Adrian Berry – Sonsuzluğun Kıyıları

Literary Review un editörü Auberon Waugh’a, ilk olarak onun dergisinde yayımlanan “Geri Kalmış Đngiltere” adlı makaleyi tekrar yayımlamama izin verdiği için minnettarım. Astronomy Novv’ınyazı işleri müdürü Steven Young’a ve Pole Star Publications Ltd. a da o dergideki sütunumda yazdığım birçok makaleyi tekrar yayınlamama izin verdikleri için teşekkür ederim. Yazıların yayıma hazırlanmasında hataları saptamakta yardımcı olan Daily ve Sunday Telegraph editörleri Harry Coen, Seamus Potter, Robert Cowan, Veronica Wadley, Mark Law, David Johnson, Dr. Roger Highfield, Gulshan Chunara’ya ve Astronomy Now’in editörü Pam Spence’e de teşekkürü borç bilirim. Geriye kalmış olabilecek bütün hataların tek sorumlusu benim. Geçmişin Đzinde Galileo ve Yunuslar ransa sahili açıklarındaki bir deniz kazasında bir grup balıkçıyı kurtaran dört yunus büyük şaşkınlık uyandır-A~ mıştı. Kaptan yunusların bu yaptığını “inanılmaz bir şey” olarak tanımlamıştı. Hayvanların ikisi teknenin kıçına ikisi de başına geçerek ka- ** zaya uğrayan tekneyi kaldırmış, rüzgârın savurduğu kayalıklardan uzaklaştırmak için yarım saat çabalamıştı. Đşleri bitince de yüzüp gitmişlerdi. Yunusları inceleyen ve onların gezegenimizdeki en zeki ikinci memeli unvanı için çekiştiklerini düşünen bilim adamlarını hiç şaşırtmadı bu olay. Bazı yunuslar Amerikan Donanmasına ait Trident denizaltıla-rım sabotajcı balıkadamlara karşı koruyacak şekilde eğitilmiştir. Yüzücüleri kendi doğal düşmanları olan köpekbalıklarından kurtardıkları kanıtlanmıştır. Bazıları otistik ve Down sendromundan mustarip çocukların tedavisine yardım edecek şekilde eğitilmiştir. Bir yunus da Norveç’te bir feribota âşık olmasıyla nam salmıştır.


Yaklaşık dört metre uzunluğundaki âşık yunus Hanna, Norveç’in batı sahilindeki adalar arasında işleyen 50 metre uzunluğundaki Voksa adlı feribotu 10 gün boyunca tavlamaya çalışmıştı. Hatta gemiyi limana kadar takip etmiş, orada soğuk çelik gövdeye usul usul sürtünmüştü. “Gemiye gerçekten âşık olduğuna dair bir kanıt yok. ” diyor Santa Cruz’daki Kaliforniya Üniversitesinden emekli yunus uzmanı Ken Norris. “Yolcuları şaşırtmak ve eğlendirmek için âşık rolü yapmış olabilir. Kimse bir yunusun gerçekten ne düşündüğünü bilemez. Sesleri ve vücut ritimleriyle birbirleriyle konuşabilirler, bellekleri de hayret vericidir. Bir keresinde eğitilmemiş bir yunus grubunun, eğitilmiş bir grubun karmaşık akrobatik gösterisini izlediğine şahit olmuştum. Üç sene sonra, bir eğitim ya da prova olmaksızın, eğitimsiz grup gösteriyi hemen hemen bütün ayrıntılarıyla tekrar etmişti.” Zihinsel özürlü çocuklara yunuslarla birlikte yüzmeleri öğretilerek, eğitimlerinde büyük başarı sağlanıyor. Miami’deki Yunus Araştırma Merkezi’nden psikolog David Nathanson, bu çocukların öğrenmeleri önündeki en büyük engelin dikkatlerini odaklayamamalan olduğuna inandığından yunuslarla oyun oynamanın ilgilerini çekebileceğini düşünmüş. Çok da başarılı olmuş: Önde gelen konuşma terapistlerinin kendisini konuşmaya ikna etme çabalarına karşılık vermeyen üç yaşındaki bir ingiliz çocuk ilk sözcüğünü söylemiş. Bu sözcük “Tina “ymış, oyun oynadığı yunusun adı. Ama en olağanüstü yunus hikâyesi yunusların davranışlarına değil politika ve bilim tarihine dair. Galileo’nun yargılanmasından bir yunusun —daha doğrusu bir yunus simgesinin— sorumlu olduğuna inanıldığını anlatıyor bu hikâye.

Scientific Amehcan’m Kasım 1986 sayısında ortaya atılan ve bilim tarihçileri tarafından giderek benimsenen bu kuram, şimdiye kadar inanılması güç görünen bir gerçeği —70 yaşındaki zararsız bir adamın, sadece Jüpiter’in uyduları olduğunu ve Dün-yanın Güneş’in çevresinde döndüğünü söylediği için işkence ve yakılarak öldürülmekle tehdit edildiğini— açıklıyor. Matbaanın, Başlıca iki Dünya Sisteminin Diyalogu kitabının iç kapağındaki üç yunuslu simgesine takan engizisyoncuların Galileo’nun Protestan bir politik casus olduğuna inandıkları söyleniyor. Sene 1632’ydi. Otuz Yıl Savaşları tüm hızıyla sürüyordu ve katı bir skolastisizme saplanmış olan Katolik din bürokratları paranoyaya kapılmıştı. Yunus! Bu sözcük bile onları çileden çıkarmaya yeterdi. Yunuslar Delfi’deki Apollon tapmağıyla özdeşleştiriliyordu. Homeros’un Uyadasmda Apollon Truvalıların başlıca ilahi destek-çisiydi. Truva’dan kurtulanlardan biri olan Francus, Fransız hanedanının kurucusuydu. “Yunus” aynı zamanda “dauphin” yani Fransız tahtının vârisi anlamına da geliyordu. O sıralarda ft Fransa Protestanlığı destekliyordu. Dolayısıyla bir Katolik için yunus imgesi ihanet demekti. Biz yunusları büyüleyici bulabiliriz. Ama Galileo onlara karşı daha karışık hisler beslemiş olmalı. Varlığımız Mucize nsanoğlunun var oluşu kimsenin aklının hayalinin alamayacağı kadar inanılmaz bir olay. Aslında iki milyarda birlik bir olasılığın gerçekleşmesi sonucu burada bulunuyoruz.

Earth and Planetary Science Leffers’daki bir yazı 65 milyon yıl önce Dünyaya çarpıp dinozorları öldüren asteroit hakkında çok ilginç bazı bilgileri gün ışığına çıkarıyor. Dinozorları öldüren çarpmanın kendisi değil, meydana geldiği bölgeydi. Çünkü 20 kilometre çapındaki cisim Meksika’daki Yucatan yarımadasında Chicxulub denilen bir yere düştü ve denizin altmda (felaketle ilgili ilk kanıtların bulunduğu 1980 yılından sonra olay yerinin bulunmasının ve incelenmesinin çok zor olmasının nedeni de bu) 300 kilometre çapında bir krater meydana getirdi. :. ….¦*. , Chicxulub’un kükürt açısından çok zengin bir bölge olduğunu söylüyor yazarlar. Asteroidin çevreye kükürt dağılmasına ve atmosferin alt katmanlarının kükürt dioksitle dolmasına yol açtığı ve daha yükseklerde sülfirik asit bulutlan yarattığı açık. Bu olay, güneş ışınlarının Dünyaya ulaşmasını engelleyerek, birkaç on yıl süren kısa bir buzul çağı başlatmış olmalı. Bunun nedeninin göğe yükselen ve senelerce orada asılı kalarak “kozmik kışa” sebep olan büyük miktardaki toz ve kurum olduğu zannediliyordu. Ama böyle bir şeyin meydana gelmiş olamayacağına artık kuşku yok. Toz altı ay içinde yere inerdi – o kadar çok hayvanı öldüren küresel karanlığın oluşması için çok kısa bir zaman bu. Oysa bilgisayar simülasyonları, sülfürik asit taneciklerinin tozdan daha hafif oldukları için gökyüzünde 30yıl kadar kalmış ve gezegeni kaplayan kesif bir sis yaratmış olabileceğini gösteriyor. Bu süre zarfında sıcaklık sıfırın altına düştüğü için otçul dinozorların beslendiği bitkilerin çoğu ölmüş olmalı. “Bu asteroit Dünya nm başka herhangi bir yerine çarpmış olsaydı,” demiş Kaliforniya, Pasadena’daki Jet Đtki Laboratuvarı bilim adamlarından Kevin Baines, “dünya çapında yıkıcı bir iklim değişikliğine neden olacak şekilde atmosfere yayılan muazzam miktarda kükürt ortaya çıkmazdı.

” Aslında dinozorlar ortadan kalktığı için biz varız. “Biz insanlar varlığımızı, bu çarpışma bölgesinin eşsizliğine borçluyuz.” demiş Baines. Çünkü etçil dinozorlar gezegende kol gezdiği müddetçe bizim insansımaymun benzeri atalarımızın evrimleşmesi imkânsızdı. Zeki olabilmeleri için hayvanların belli bir büyüklüğe ulaşması gerekir – o büyüklüğe ulaşamadan hepimiz çoktan yenmiş olacaktık. Şimdi kükürt görece az bulunur bir element. Evrende en çok bulunan elementler arasında dokuzuncu ve yerkabuğunun sadece % 0,06’sını oluşturuyor. Dinozorların soylarının tükenmesini bir de istatistiksel olasılık hesaplarının ışığında düşünün. 20 kilometre çapında bir asteroidin Dünyaya kaç yılda bir çarpabileceğini kimse bilmiyor ama 100 milyon yılda bir, makul bir tahmin gibi görünüyor. Şöyle diyelim, çarpsa bile kükürtlü bir bölgeye çarpma olasılığı çok az. Baines’in değerlendirmesine göre bu olasılık yirmide bir. Yaygın kanının aksine kükürt birikintileri volkanik etkinlik sonucu oluşmuyor, uzun zaman önce ölmüş canlıların arkada bıraktığı kalsiyum sülfat kalıntılarından oluşuyor. Deniz olsun, kara olsun Dünyanın 500 milyon kilometrekarelik yüzeyinin ancak yirmide birinin böyle birikintilere sahip olduğu tahmin ediliyor. Bu yüzden de kükürtün neden olacağı bir kozmik kışın meydana gelme olasılığını hesaplamak için, 100 milyonda biri yirmide birle çarpıyoruz. Sonuçta böyle bir şey olma olasılığının iki milyarda bir olduğu ortaya çıkıyor.

Söz konusu asteroit Chicxulub’a çarpmasaydı Dünya üzerinde zeki yaşam formları ortaya çıkabilir miydi? Bazı bilimkurgu yazarları dinozorların çeşitli alt türlerinin yüksek teknolojiye ulaşacak şekilde evrimleşebileceğini öne sürmüştür. Ama bu biraz şüpheli. Madem böyle bir atılım yapabileceklerdi, 140 milyon yıllık varlıkları boyunca neden yapmadılar? Chicxulub türü olayların gerçekleşme olasılığının çok düşük olması, Samanyolu Galaksisinde zeki yaşam formlarının izini neden bulamadığımızı da açıklıyor. Dinozorların ortaya çıkma olasılığının ne kadar olduğunu kimse bilmiyor ama eğer yok olma olasılıkları çok düşükse, diğer tüm bakımlardan yaşamaya elverişli diğer yabancı gezegenlerde zekânın ortaya çıkabilmesi pek de mümkün görünmüyor. Çok şanslı hayvanlarız. Đlahi Düzenbazlık örülmemiş bir skandal gün ışığına çıkarıldı. îki üst düzey devlet memuru koca bir serveti zimmetlerine geçirdikten sonra, diğer memurlara da rüşvet vererek gizliden gizliye büyük bir inşaat işine girişmiş. Bunda tuhaf bir şey yok diye düşünebilirsiniz. Tek tuhaflık amaçlarında: Kendilerini tanrı yapmak istemişler. Kutsallık korsanlığı yapmak için kurulmuş bu olağandışı düzenin 4000 yıl kadar önce Eski Mısır’da meydana geldiğini söylüyor, Sakkara piramitlerinde bazı ipuçları ele geçiren bir grup arkeolog. Đki ahlaksızın planı gayet basitti ve onlara göre başarılıydı da. Ama iş öbür dünyaya gelince, o ayrı konu… Resmi Mısır dinine göre firavunlar ölünce otomatik olarak tanrıya dönüşüyordu. Bunun nedeni, kraliyet mezarlığında ya10 tanların onları ziyarete gelen ruhlar tarafından kral addedilmesi ve hemen ilahi konuma terfi ettirilmesiydi. Đki görevli, Ihy ve Hetep adlarında üst düzey iki rahip, yüzlerce yıl önce ölmüş ve tannlaşmış firavun Teti’ye (MÖ 2325-2310) “hizmet etmek”ya-ni onu korumaktan sorumluydu. Teti’nin kutsal mezar alanı içinde gizliden gizliye kendi mezarlarını inşa etmeye başladılar.

Kendilerine piramit yapacak kadar ileri gitmediler, bu her şeyi açık etmek olurdu. Ama Teti’ye tapanların mezara getirdiği hediyeleri çaldılar ve kendi mezarlarını ve bu mezarlara uzanan gizli koridoru yaptıracakları taş ustalarını ve tezyincileri tutmak için bunları takas ettiler. Mısır uzmanları daha önce hiç böyle bir keşif yapmamıştı. Başkalarının mezarlarına kendi isimlerini kazıyarak ruhları kandırmaya çalışan sözde tanrılara rastlanmıştı ama kendi mezarını yutturmaya çalışanlar hiç görülmemişti. Kraliyete mensup bir Mısırlıyı bekleyen ahret yaşamının keyfini sürme arzusu, Westminster Abbey e defnedilmeyi garantilemek için “nüfuzlarını kullanan ” mühim şahsiyetlerin bildik “gömülme snobluğu’ndan çok farklıydı. Ihy ve Hetep bu dünyada ebedi şöhret değil, öbür dünyada ebedi keyif istemişti. “Her Mısırlıyı olabildiğince rahat bir ahret yaşamı beklerdi ama bir kralın ahret yaşamı lüks ve ihtişam açısından her şeyin ötesindeydi.” demiş Boston’daki Güzel Sanatlar Müzesi arkeologlarından Rita Freed. “Daimi bir ziyafet ve sevişmeyle ya da dünyadayken en keyif aldığın şeyle dolu bir yaşam. Ama hiç hazımsızlık çekmiyor, akşamdan kalmıyor ya da hastalığa yakalanmıyordun. Asla yaşlanmıyor, şişmanlamıyordun. Kardeşi Setle mücadele eden Osiris gibi, bir savaşçının muzaffer rolünün keyfini sürebiliyordun. Ama asla öldürülmüyor, yaralanmıyordun ve her zaman kahramanca bir imgen vardı, bir taarruzun başını çekiyor ya da tek başına düzinelerce düşmanı öldürüyordun. Hep kazanıyordun.” “Ama Mısırlı bir süper-tannnın yaşamının tek bir sakıncası vardı.

” demiş Philadelphia’daki Pennsylvania Üniversitesi müze müdürü David Silverman. “Bu dünyadaki rahipler sana tapmayı bıraktıkları anda yaşamın sona eriyordu. Böyle iki vaka görülmüştü. Firavun Akhenaton’un (MÖ 1353-1335) ve Kraliçe Hatşepsut’un (MÖ 1473-1458) ölümlerinden sonra, kraliyete leke sürdüklerine karar verilmişti. Akhenaton Güneş’e tapmayı icat etmiş, Mısır’ın geri kalan bütün tanrılarını ortadan kaldırmaya çalışmıştı, zavallı Hatşepsut’un halefleri ise onun kadın olduğu için zaten tahta çıkmamış olması gerektiğine karar vermişti. Bu iki tanrıya tapınmak resmen yasaklanmış, bunun üzerine tanrılıkları sona ermişti.” Aynı şekilde, Ihy ve Hetep’in de hevesleri kursaklarında kalacaktı. Tek bir kaçınılmaz ama ölümcül hata yaptılar. Koridorlarını ve mezarlarını yapsınlar ve tanrı arayan ruhları kandırmak için mezarlara koyulacak “kraliyet metinlerini” yazsınlar diye tuttukları yardımcıların bütün hikâyeden haberdar olması gerekiyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir