Paul Klee – Modern Sanat Üzerine

Böyle bir yaklaşım, beni kolaylıkla diyalektik bir çözümlemeye girişmek için isteklendiren ve zevk alacağım bir girişim olurdu. Ama bu, kendi eğilimlerinin içinden çıkamadığım ve çocuğunuzun biçime göre içerikli çok daha fazla tanışık olduğunuz olgusunu unutuyor olacağım anlamına gelecekti. Bu nedenle biçime dair bir şeyler söylemekten kaçınacağım. Size ressamın atölyesinden anlık bir görünüm sunmaya çalışacağım, sonunda karşılıklı bir anlaşmaya varacağımızı umuyorum. Çünkü sıradan kişi ile sanatçı arasında karşılıklı bir yaklaşımın mümkün olduğu ve sanatçının artık bütünüyle ayrı bir varlık olarak gözükmediği ortak bir yer olmalı. Fakat sizler gibi bu çeşitlilik dünyasına fikri alınmadan sokulmuş ve burada sizler gibi iyi de olsa kötü de olsa kendi yolunu bulması gereken bir varlık olarak. Sizlerden sadece kendine ait özel yeteneklerini kullanarak yaşamı denetleyebilmesi bakamından farklı olan bir varlık; yaratıcı anlatım araçlarından ve biçim yaratımı yoluyla rahatlama şansından yoksun bir kişiden belki de daha mutlu bir varlık. Bu mütevazi üstünlük sanatçıya seve seve bağışlanmıştır. Onun başka bakımlarından yeterince sorunu vardır. BERN YAKINLARI (1910) Bir gülücülüğü ağacın gülücülüğünü kullanabilir miyim? Sanatçının bu çeşitlilik dünyasını araştırdığını ve bu dünya içinde göze çarpmayacak şekilde kendi yolunu bulduğunu söyleyebiliriz. Onun yön duygusu akmakta olan görüntü ve deneyim seline bir düzen getirmiştir. Doğadaki ve yaşamdaki bir yön duygusunu, bu dallanan ve yayılan düzeni ağacın köküyle karşılaştıracağım. Kökten sanatçıya özsu akar, sanatçının içinden akar gözlerine akar. Böylelikle sanatçı ağaç gövdesi olarak durur. Akışın gücüyle hırpalanmış ve kışkırtılmış sanatçı, görüsünü yapıtına dönüştürür.


Dünyanın gözü önünde, ağaç dallarının zamanda ve mekânda açılıp yayılması gibidir sanatçının yapıtı. Hiç kimse bir ağacın dallarını kökünün görüntüsünde biçimlendireceğini iddia edemez. Aşağısıyla yukarısı arasında aynadaki yansıma yoktur. Farklı öğelerde gelişen farklı işlevlerin, hayati ayrımlar ürettiği açıktır. Ama sanatının gerektirdiği doğadan kopuşları kabul edilmeyen sadece sanatçıdır. Yetersizlik ve kasıtlı çarpıtmayla bile suçlanmıştır. Kendine ayrılmış yerde durarak o, ağaç gövdesi, derinlerden kendisine geleni toplamak ve aktarmaktan başka bir şey yapmaz. Ne hizmet eder ne de yönetir., geçmesine izin verir. Konumu mütevazıdir. Ve dallardaki güzellik ona ait değildir. O sadece bir kanaldır. SCHWABINGEN YOLU (1910) Dallar ve kökle karşılaştırdığım iki bölgeyi tartışmaya başlamadan önce, birkaç noktaya daha değinmem gerekiyor. Farklı boyutlara ait parçalardan yapılmış bir bütün kavramına ulaşmak kolay değildir. Ve sadece doğa değil, sanat, yani onun dönüşmüş görüntüsü de böylesi bir bütündür.

İster doğa ister sanat olsun, kişinin bu bütünü incelenmesi yeterince zor bir olaydır, ama böylesi kapsamlı bir görünüm için bir başkasına yardım etmeye kalkışmak da çok daha zordur. Bu güçlük, uzayda açıkça üç boyuta sahip görüntülerin kavramsal olarak ifade edilebilmesi için uygun olan yöntemlerin ardışık doğasından ve sözel dünyanın dünyevi niteliğinin sebep olduğu yetersizliklerden kaynaklanır. Çünkü böylesi bir anlatım ortamıyla, aynı anda çok sayıda boyuta sahip bir görüntüyü, bileşen parçaları açısından ifade edebilme olanağından yoksunuz. LİMANDAKİ VAPURLAR (1911) Fakat bütün bu güçlüklere rağmen bileşen parçalara tüm ayrıntılarıyla değinmek zorundayız. Bununla beraber, gerektirdiği araştırma yoğunluğuna bakılmaksızın her bir parçanın sadece bütünün bir parçası olduğu olgusunu gözden yitirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde, bizi bütünüyle farklı bir yöne, yeni boyutlara, belki de önceden keşfedilmiş boyutların zaman ve mesafe olarak yittiği bir uzaklığa taşıyan yeni bir parçayla karşılaştığımız zaman cesaretimiz kırılabilir. Zamanın geçişiyle görüntüden silinen her boyuta diyeceğiz ki: Sen şimdi Geçmiş oluyorsun. Fakat olasılıkla daha sonra çok önemli – belki de talihli – bir anda tekrar yeni bir boyutta karşılaşabiliriz. Ve bir kez daha sen Şimdi olabilirsin. Ve boyutların sayısının artmasıyla birlikte, yapının bütün farklı parçalarının aynı anda görüntülenmesinin giderek güçleştiğini anladığımız zaman büyük bir sabırla çabalarımızı sürdürmemiz gerekiyor. Sözde uzamsal sanatların uzun zamandan beri anlatmayı başardığı, zamana bağımlı müzik sanatının, çoksesliliğinin armonileri içinde görkemli şekilde elde ettiği ve dramanın doruğa ulaşmasına yardım eden bu çok sayıdaki eş zamanlı boyutlar görüngüsü, ne yazık ki sözel öğretici anlatım dünyasında oluşmaz. Bu anlatım biçiminde boyutlarla bağlantı dışsal olarak gerçekleşmek zorundadır. BERN: KENTİN İÇİNE GİDEN ESKİ YOL (1911) Fakat kendimi belki de öylesine anlaşılır kılağım ki, sonuçta herhangi bir resimde bu çok sayıdaki boyut ile eş zamanlı bağlantı görüngüsünü rahatça görebilmemiz açısından daha iyi bir konumda olacaksınız. Alçakgönüllü bir aracı – Ağacın dallarıyla bir tutulamayacak – olarak sizlere zengin, pırıltılı bir görü sunmayı pekala başarabilirim. Şimdi soruna gelelim – resmin boyutları.

Kök ile dallar, doğa ile sanat arasındaki ilişkiden söz etmiş; bu ilişkiyi toprak ve havanın iki öğesi arasındaki farklılık ile, aşağısı ve yukarısının karşılıklı olarak farklı işlevleri ile karşılaştırarak açıklamıştım. Bir sanat yapıtının yaratımı – ağaç dallarının gelişmesi – zorunlu olarak resim sanatının özgül boyutlarına girmenin sonucunda, doğal biçimin çarpıtılmasına eşlik etmek zorundadır. Çünkü orada doğa yeniden doğar. O zaman bu özgül boyutlar nelerdir? Öncelikle, çizgi, ton değeri ve renk gibi az çok sınırlı, biçimsel etmenler vardır. Bunların arasında, çizgi yalnızca basit bir ölçüm sorununa sahip, en sınırlı etmendir. Çizginin özellikleri, uzunluk (uzun ya da kısa), açılar (dar yada geniş), yarıçapı ve odak mesafesinin uzunluğudur. Tüm bunlar ölçüme bağlı inceliklerdir. UYKU (1914) Ölçüm bu öğenin özelliğidir. Ölçüm olasılığının kuşkulu olduğu yerde, çizgi mutlak saflık ile ele alınmaz. Ton değerinin ya da bir başka deyişle chiaroscuro’nun – siyah ve beyaz arasındaki çok sayıdaki koyuluk derecesi – doğası oldukça farklıdır. Bu ikinci öğe ağırlık ile nitelendirebilir. Bir evre az çok siyaha doğru ağırlık kazanabilir. Ayrıca siyahlar beyaz normla (Bir kara tahta üzerinde) ilişkilendirebilir. Ya da her ikisi birlikte bir orta gri norma gönderme yapılabilinir. Üçüncü olarak, belirgin şekilde farklı özellikleri olan renk.

Çünkü renk ne tartılabilir nede ölçülebilir. Aynı parlaklıktaki, biri saf sarı, diğeri saf kırmızı olan iki yüzey arasındaki farklılık ne tartı nede cetvelle saptanabilir. Yine de sarı ve kırmızı sözcükleriyle nitelediğimiz temel bir farklılık vardır. Benzer şekilde tuz ve şekeri, tuzlulukları ve tatlılıkları bakımından karşılaştırabiliriz. Bu yüzden renk, Nitelik olarak tanımlanabilir. Şimdi elimizde üç bilimsel aracımız var; kökten farklılıklarına rağmen belirli bir karşılıklı ilişkiye sahip olan Ölçüm, Ağırlık ve Nitelik. Aşağıda kısa çözümlenmeye bu ilişkin biçimi gösterilecektir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir