Afşar Timuçin – Gece Gelen Eski Dost

Karısını okşayarak uy�dırdı. Hep öyle yapardı, karısını her sabah okşayarak uyandırırdı. Uyanır, sol yanında kıpkırmızı uzanan ince beyaz çizgili perdeyi aralar, sonra karısını okşayarak uyandırırdı. Kocaman elierin yumuşak dokunuşları geçici bir ölümle ölmüş gibi duran teni canlandırır, onu dünyanın rengine, ışığına, kokusuna geri getirirdi. Hep öyle olurdu, zor uyanırdı Aysel. Belki de o yumuşak, o sessiz okşayışların daha da sürmesi için bilinçaltının görünmez şeytanları uyu derdi <Ona. Dünya hızla döner, döner, dönerdi. Renkler, ışıklar, kokular içinde döner dururdu dünya. Dünya hızla dönerken insanlar oradan oraya yetişebUrnek için çırpınır dururlardı. Dünya hızla dönerken, uzun uzun sevmelere, uzun uzun sevişmelere vakit var mı ? Bitmeyecek bir akışın içindeyiz işte. Öncesiz-sonrasız bir akışın tam ortasındayız. Bilerek ya da bilmeyerek akıp duruyoruz. Çok zaman en kaba şeyler adına en güzel şeyleri gözden kaçırıyoruz. Sevişıneler kısacık zaman aralıkiarına sıkışıp kalıyor, derinleşmemiş dokunuşlar · olarak, anlaşılmamış esintiler olarak uçup gidiyor sonra. Koşturup duruyoruz.


Ama neden ? Yaşamın küçük güzelliklerini büyük tutsaklıklar içinde yaşamak zorundayız da ondan. Kansını Kansını okşayarak uyandırdı. uyandırırken düşündü. Hep yaşamla ilgili şeyler düşünürdü bu saatlerde, bu güne başlama saatlerinde. Onun düşünceleri ·birbirine girmiş bir çözümsüz sorunlar yumağından başka bir şey değildi. Onun sabah düşünceleri hep şu görüşte son bulurdu: istediğimiz gibi yaşayamıyoruz, bunda biraz başkaları suçluysa biraz da biz suçluyuz. Aysel her okşayışı, her dokunuşu çok güzel ve zorunlu bir yazgıyı karşılar gibi karşılardı. Bu dipdiri canlılık, yaşamın geldi geçti sallantılarına sessizce karşı koymuş,· yaşamın sıradan güçlüklerini belli belirsiz kırışıklarla atiatmış bu güzellik, şimdi durur, bekler, uyanacak gibi yapar, uyanmaz, uya· nır gibi olurken yeniden dalar, her gün kavuştuğu ve her gün anlaşılmaz bir burukluk içinde yeniden özlemini çektiği elierin aydınlığında kendine biraz daha kavuşur, kendini biraz daha yeniler. Bir insanın derisi, duyan· ve düşünen bir deri, otuz iki yaşında bir kadının derisi yeniden can1ılığa, dinginliğe, paı:laklığa kavuşur. Dupduru bir sabahtı. Güneş kırmızı perdeleri, beyaz çizgili kırmızı perdeleri zorlayınca, perdede kırmızıya boyanan güneş ışıkları Sedat’ın gözlerinde kıpkırmızı sıçrayışlarta oynamaya başlayınca odada yeni bir uyanıklık kımıldandı. Sedat gözlerini oğuşturdu, sağına döndü, sol eliyle karısının saçlarını, sırtını, bacaklarını yeniden okşadı. Bazen böyle olurdu, ikisi de uyanamazdı bazen. U yanır uyanır uyanamaz, · yeniden daİar yeniden uyanırlardı. Gençliğin küçücük rüzgarlarından sonra sağlam bir barınak gibi kurulan evlilikte Aysel umduğundan da sessiz bir kuytuya, teknelerin çocuklar gibi uyuduğu, denizin kağıt gibi olduğu, durgunluğun bir yokluğu andırdığı bir limana sığınmış olmanın ‘ biraz hoş, biraz şaşılası, biraz acıktıran, biraz tembelleştiren dinginliğini yaşıyordu.

Ne romanlara konu olan aşklarda, ne pırıl pırıl yolculuklarda, ne şu kadar yüz bin liraya satılan giysilerde, ne parmak ısırtan gösterişlerde, ne büyük yürekliliklerde gözü vardı. Her şeyini hiç kullanılmamış tertemiz bir yazgı gibi saran sıcacık evlilik yorganı ona hiç bir zaman tam olarak uyanmak ve tam olarak uyumak isterneyeceği bir duruluğu sağlamaktaydı. Yaşarnın en büyük armağanı bu değil midir? Ya­ .şamın en büyük armağanı, büyük sonlar� büyük iyilikler, büyük şaşırmalar, büyük kötülükler sözvermeyen o buruşmamış deniz· d uruluğu değil mi­ <lir? Başkaları böyle bir yalınlığı istemeyebilir. Bir başkası, yaşam beklenmedik sevinçlerde, keskin dönemeçlerde, büyük tutkularda, arttıkça artan güçlüklerdedir diyebilir. Bir başkası yaşam kavganın ta kendisidir diyebilir. Bu onun bileceği iş. Ay­ �1. diyemiyor bunu. Sen sensin, sen iste bu yalınlığı, bu sığmmışlığı, -sonuna kadar iste. Bir gün sana tedirginlik vereceğini, bir gün seni sevdiğin kişiden, bütün sevdiklerinden koparacağını bilsen de iste. Liseyi bitirdin, bir süre dalgalandm, sonra bu orta halliden de orta halli, bu önemsiz ve kötülüksüz, yalnızca küçük sevinçleri olan, bu düşüncesiz ve tartışmasız yaşama yerleşiverdin. İyiyse de kötüyse de kendin yarattın bunu. Çoklarının korkup ‘kaçtığı şey. Bir ev kadınının para kazanmak için ·çalakalem: yazdığı bir aşk romanının sessiz kahramanısın sanki.

Kocan eşsiz bir insandır bir bakıma. Seni el üstünde tutar. «Bugün yemek yapacağım diye yor­ ·ma kendini e mi, biz oğlanla istavrit getiririz sa-· na» diyebilen bir koca. «Kalk ·artık bak, güneş ışıkları odamıia kadar girdi» diyebilen çocuk yaradı7 lışlı bir adam. <<Bak gülüm, sen halana git istersen bugün, kaç gündür bir yere çıkmadın» diyebilen düşünceli bir genç adam. Nice kadın vardır senin yerinde olmak isteyecek. Aysel o günü çok belirgin bir düşü yeniden görür gibi anar sık sık. Sıcacık bir gündü. Eski arkadaşlar toplanmışlardı. Lise arkadaşları. <<Şansınız varsa siz de benim kocam gibi bir koca bulursunuz» demişti Aysel evlenmemişlere. Demiş ve sonra utanmıştı. Gülüşmüşlerdi. Hiçbiri bu basit. belirlemenin altında yatan sevinci görmek istememişti.

Buradaki sevinci sezebilmek için Sedat’ın pırıl pırıl çocuksu dünyasını küçük heyecanlarıyla� garip tedirginlikleriyle, şaşırtıcı aptallıklarıyla tanımak gerekir. Sedat insandır, bu gerçek. Rüzgarlandığı kadar rüzgarianmış ve artık kesinlikle rüzgarianmayacak bir deniz gibidir o. Erkenden ulaşılmış derinliksiz bir olgunluk parıldar gözlerinde. Gene de azçok kaygan bir olgunluktur bu. Sedat pek bir şeyden anlamasa da azçok bilgedir. Bilgiçlik edeceğim� . şaşar daha iyi. Bir şeyler eksik midir dünyasında? Yoksa eksiksizlik de bir çeşit eksiklik midir ? Neden ara ara ne yapacağını bilemez gibi durur ? Aysel’in dünyası belki daha da eksiksiz. Her sabah kadife gibi okşayışlarla uyanmak, her akşam aşkların en tutkul�suyla sevilmek. Bir eksiği var. Nedir o? Filmlerde olduğu gibi binbir güzel söz işitmiyor sevilirken. Olsun, onlar film. O filmIerin sözlerini belki de hiç sevilmemiş, hiç seviriemiş adamlar yazıyor. Bizim vaktimiz yok.

Biz kısacık aralıklarda yaşıyoruz, kısacık aralıklarda sevişiyoruz. Yorgunuz biz. Bir gün bir filmde yakışıklı bir adam, çirkin, kısa boylu, koca kulaklı bir kadına şöyle demişti : «Sen yaşadığımız dünyadan da güzel dünyamsın benim! • İnsan böyle sözleri nasıl eder de söyler?’ Ben ki lisede Mektupçu Aysel diye anılırdım, arkadaşlarımın aşk mektuplarını ben yazardım, ben ki türkçeden dokuz on alırdım, ben dilim dönüp de böyle söz söyleyemem. · Dupduru bir sabahtı, Sedat uzun uzun okşadı karısını. -‘ Bak, uyan, ışıklar doldu odaya. Aysel şöyle bir kıınıldandı . – Uyan Aysel, uyansana, uyan artık … – U yandırma beni. – Uyandumadan gidersem kızarsın. :- Kızarım. Ellerini gezdir saçlarımda. Sonra ben kalkar sana çay yaparım. Ama… Biraz daha okşarsan geç kalırsın. Okşama. Okşa. Biraz daha okşarsan.

Kalkamazsın o zaman. Kalkamam ben de. · Sarılır kalırım· sana. İşe geç kalırsın. Daha yavaş, daha yumuşak okşa. – Yaşamaktan sevişıneye vakit yok canım. – Sevişmekten başka yaşamak yok ki Sedat. Sevişıneye vakit nasıl olsun ? Sen akşama kadar bankada. Yorgun. Neyse, bu akşam erken yatarız. Güneş ışıkları perdeyi biraz daha zorladı. Sedat ellerini çekti karısından. Birbirlerine uzun uzun gülümsediler. Pünya güneş ışıkları altında bir çocuk dürbününün renk cümbüşü içinde dönüp dururken saat sekizi on geçiyordu. – Çıplaklığıma alışamadın, dedi Aysel.

Çırılçıplaklığım yadırgatıyor seni. Bunca yıldan sonra … – Yok canım, nasıl olur, seni çırılçıplaklığın kadar Çok seviyorum. 9 İKİ Deniz. Akşamın gül yapraklarıyla donanmış denizi. Kağıt gibi. Yazı yaz istersen, yazı yaz üstüne. Ne yazarsan yaz. Şiir yaz. Zararı yok, kötü olsun, içinden geldiği gibi yaz da. İçimizden geldiği gibi yazdığımız şiirler kötü olmaz ki, olsa olsa biraz gülünç olur. Kargacık burgacık yaz. Anlarlar nasıl olsa. Anlarlar okuyanlar, okumayı bilenler. Aşk mektubu yaz, denizin üstüne, dalgalar istediğin yere götürsün yazdıklarım. U zaklarda sevgilin var mı, dalganın üstüne mektup yaz, ona mektup yolla dalgalarla.

Yok, yok, hiç bir şey yazma. İnsan bir beyaz kağıdın karşısında kalakalır bazen. Kalem kağıttan kaçar, kağıt kalemden. İnsan tutulur kalır bazen, sen de tutul kal denizin karşısında. Konuşma denizle, denizi dinle. Deniz anlatmaya başladı mı sen susacaksın. Düşünüyordu Sedat. Deniz alabildiğine geniş, diye düşünüyordu. Küçücük olsaydı bu denizler, şu dünyada ne çok sıkılırdı canımız. Denizlerde seve seve ıslanmamış, deniz rüzgarlarıyla üşümemiş, denizden ekmek, denizden yolcu beklememiş insanlar ne kötü deniz �iirleri yazıyorlar. «Deniz engin bir sudur . » Ne zor ezberlemiştir o şiiri. Bu deniz şimdi su mu? Bu deniz canlı bir şey: Çocuk gibi. Az önce patlamış bir bombanın sesi gibi darmadağın. Haklı bir öfkenin gözlerde kalan son izleri .

sanki. ll Babayla oğul akşamm bu gül pembesinde, mavinin, yeşilin, sarının bin türlüsünü çıkarıp çıkarıp giyinen o gül yüzlü denizin ortasındaydılar. Madem ki <<Martı»dır bu sandaim adı, öyleyse bağıra bağıra uçacaktır bu gül yüzlü saatlerde. Uçar gider bu sandal, aklına esmesin yoksa. Aldı mı başını gider beyaz beyaz, <<Martı» şimdi dalgasız denizde güzel bir duygu gibi kımıldanıyor. Ne zorlukla aldık bu <<Martı»yı, yüzün üstüne yüz koyarak. Sen istedin ‘diye. Sen istediğin z;aman her şey gerçekleşiyor Can. – Ne düşünüyorsun baba? Sedat ne düşündüğünü kesinlikle bilemiyor. Onda hep öyle olur, duygu ve düşünce yumakları birbirine karışır. Düşünüt düşünmesine, hem de derin düşünür, ·gelgelelim düşündüğünü açıklıkla yakalayamaz, anlatamaz, dile getiremez. N eler düşünmez yoksa, hemen hemen her şeyi düşünür. Filozofların bile düşünmeye yeltenmedikleri pek çok şeyi o kahramanca düşünür. – Ne düşünüyorsun baba? – Denizi düşünüyorum. Denizden başka bir düşündüğü yok ki, diye düşünüyor Can; Van yoğu deniz.

N e varsa deniz onun için, ama ne varsa deniz. Bizi bile düşünmüyor. Yok, düşünmez olur mu bizi de çok düşünüyor. Ama neden düşünmezmiş gibi yapıyor ? – Denizin sesini düşünüyorsun. Sedat duralıyor. – Hayır, denizin tuzlu ve yeşil dalgalı olduğunu düşünüyorum. İyi düşünüyorsun, sen aricak bu kadar düşünürsün baba. Deniz demek ki hem tuzlu hem yeşil dalgalı. Ya da hem tuzlu, hem yeşil, hem dalgalı. İyi. Bunu önümüze gelene söyleyelim, herkes bilsin. Dibinde de yosunlar var diyelim. İçinde de · balıklar yüzüyor. 12 – TU.zlu ve yeşil dalgalı olduğu kesin mi ? – Kesin.

, – Tuzsuz denizler de varmış baba. Tuzsuz denizler de mi varmış ? Göl denir onlara yavrum. Göl. Tuzsuz deniz okutmadılar lisede. Belki şimdi vardır, bilemiyorum. Çünkü denizin topu suyla tuz. Bu kerata dalga geçiyor galiba benimle. – Öyleyse içilir o denizler, eğer dediğin gibi gerçekten varsa. – Balıklanyla birlikte içilir baba. Gündüzü ince ince yontup tuğla kırmızısıyla akşam yapan bu saatlerde bazen böyle çocuk gibi uyuyup kalıyor bu deniz. O zaman onu kollarına alacaksın, götürüp en güzel düşlerin görüldüğü ılık bir yatağa yatıracaksın. Kımıldanan, usul usul kımıldanan incecik bir kağıt. Çok nazlı ve çok iyi bir sevgili. Bir çocuk. Bir düş.

· Üflesen yırtılacak. – Denizin tadı, tuzu, sevinci hep bu saatlerde. Anneni de alsaydık

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir