Ahmet Günbay Yıldız – Mavi Gözyaşı

Eğri çizgileri düzeltemedim, Dediğim yollardan yürütemedim, Hayasız ellerin porsumuş gülü, Ah, seni gönlümce büyütemedim Sana uçmayı öğretemedim çocuk… Anaç bir kuş kadar olamadım doğrusu. Kendini nasıl koruyacak, nasıl beslenecek, nerelerde gezip dolaşacak, nerelerde ve nasıl kanat çırpacaktın?. Antremansızdın seni kendi başına bıraktığım zaman. Kanatlarının daha gökyüzüne hasretini gidermeden kopartılacağını bilemezdim… Niçin dünyaya geldiğini, nelere karşı sorumlu olduğunu, neyi nasıl yapabileceğini, neye nasıl inanabileceğini veremedim sana… Bilemedim çocuk… Haram helal çizgisine çekilecek kesin çizgileri… Bu kavramlara âşinâ bile değildin seni uçurduğum zamanlarda… Hayat yollarındaki tehlikeli uçlara, göz alıcı renklerle parıldayan, dikkatini çekebilecek işaretler koyamamıştım… Uçurumlar, bataklıklar, insanı nasıl avlar, nasıl düşebilirdin tuzaklara? Suç benim öyleyse çocuk, katlanmam gerekecek senden gelecek bütün sıkıntılara. Çünkü günün gelmeden, doğruyu yanlışı ezberletmeden, kahrolası bir acelecilik yüzünden, kanatların gelişmeden uçurdum seni. Horlanışım, belki varlığımdan tiksinti duyuşun, fikir uyuşmazlığı yüzünden terk edilişim bir yana, kem yerlerde basit işlerin adamı oluşun; hatta yaşadığın toplumun bile başbelası oluşun, yanlış bir dünya görüşünün macera seline kapılıp tersine akışın, 5 o, yasak hayatın zehrini içip çıldırışın, yüzkarası bir suçla kurşunlanıp kimliğinden dolayı seni buluşum… Daha neler neler olabilir düşünceleriyle kararttığın dünyamı bir görsen… Benim eksik dünya anlayışının, toplumun despot değer yargılarının faturası sana çıktı. Çünkü bu hayatı hazırladık. * * * Bürokrasinin doruk noktalarında bir adamdı… Her imkanı vererek büyütmüştü çocuklarını… Dört çocuğu vardı, bir kız, üç oğlan. Büyük oğlu Ekrem’le, onun küçüğü olan kızı Belkız’ı evlendirmiş, oturacakları dairelerini bile almıştı. İki oğlu kalmıştı yanında. Küçüğü Erkam, Ankara Ortadoğu Üniversitesi İnşaat bölümünde okuyordu. Serdar, liseden sonra okumak istememişti… Gömlek değiştirir gibi iş değiştirmişti. Beğenmemişti babasının nüfuzunu kullanarak bulduğu işleri… Sınırsız bir hürriyet anlayışı vardı Serdar’da.


Emir altı, kölelik müessesesi gibi ağır bir yük vuruyordu omuzlarına… Sınırsız tahayyüllerinin açtığı ufuklar, hep kolaylık ve maceradan yana bir dünya vaad ediyordu ona. İmkanlarının daha iyi olduğu bir iş bulduğunu ve gideceğini söyledi babasına… Ana, olumsuz bir fikirle yaklaştı, kaygılarını vurdu açığa: — Neyin eksik senin? Babanın bulduğu işlerin suyu mu çıktı? Havayı bir gönlü vardı: — Sen ne anlarsın işin iyisinden? Hem ben de sorumluluklarımı tek başına göğüsleyecek yaştayım artık. Baba, değişik yönden yaklaştı. İtirazlar, arzuları doğururdu: — Tamam git gitmesine, fakat bana önce yapacağın işten anlat. — Kimin yanında, hangi şirkette ve hangi şehirde? Beklemiyordu, hazırlıksız yakalanmıştı anlaşılan. Kekeledi. Yüzündeki ifadeler değişti aniden: — Şey, iş işte. — İyi de, adı ne işin? Ya adres? Bozuk bir asapla baktı babasına: — İşte bu anlayıştan bıktığım için, açılmak, tartışmak istemiyorum sizinle. Şu yaşta çocuk muamelesi görmekten bıktım. İtimatsızlık, aşırı güvensizlik, — bir şahsiyet sahibi oluşumuzu isbat etmeye fırsat tanımayışınız, sizlere karşı nefret kazandırdı bana… — Bırakın da kendimizi isbat edelim bari. Baba, tedirginlik yansıtan bir gözle inceledi Serdar’ı: — Henüz yuvadan uçmak için kanatları müsait değil. — Baba, ablam, ağabeyim uçtular. Başaramadılar mı sence uçmayı? — Vaktin geldiği zaman sen de uçacaksın elbet. Kesin bir tavır koydu, tansiyonu artıran: — Ben vedalaşmak istiyorum, siz bunu kaçarak yap diyorsunuz. Ananın soluğu derinleşti: — Serdar, yapamazsın bunu. — Neden? Babam koskoca şehrin valisi. Bizler onun çocuklarıyız.

Herhalde bunun için her iş bize göre değildir, yahut en iyi işi babamla sen bilirsin. Peki bir robottan ne farkımız kalıyor o za man? Söyler isiniz bana? Bırakın da kendi seçimimizle bir iş yapmanın sorumluluğunu, zevkini tadalım. Ilık bir sesle yaklaşmak istedi baba: — Bunları yapabilmen için biraz daha beklemen gerekecek. — Hayır, harcayabilecek başka zamanım yok artık. — Serdar, seni seven insanlara karşı bu kadar katı ve taş kalpli olamazsın. Biz seni seviyoruz. Daha iyi bir hayat yaşamanı 7 istiyoruz. — O vakit bırakın da gideyim. — Yanlış bir iş yapmandan korkuyorum. Biraz daha zaman dedim sana. İsyancı bir ruhla dolandı evin içinde: — O halde iyi dinleyin beni. Ayrı dünyaların adamıyız biz baba. Senin dünya görüşünle benimki çok farklı. Değer yargılarımız, doğruluk anlayışımız, inanç yapımız farklı. Şunu söylemek istiyorum, aynı müzikle dans etmiyoruz dünyada.

Evlat, baba ve annenin esiri değildir. Ben, hayatımı dilediğim gibi yaşamak hürriyetine sahibim. — Bizim geleceğimiz geçmişimizdedir, istikbale de öyle bakmaktayız bunun için… İnsan, her aklından geçeni yapabilmek hürriyetine sahip değildir yeryüzünde… Şayet hürriyetin anlamı o olursa, çok yanlış olur. Yeryüzü bir kan gölü, bir kargaşa çıkmazı haline gelir. Bunları konuşmak, doğruyu yanlıştan ayırmak zaman ister… — Baba, bu düşüncelerinden bir an olsun vazgeç. Gerçeklere biraz da bizim açımızdan bakmaya çalış. Biz de kendi adımlarımızla yürüyelim hayat yollarında, tecrübe sahibi olalım biraz. Derin bir nefes aldı Vali. Acı acı gülümsedi: — Yanlışlardan tecrübe edinmenin ne anlamı olur söyler mi sin? — Henüz yanlış olduğunu bilmiyorsun ki. Ana ve baba olmak, bıçağın sırtında yürümek gibi bir şey… Çocukların bazı işler yapmasını yasaklarsınız, bu defa gizli gizli yapmaya başlarlar… Yalan söylerler, hesap verirlerken yasak olmayan bir işle meşgul olduklarını anlatırlar… Hemen ardından da onun suçluluğunu yaşamaya başlar, huzursuz olurlar. Ya çocukluk yaşının ötesinde kendisini görmeye başlayan yetişkin çocuklar?. Onlara kolay kolay kabul ettiremezsiniz fikrinizi. Doğru, sadece kafalarında çakan şimşeklerdir… Baba, bütün çabalarına rağmen engelleyememişti gidişini. Birkaç gün sonra vedalaşmadan çekip gitti Serdar… Arkasından neler bırakabileceğini, hiç ama hiç düşünmeden. Önce “gecikti” dediler… Biraz sonra, sabırsızlandı baba ve anne… Daha sonra izi ve adresi olmayan bir yolculuk, evde istenilmese bile hissettirdi kendisini… Zaten rahatsız olan annenin kalbi daha fazla dayanamadı sıkıntıların kıskacına.

Geçirdiği bir krizle hayatını noktaladı… Vakitsiz çalınmıştı kapısı… O ihtişamlı evin dekorları arasında sadece Erkam’la başbaşa kaldı Vali… Yaşıyordu ama, hayattan tad alamıyordu eskisi gibi. Kendisini suçluyordu, görevlerini yapamamış olmanın ızdırabıyla kıvranırken.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir