, verdiği parayı da geri aldı.” Totoca güldü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

Yorum Ekle
  1. Teşekkürler

  2. okusam yazıcam da indirilmiyo ki)

    1. İndirme linki kontrol edildi. sorun görünmüyor.