Afşar Timuçin – Demokrasi Bilinci

Hemen herkesin demokrasi yandaşı olduğu bir dünyada demokrasiden bu kadar yoksun oluşumuz. ikide bir demokrasi derken demokrasiyle uzaktan yakından bir i lişkisi bulunmayan bir yaşam biçimini sürdürmektc oluşumuz size biraz garip görünmüyor mu? Herkesin görünüşte çok istediği ama gerçekte kimsenin istemediği bir şey mi bu demokrasi? Demokrasi son zamanların bir takıntısı ya da modası olamaz mı? XIXyüzyılın insanları bile onu pek sevmediler. Hele XVIII.yüzyılın düşünce dünyası ona iyiden iyiye karşı ya da yabancı oldu. en azından onun karşısında tam tarnma güvensizdi. Adı her gün dilimizde dolaşsa da biz şimdi ona ne kadar bağlıyız? Bugün demokrat olmadığını söylemek gibi bir yürekliliği gösteremiyor kimse. En baskıcı kişiler bile demokrasiyi çok sevdiklerini, ona sıkı sıkıya bağlı olduklarını söyleyebiliyorlar. Bugünün insanları onu dudaklarında bir yapma çiçek gibi gezdiriyorlar. Demokrasi tutkusu gibi görünen şeyin altında egemenlik ruhu kaskatı bir gerçeklik olarak varlığını sürdürüyor. ikiyüzlülüklerimiz var, kısa yoldan sonuca varına isteklerimiz var, kafalarımızdaki bir imgeyi çabucak yaşama geçirme dileklerimiz var. Üstelik çok garip bir saplantıyla çok zaman kendimizi başkalarının yaşamını çekip çevirme konusunda yetkili ve yeterli sayabiliyoruz. 6 Demokrasi her yerde varmış gibi görünüyor. Ancak başkasını önerusediğimiz yerde olabilecek olan o şey kendimizi başkalarının üstünde gördüğümüz sürece boş b ir dilek olarak kalacak belli ki. Demokrasinin olabilmesi i çin, demokrasinin yaşama geçebilmesi için her şeyden önce bireylerin gerçekten demokrat olabilmeleri yani başkalarını da kendileri kadar önemsemeleri gerekiyor. Demokrat olmak oldum demekle gerçekleştirilebilecek bir iş değil.


Egemenlik ruhu bütün boyutlarıyla sürüyor, en çok da ailede gelişiyor ve kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Demokrat olmak birlik içinde çeşitliliği bir yaşam formülü olarak benimsernek demektir. Egemenlik ruhuyla demokrasi inancı birbiriyle nasıl bağdaşır? B ir koşullayıcı bilinç bir başka koşullayıcı bilincin oluşumunu getiriyor, bu kısır döngü böylece sürüp gidiyor. Kötü eğitiliyoruz ve çok zaman kötü eğitildiğimizin bilgisine ya da sezgisine ulaşamıyoruz. Kötü eğitilen kötü eğitiyor. Ailede, topluluklarda ve sonunda toplumda ve giderek dünyada belirleyici bilincin etkisinden kurtulamıyoruz. Mutsuzlukların, bunalımların, ezikliklerin, tutarsızlıkların kaynağında bu belirleyici bilinç yatıyor. Demokrat olmak her şeyden önce tek kişi olma koşuluna boyun eğmeyi gerektirir. İnsanlar dünyadaki yerlerinin tek kişilik olmasını istemiyorlar. Gereksinimler artıyor, istekler çoğalıyor. hırslar bileniyor ve demokrasi gürültüye gidiyor. Her kişi bir başkası ya da başkaları için bağlayıcı ya da koşullayıcı olmanın heyecanını yaşıyor. Evet, bireyler doğal olarak kendilerine verilmiş olan tek kişilik yaşamlarıyla yetinmek istemiyorlar, tek kişi olmanın sınırlarını aşmak ve alabildiğine geniş bir baskı alanı. bir egemenlik ortamı oluşturmak istiyorlar. Böylece içiçe geçmiş ve amaçları çok değişik olan çeşitli egemenlik alanlarının birbirleri için karşıt güçler oluşturduğu bir düzlemde yaşamak zorunda kalıyoruz.

Böylece dünya tam anlamında bir mutsuz yaşamlar dünyası olma özelliğini kesintisiz sürdü- rüyor. Bu da her kişi için, en az ölçülerde egemen olanlar kadar en çok ölçülerde egemen olanlar için de son derece \-erimsiz bir yalnızlığın temelini oluşturuyor. Bir koşulda egemen olan bir başka koşulda rahatça egemen olunan konumunda bulunuyor. Bu kargaşacia kimin altta kaldığı kimin üste çıktığı belli değil. Yalnız egemen olunan değil, egemen olan da bunalımlı. İş egemenliğe kaldı mı, kimin nerede egemen olduğu, kimin nerede egemen olunan olduğu belli olmaz. En büyük egemenler bile şu göreli şeyler dünyasında çeşitli egemenlerin boyunduruğuna giriverirler, nasıl girdiklerini kendileri de anlamadan. Demokrasi duygusu geniş çerçeve toplumsallık isteminin bir yansısından başka bir şey değildir. Buna göre demokrasi bilinci bir başkalarıyla olma bilincidir, bir tartışma ve paylaşma bilinci dir. B öyle bir bilincin tam anlamında yetkin olma özellikleri taşıması doğaldır. Daha doğrusu ancak yetkin bir bilinç başkası ‘m varsayabilir, onunla bir tartışma ve paylaşma düzeni oluşturmaya girişebilir. Genelde eksikli bilinçler kendilerini yetkin bilinçler olarak algılarken gerçekliktc karşılığı olmayan tasarımlarını dünyaya yansıtırlar: tam yetkin olduğunu sanan eksikli bir bilinç bir benirusetme bilincidir, bir koşullama bilincidir. Böyle bir bilinç paylaşmayı öngörür gibi yapsa da gerçekte bir edinme bilinci olacak, bir şeyleri kendinin kılmak için dünyaya bir belirleyici olarak yönelecektir. Kötü eğitim insanları bilinç eksikliğine mahkum ettiği gibi onları son derece bencil kılıyor. Belirleyici ya da koşullayıcı olma istemi de temel anlamını bencilliğin koşullarında buluyor.

Filozoflar bencilliğin insanın doğasında bulunduğunu, insanın onu doğadan getirdiğini düşündüler daha çok. Oysa bencillik bozulmuşluğun bir belirtisidir, hayvan düzeyinden kurtulmuşluğun ama insan olma düzeyine ulaşamamışlığın belirtisidir. İçgüdüsel düzeyde bencillik insan dünyasındaki açgözlülükleri açıklamaya yeter mi hiç! Yetkin bir bilinç ben olma koşulunu kendinde belirginleştirdikçe bencil olma koşulunun iyiden iyiye dışına çıka- s caktır. Bu da bize demokrasilerin güçlerini ancak ve ancak iyi eğitimle sağlanan yetkin bilinç düzeyinden alabileceğini gösteriyor. Bencil insanın gözünde başkaları sıradan birer nesne hatta sömürü varlığıdır. Bencilin gözleri her şeyi nesneye indirgemeye ve kullanılır görmeye yatkındır. Bencil için kendinden değerli hiçbir şey yoktur. Bencil yalnız kendi için iyi’ dir. Publilius Syrus ” Yalnız kendi için iyi olanz kötü diye nitelendirmek gerekir ” diyordu. Bencilin gözünde başkaları yalnız kullanılabilir oluşlarıyla değerlidirler. Bencill iğimiz ister doğadan geliyor olsun ister sonradan bizim oluşturduğumuz bir şey olsun, homo sapiens ‘ den bu yana bizim bir insanlaşma çabamız var. Bu insanlaşma çabası içinde hepimiz, en bencilimiz bile, bencilliklerle iyi şeylere ulaşamayacağımızı, iyi yerlere varamayacağımızı iyice görüyoruz, en azından seziyoruz. Bencil benci lliğiyle iyi bir konumda olmadığını görüyor. Görüyor ama bencilliğin dışına çıkma koşullarını kendinde oluşturamıyor. Bu yüzden onu bencil diye nitelendirdiğiniz zaman öfkeleri kabanyor, küplere biliyor.

Zaman zaman boynunu büküp “Ne yapalım, ben bencilim ” diyen kurnaziara da raslayabilirsiniz. Onlar sözde içtenlikli olmanın sözde pırıl pırıl ahlakına sığınmaktadırlar. İnsanın görmediği, görmekten kaçındığı, zaman zaman görür gibi yapsa da görmek istemediği bir gerçek var, o da her türlü bireysel yararın ancak toplumsaliaşma içinde gerçekleşebil eceği ya da sağlanabi leceği gerçeğidir. Toplımıda erimiş birey fikri insan saygısının i±las ettiği noktada başlar. Böyle bir toplumsallık neyi amaçladığı belli olmayan ya da amaçları kalın örtüler altında gizlenen bir karşıtoplumsallıktan başka bir şey değildir. Böyle bir toplumsallık birilerinin çıkarı adına bir gönüllü başeğme durumu yaratmanın kaba felsefesiyle kendini ortaya koyar. Evet, gerçekte en kaba bencil bile bilir insan için toplumsal yaşamın bir kaçınılmazlık olduğunu. B ilir de bir hırsız ruhsallığı için- de kendinin olmayana el uzatmaktan geri durmaz. Bencil ne daha değerlidir ne de hatta ayrıcalıdır, o yalnızca sağlam bir kumazdır. Meyve tabağı ortaya konulduğu anda o gözünü en büyük ve en olgun meyveye dikecektir ve elini sessizce belki de herkesten önce ona uzatacaktır. İyi bir bencil bize ben­ .::illiğin kötülüğü konusunda çok uzun ve çok dokunaklı bir konuşma yapabilir. Toplumsal yaşaında özverili görünen bütünlüklerin iflası alttan alta kendini ortaya koyan bencilliklerin bir ürünü değil midir? Demokrasi duygusunu yokeden öncelikle bencillikse bencilliği vareden de öncelikle gelişmemiş insanların oluşturduğu aile yaşamıdır. Bencilliğin aile ortamında büyüyüp geliştiğini söylemek elbette yanlışa düşmek olmayacaktır. Burada gelişmemiş insanlar sözü bize toplumdaki iyiliklerden enaz payı alan alt kesim insanlarını düşündürmemelidir.

Bu anlamda gelişmemiş insanlar sözü bütün toplum katlarını i çine alacak bir genişlikte kullanılabilir. Her toplum katında her açıdan ve özellikle eğitim açısından son derece iyi bilinçlenmiş aileler varolduğu gibi bunun tersi de sözkonusudur. Her aile bireyinin ayrı bilinç özellikleri olduğunu bel irlerken buna koşut olarak ailede oıtak bir bilinç düzeyinden sözetmenin olası olduğunu da söyleyebiliriz. Bozuk bilinçle varlığını sürdüren ailelerde yeni doğan bebek ailenin olağanüstü bir yaratısı olarak karşılanır. O gerçekte herhangi bir doğal varlıktan çok daha başka bir şey değildir. Dünyaya gelmiş çocuklardan biri de odur. Ancak yakınları böyle algılamaz bunu. O eşsizdir, kimseye benzernemektedir ve zaten de kimseye benzememelidir. benzemeyecektir. Onun gözleri . elleri, davranışları, mırıltılan, susuşları çok başkadır. B irden yiımi yıl ileriye gidip o çok özel varlığı kendini tavana asmak için çarşıda sağlam ip ararken bulabilirsiniz. Kendini asmadığı koşullarda o çok zaman ezilmiş, sinmiş, itilip kakılmış ya da hiçbir özelliği olmadığı halde dünyanın orta noktası durumuna gelmiş bir zavallıdır. Özellikle babaanneler, anneanneler, dedeler. amcalar, da- lO yılar, halalar, teyzeler onu nereye koyacaklarını b ilemezler, gün yirmi dört saat ondan sözederler, onun yapıp ettiklerini gözlemlerler ve ona buna anlatırlar ve bu doğal varlığı gerçekten kendileri yapmış gibi bir havaya girerler.

Çok zaman bu abartılı yönelimlerinde onların bebeğin annesiyle ve babasıyla tersleştikleri o lur. Çocuğunun yetişmesinde mantık dışı ayrıcalı davranışların tehlikelerini en azından içgüdüsel olarak gören anne ya da baba bu çocuk seven yakınl arın etkilerini kırmakta güçlük çekerler. Gerçekte çok zaman anne ve baba da öbürleriyle aynı havaya girmişlerdir. Anne ya da baba çocuğunu bir yan lışından ötürü cezalandırmak istediği zaman öbürleri hemen araya girerler ve kolayından koruyucu rolü oynamaya başlarlar. Her istediğinin yapılmasıyla tam tarnma bir sorumsuz olma yoluna giren çocuk yanlışlarının korunduğunu gördükçe iyiden iyiye çığırından çıkar ve şım arıklık denilen illete tutulur: artık her şey onun hakkıdır. O küçük birey büyüdükçe yaşamın kendisini yanlışlarıyla bağrına basmayacak kadar katı özelliklerle donanmış o lduğunu sezmeye başlar. O şimdi bir dünya acemisidir. O şimdi bir bencildir, mutsuz bir bencildir. İ leri yaşlardaki sinirli davranışların temelinde büyük ölçüde şımarıklığın yattığını unutmamak gerekir. Şımartma bazen de anababaların çocuklarına verdiği bir rüşvettir. Çocuklarını dünyanın kötülüklerinden korumak isteyen anababalar onlara özel armağanlar vererek ya da onlara çok özel davranışlarda bulunarak onları kendilerine bağlamaya çalışırlar ve böylece onlar için sözde korunaklı bir ortam oluştururlar. Onların böylece oluşturdukları ya da oluşmasına katkıda bulundukları bilinç benmerkezci bir kişilikle belirgin bir egemen adayının bilincidir. Bireyin demokratik sezgilere ulaşma şansı, bir paylaşma ve tartışma alışkanlığı içinde demokratik alışkanlıklar edinme şansı böylece hiçe indirgenmiş olur. Yazık ki hiçbir aile ya da hemen hemen hiçbir aile iyi bir bilinçlenme ortamı değildir. Bu yüzden Andn6 Gide Dünya nimetleri’nde bize aileden kaçma- yı önerecektir.

Paylaşmayı bilmeyen, yalnızca düşünmeden almayı ve düşünmeden vermeyi iyi bilen insanların oluşturduğu bir ortamda yetiştirilmiş olan çocuk toplumsallığını gerçekleştirme şansını iyiden iyiye elden kaçırmıştır. O bir bencildir artık, yaşamın bütün kaynaklarını kendisi için kullanmaya hatta bildiği gibi tüketmeye eğilimli bir bencildir, kendi yaran için başkasına zarar vermeye yatkındır, buna göre eğer iyiden iyiye ezik bir varlık olup çıkmadıysa giderek birilerini ezme, birilerini altetme istemini vazgeçilmez bir tutku olarak yaşayacaktır. Ancak o şimdi kullanılmaya da yatkın bir bireydir. Onu birileri birilerini kullanma işinde kullanabilirler, birilerini baskı altmda tutma, bildikleri gibi yönlendirme işinde kullanabilirler. O hep garip duygular içinde olacaktır, kölelikle efendiliği bir bütünde bir araya getirmiş olmanın çelişkili ruhsallığını yaşayacaktır. İnsan ya efendidir ya köledir gibilerden kolaycı bakışlar her zaman geçerli değildir. Toplumsal yaşamda bir takım efendilikler kölelik gibi, bir takım kölelikler efendilik gibi iş görür. Gerçekte efendilikle k ölelik bir gerçekliğin iki ayrı görünümüdür. Evet o artık garip duygular içindedir, bazen sorar kendine: ben egemen miyim değil miyim, egernensem neyin egerneniyim, egemen değilsem neden egemen gibiyim? Kölelere egemen rolü verildiği. egemen oyunu aynatıldığı çok olur. Toplumun yasalan da doğa yasaları gibi belirleyicidir, buna göre mutlak diye bir şey yoktur, dolayısıyla mutlak egemenlik de yoktur: efendi olmak istediğin zaman köleliğin koşullarını da benimsernek zorundasın; ya efendi liğe hiç heveslenme ya da buna hevesieniyorsan köleliği de benimsernek zorundasm. Toplumda kimse belli kölelik koşullarını göze almadıkça egemenliğini gerçekleştiremez. Bütün egemenler eksik ya da sakat bilinçlenmiş kimselerdir: yetkin bir bilinçten taş çatlasa bir egemen çıkmaz. Bütün egemenler güç alabilecekleri, sonuna kadar bağlanabilecekleri dayanaklar ararlar. Efendi bilinci gerçek bir köle bilincidir: ezilmeden ezmek ı: yoktur, ezmeden ezilmek olsa da.

Bugünkü evrensel bilinç koşullarında bu bir doğa yasası kadar belirleyicidir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir