Abdülhak Şinasi Hisar – Çamlıca’daki Eniştemiz

Uzun boyu, zayıf vücudu, siyah, cin gibi gözleri, kumral ve seyrekçe sakalı, ye�il kaplı kürkü ve kah ba�ına geçirdiği, kah ba­ �ından çıkardığı sivri gecelik takkesiyle Asuri bir müneccimi hatırlatan bir adam, terlikleri yerde, kendisi kö�edeki kerevet üstünde bağd� kurmu�, gazetesini okuyordu. Birdenbire, gördüğü bir haberle canı yanmı�çasına, oturduğu §iltenin üstünde ayağa kalkıyor; alevi artan bakı�larla kendinden geçmi§, bir elini dizine vurarak ve kelimenin sonunu uzatarak: “Gittii, uçtuuu!” diye haykırıyordu. Hatta, helecanından “uçtu” kelimesini “u�tu” diye telaffuz ettiği duyuluyordu. Ben, büyüklerin kendisini saymadıklarını gören çocuk, bu giden ve uçan �eyleri bana söylemeyeceklerini bilerek, nafile yere sormazdım. Fakat bu seste ve edadaki teessürü duydukça millet ve devlet bakımından birtakım fırsatların kaçırılmı�, birtakım menfaatlerimizin bozulmu� olduğunu sanki anlamıyor muydum? Böyle haykıran adam, içini çeker, yine bağda� kurarak kö�esine oturur, bana, adeti olduğu üzere, �efkatli gözlerle bakarak ve beni ba�ımdan büyük derdere karı�tırmak istemezrni� gibi bir �ey söylemeyerek, hüzünlü bir halde gazetesinin b�ka sütunlarına geçer, bir fincan kahve daha içer, bir tutarn enfiye daha çekerdi. Bu, ailemiz içinde hemen herkesin kendisini deli diye andığı Çamlıca’daki eni�temizdi. Bilirsiniz ki bizde deli tabiri sadece, tıbbi delaletiyle, akli muvazenesi bozulmu� manasma gelmez. Böyle saydıklarımızın hepsi de mutlaka çıldırmı� demek değildir. Hele o geçmi� zaman, delileri gönlünden büsbütün silip atmı� değildi. Mecnun ve meczup bulduklarının birçoklarını tasvip ederdi. Eni�temiz bazan Hacı Varnık Beyefendi diye çağrıldığı halde çok kere de sadece Deli Varnık Bey diye yadedilirdi. Akrabaları7 mız yahut tanıdıklarımız onun hakkında her zaman: “Divanenin biri!” dedikleri gibi, biz çocuklar bile aramızda ona bazan “Çamlıca’ daki eni�temiz”, bazan da, “Deli eni�temiz” derdi k. Zira onun deli sayılmasını sebeplerini gizlice biz de sezerdik. Büyüklerimiz kendi tasvip ettikleri fikirler ve hislere bile bezgin bir gönülle i�tirak ederek ağırba�lılıklarını muhafaza ederlerken bunların muvazenesiz eni�temizde eri�tiği mübalağaları görerek gülümserlerdi. Biz çocuklar da, zavallı eni�temiz bunu aniayarak müteessir olmasın diye ona açıkça taraftarlık ederdik.


Fakat ona takılan bu lakap kendisini ihmal etmek için bir sebep sayılmaz ve akrabalarımızın kendisiyle görü�melerine mini olmazdı. N asıl ki bu �ölireti, hükftmetin onu evvela defterdar; sonra yine defterdar; sonra mutasarrıf; sonra yine mutasarrıf ve nihayet bir kere de vali tayin etmesine engel olmamı�tı. Onu ikide bir gönderdiği memuriyetlerden azieden Babıali ikide birde yine böyle bir memuriyetle ba�ka bir yere göndermekte mahzur görmüyordu. Biz de, bu hususta hükftmetle mutabık olarak, adına ilave ettiğimiz bu sıfatı muhabbetimize mani saymıyorduk. Hatti, bu maruf deliliğinden dolayı onun nice huysuzluklarını mazur görebiliyorduk. Zira o bizi, hemen daima, Çamlıca’nın latif, hafif, bahar havasına benziyen bir latife, çocukluk ve gülme havasına sürüklüyordu. Zaten, biraz dikkat etsek, görürüz ki, insanların çoğu yarı deli, yarı iradelidirler. Ve kah iradeleriyle, kah delilikleriyle hareket ederler. Onları olduklarından daha az deli veya daha çok iradeli zannetmek hatalıdır. Eğer her yaptıklarını mantık! bir zihnin hesaplariyle izah etmeğe kalkı�ırsanız, kendilerine, çok kere hatıriarına bile gelmemi� olan maksatlar isnat etmi� olursunuz. Hayatı ilmi denecek bir görü�le kavrarsanız, çok kere, insanların yaptıklarında böyle makul sebepler ve söylediklerinde mantık! manalar bulunmadığını anlarsınız. Kendi hareketlerimizin garabetinden gaflet ederek b�kalarının yaptıklarında daima mantık aramak adetİnden korunmalı ve kurtulmalıyız. Bütün hayatlar o kadar deli�menliklerle doludur ki, eğer hepsi aniatılsa bir kısmına inanılamaz ve her harekete makul bir sebep aransa daima bulunamaz. Her geçirdiğimiz zaman, biraz sonra, kendimize delilik zamanları diye görünrneğe mahkl1mdur. Zira deli�menliğinden haberi olan bizler, bir türlü tatmin edileınİyen mantığımızla, adeta ra8 hatsız, hasta olan insanlarız.

Ötekilerse bundan haberleri olmayan ve rahat kalanlardır. Çünkü kendini hilmiyen bir hafif deli§­ menlik bir nevi kurtulu§tur. Hayal içinde yüzen insanlar belki etraflarındakileri üzerler, fakat gördüğümüz hakikat değil, inandıkları hülya içinde kalarak kendilerini bu imanla kurtarırlar! Böyle, deli§menlerle görü§menin büyük bir faidesi vardır: Onlar, insanlar hakkında daha doğru bir fikir edinmemize yararlar ve cemiyet içinde emeklerimizi senelerle bo§ yere kemirecek ve yolumuzu nafile yere senelerle uzatacak yanlı§lardan sakınmamıza hizmet ederler. Filhakika insanlar yalnız akıllarıyla ya§aınadıkları gibi, “akli selim” denilen §ey de umumi değil gayet nisbidir. Fakat bütün bu hakikatlerden gaflet ederek zavallı insanların birbirlerini, herkesin herkesi ve cemiyeti olduğundan fazla makul ve mantıki bulmağa insiyaki bir meyli ve tehlikeli bir alı§­ kanlığı vardır. Böylece, bize kalsa, yan lı§ olarak, kendimizin-büsbütün makul bir alemde ya§adığımızı sanırız. Halbuki deliler bizi �u gafletimi�den kurtararak hakikati bize olduğu gibi gösterirler. Insan bir deli ile konu§urken daha bir çeyrek saat geçmeden, gözleri açılır ve aklı ba§ına gelir; belki uzun zamanlarda öğrenemiyeceği §eylere akıl erdirir. Ba§kalarının müfekkirelerine tesir etmek için samirniyetİn kafi gelmediğini, herkesin kendi mantığımızda dü§ünmediğini insanların bir kısmının bizim ruhumuzla hiçbir alakaları olmadığını ve birçok §eylerin bu bakımdan ne güç olduğunu anlarız. Deliler, insanın hususiliğini, muhakemesizliğini ve her fikrin nisbiliğini, ayrılığını gözle görülür ve elle tutulur §ekilde temsil etmekle bize büyük bir kolaylık ve istifade temin etmi§ olurlar. Onlarla görü§ünce artık mücerret olarak insanların aklına, mantığına, muhakemesine itimat etmek gibi hiç caiz olmayan hafifme§repliklerden kurtuluruz. Artık insanların talihlerini kendilerinin yaptıkları hakkındaki kanaatİmiz kuvvetlenir. Sağırların yanında her zaman söylemeği adet edindiğimiz sözlerin lüzumsuzluğunu duyduğumuz ve söylenmeğe değer sözlerin azlığını idrak ettiğimiz gibi, delilerin yanında da nice muhakemelerden vazgeçmek ve kabul edilmesi ba§ka bir §UUra ihtiyaç gösterecek §eyleri söylememek lüzumunu anlar ve uslanırız. Zira biz de, mahkemeler gibi insanları çok kere adam yerine koyarız. Sanırız ki, dü§ünürsek dü§üncemizi takdir edecekler; söylersek, sözümüzü anlayacaklar; bilirsek, ilmimize inanacaklar; 9 doğru hareket edersek, lehimize �ahadet edeceklerdir.

Aldanırız! Hemen daima bunun aksi sabit olur. Hayatımızın her anında yapyalnız kalırız. Çağırırız, kimse imdadımıza gelmez. Muhitimiz bize kar�ı her an kör;sağır ve �uursuzdur. Yabancı gözler, sandığımız gibi, görmek için değildir; kördür, görmez. Yabancı kulaklar, umduğumuz gibi, duymak için değildir; sağırdır, i�it-. mez. Hayatımızın �ahitleri de, beklediğimiz gibi, bizi duyan en yakın akrabalarımız değil, bizi duymıyan en uzak yabancılardır. Dü�ündüğümüze kanmazlar; söylediğimizi anlamazlar; bildiğimize inanmazlar, hareketimizi kavramazlar ve kendi doğru sandıklarını söyleseler bile, bizim hakikatlerimizi değil, kendi yalanlarını söylerler. Zira herhangi bir samirniyet bile mutlaka hakikat demek değildir. Bunlar çok kere de, kahraman edaları takınarak ve kahramanlık gösterilerine inanarak, isnat, tahkir, tezyif ve iftira ederler! O zaman gönlümüz kırılır, “Y a1 Onun da içyüzü bu muydu? Ben de onu adam sanmı�tım!” deriz. Dü�ünmeyiz ki, i�te asıl hatamız buradadır. Hatırlayınız! Hiç �a�mayan bir intizam ile i�lediğini gördüğümüz be�eri bir kanun vardır: Nerede zeka umarsak orada ahmaklıkla kar�ıl�ırız. Nerede sadakat beklersek, orada ihanete uğrarız. Nerede kibarlık ararsak orada bayağılığa rastlarız.

Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz. Gençliğimizin saffetli zamanlarında menfaatine yardım etmi� olduklarımıza, senelerden sonra, rast gelince geçmi� zamanların olgunla�tırdığı bir eski muhabb. etle kar�ılanacağımızı sanırız ve yıllanmı� bir kinle kar�ıl�ırız. Ince birtakım vefakarlıklar uğruna çürüttüğümüzü gördüğümüz bir örnrün ak�amında b�kaları gizlendikleri bataklıklar içinde yılan b�larını kaldırarak bize ıslık çalarlar. Dü�ünmeyiz ki, çektiğimiz onlara itimat etmi� safft!timizin cezası ve muhabbet göstermi� za’fımızın belasıdır. İ�te, hiç ��mayan bir intizam ile i�liyen bu be�eri kanun kar­ �ısında, bizim her zaman umduğumuz gibi bulduğumuz, denilebilir ki, ancak delilerdir. Onların tabiatı daha sağlamdır. Asıl olduklarına daha çok benzerler. Kendilerinden delilik bekleriz ve filhakika bulduğumuz da budur. Delinin huyu, t�ıdığı ismi gibi malumdur. Ondan artık insaf, iz’an, ahlak, mantık, �efkat, muhabbet, sadakat gibi diğerlerinde nafile arayıp da bulamadığımız faziletleri zaten beklemeyiz. Onlar kendi haklarında önceden 10 edindiğimiz fikirlere sonradan da uygun çıkarlar. Haklarında çok §a§Irmı§ olmayız. Seneler geçer ve onların aynı delilikierine devam ettiklerini görürüz. Bu bakımdan da onlarla tanı§mak daha pratiktir.

Gerçi çoğumuzun delilikten çekinmesine zaten §unun için pek de lüzum yoktur. Bir insanın aklını bozabilmesi için evvelce bu aklın mevcut olması lazım gelir. Deli eni§temizin bazan söz arasında: “Aklımı oynatırım!” yahut, “Hay §imdi aklımı kaçıracağım!” gibi bir §ey söylediği olurdu. Onu hiç beğenmiyen annem ya bu sözü yahut bunun ba§kaları tarafından kendisine naklolunduğunu duyar, ve o zaman: “Nafile! Hiç merak etmesin! Aklı yok ki kaçırsın!” derdi. Çoğumuza böyle bir muafiyet nasip olduğunu kabul edebiliriz. Fakat insanların çoğu bu akılsızlıklarını göreneğin verdiği bir maske ile örterler. Delilerse böyle bir peçe altında gizlenerek bizi aldatamazlar. Denilebilir ki onların hep meydanda olan ve bazan beterle§en bir tek yüzleri vardır. Kendilerinden sakınmak için lazım olan ihtiyat tedbirlerini almanın bize dܧtüğünü görür ve bunda kusur etmeyiz. Diğer insanlarsa bizi gafil avlarlar. Zira onlar bir değil; hatta iki değil, üç yüzlüdürler: Bir gizlediklerini bildikleri; bir gösterdikleri yüzleri vardır. Fakat asıl karası ve §eytanisi bir üçüncüsüdür ki ne gizledikleri, (fakat bizim te§his edebildiğimiz), ne gösterdikleri (fakat bizi aldatmıyan) yüzlerine benzemez. En karanlık zamanlardan miras olan bu üçüncü yüzleri, ki ihtimal asıl iç yüzleridir, onları çok kere kendi menfaatleri aleyhine bile körü körüne ve hesapsızcasına harekete getirir. Eni§temizin çok kullandığı bir tabirle onlara, “fisebilillah” fenalık ve hayvanlık getirir. Biz artık bu kadarına ihtimal veremeyiz.

Onlar böylece huylarını ya bilmez, ya açığa vurmaz, ya ustalıkla gizler, ya sarahatle duyurmaz ve bizi aldatabilirlerken, kendilerinin belli etmerneğe çalı§tıkları ve sakladıkları bu huylar delilerde meydancia ve boy atmı§ bir haldedir ve gözlerimize çarpar. Şimdi anlıyorum ki deli eni§temizin kar§ısında insanın aldanmasına imkan bırakınıyan ve adeta ho§Una giden bir emniyet hissi duyulurdu. Zira bütün bu gizlenen insan huyları onda, saklanmaz boylara yükselir, gözlere batan çapiara eri§irdi. Böylece siz onları sarahatle görebilir ve §erlerinden korunabilirdiniz. Deli eni§temiz zehriyle birlikte panzelırini de sunuyor, öy11 le ki tehlikesiz kalıyor, hatta belki de, sadece insan tabiatını meydana çıkararak faydalı bir adam rolü oynamı§ oluyordu. Fakat ben, çocukluk zamanlarımda, tabiatının sonradan gördüğüm bu faydalı taraflarını daha kavrayamıyarak, onun deli§­ men huylarını belki sadece gülünç bulduğum için seviyordum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir