Alaın Touraine – Eşitliklerimiz ve Farklılıklarımızla Birlikte Yaşayabilecek Miyiz

Sermayeler ve tecim malları gibi bilgi de sınırların ötesine geçmektedir. Bir zamanlar uzakta olan yaklaşmakta ve geçmiş şimdiki zamana taşınmaktadır. Kalkınma bir toplumun azgelişmişlikten çıkmak için aşıp durduğu evreler dizisi değildir artık, aynı biçimde, modernlik geleneğin boşalttığı tahta kurulamaz bundan böyle; her şey birbirine karışmaktadır; zaman ve uzam küçülmüştür. Dünyanın birçok bölgesinde devletlerin, dinlerin, ailelerin ya da okulların geliştirdiği toplumsal denetimler zayıflamakta ve normalle normaldışı, izin verilenle yasaklanan arasındaki sınır belirginliğini yitirmektedir. Öyle ya, giderek genişleyen bir çoğunluğun özel yaşamını ve kamu yaşamını her yönden istila eden dünyasallaşmış, küreselleşmiş bir toplumda yaşamıyor muyuz? “Birlikte yaşayabilir miyiz?” sorusu, öyle görünüyor ki, öncelikle basit ve şimdiki zamanda kurulmuş bir tümceyle yanıt buluyor: Zaten birlikte yaşıyoruz. Milyarlarca birey aynı televizyon programlarını izliyor, aynı içeceklerden içiyor, aynı giysileri giyiyor ve bir ülkeden ötekine iletişim kurmak için, aynı dili kullanıyor. Rio’da ya da Pekin’de, birçok ülkenin katıldığı uluslararası toplantılarda tartışan ve bütün anakaralarda, gezegenin ısınmasından, nükleer denemelerin sonuçlarından y a da AIDS’in yayılmasından kaygı duyan bir dünya kamuoyunun oluştuğunu görüyoruz. Aynı topluma ya da aynı ekine ait olduğumuzu söyleyebilmek için yetmez mi bunlar? Yetmez kuşkusuz. İster tüketim mallan olsun, ister iletişim, uygulayım araçları, isterse de para, küreselleşmiş öğelerin özelliği, belli bir toplumsal düzenlenimden çıkmış olmalarıdır. Küreselleşme demek, uygulayımların, 12 B ir lik te Y aşayabilecek m iyiz? araçların, iletilerin her yerde olması, yani belli bir yerden olmaması, hiçbir topluma ya da hiçbir özel ekine bağlı olmaması demektir; tıpkı izleyici kitlesinin her zaman aradığı ve benzin pompasıyla deveyi, Coca-Cola’yla herhangi bir And köyünü, blucinle hükümdarlara layık şatoyu birleştiren imgelerin gösterdiği gibi. Ağların ve ortaklıkların bu şekilde birbirinden ayrılması, daha çok ailelerin ve okulların katkılarıyla ağır ağır da olsa ilerleyebilen toplumsallaş(tır)ma çalışmasına karşı modernliğin göstergelerindeki bu kayıtsızlık, kısacası kitle ekininin toplumdışı bir nitelik kazanması, birbirimizle modernliğin göstergelerini değiş tokuş etmenin ötesinde iletişim kuramadan, yalnızca aynı hareketleri yaptığımız ve aynı nesneleri kullandığımız için birlikte yaşamaya itiyor bizi. Toplumsal düzenlenimimiz ekinimizin buyruğundan çıkmış artık, uvgulayımsal ve ekonomik etkinlik de toplumsal düzenlenimimizden yön almıyor artık. Ekin ve ekonomi, simge dünyası ve araç dünyası ayrılıyor birbirinden. Küçük toplumlarımızm büyük bir dünya toplumu içinde yavaş yavaş kendilerini kurmaları şöyle dursun; siyasal, toplumsal ve ekinsel toprak bütünlerinin, başka deyişle toplumların, uygarlıkların ya da ülkelerin bozulmaları, parçalanmaları söz konusu bugün artık. Bir yanda küreselleşme göstergelerinin nesnelleşmiş evreniyle, öte yanda, küresel nitelik kazanmış araçsal etkinlikten yoksun oldukları sürece toplumlar oluşturamayacak, dolayısıyla birtakım değerleri uygulayımlardan ve birtakım gelenekleri yeniliklerden üstün tutarak kendi içlerine kapanacak değer, ekinsel anlatını ve bellek bütünleri arasında yavaş yavaş bir uçurumun oluştuğunu görüyoruz. Geçtiğimiz yüzyılın sonunda, Batı dünyasındaki sanayileşmenin en yoğun yaşandığı sırada toplumbilimciler, kendi bütüncül kimliği içine kapanmış topluluktan çıkıp işlevleri birbirinden ayrılan ve birbirini ussallaştıran topluma geçtiğimizi öğrettiler. Yaşadığımız evrim neredeyse tam tersi. Modern toplumlarm kalıntılarından ve kuramlarından, bir yanda küresel üretim, tüketim ve iletişim ağları çıkıyor, bir yanda da topluluğa doğru bir geri dönüş. Kamu alanının ve siyasal alanın genişlediğine tanık olmuştuk; şimdi bu iki alan da şu özelleştirme Sunuş 13 eğiliminin ve küreselleşme hareketinin birbirine karşıt etkileriyle bozulmakta değil midir? Bütün gezegende bir ölçüde birlikte yaşadığımız doğrudur, ancak bir kimlik çevresinde toplanan kümelerin, ortak bir aitliğe dayanan toplulukların, mezheplerin, tapınışların, ulusçulukların her yerde günden güne güçlendiği ve çoğaldığı da doğrudur; toplumlar belli bir toprak bütünlüğü içinde toplumsal düzeni, ekini ve erki dinsel, ekinsel, budunsal ya da siyasal bir yetke altında toplayarak yeniden topluluklara dönüşmekte. Söz konusu yetkeyi karizmatik olarak betimleyebiliriz pekâlâ; çünkü meşruluğunu halk egemenliğinde, ekonomik verimlilikte, hatta askeri fetihte değil, topluluğun tanrılarında, söylencelerinde ya da geleneklerinde bulur. Hep birlikte olduğumuzda hemen hemen hiç ortak yanımız yok; belli inanışları ve belli bir tarihi paylaştığımızda da, bizden farklı olanları reddediyoruz. Ancak kimliğimizi yitirdiğimizde birlikte yaşayabiliyoruz; tersi durumlarda topluluklara geri dönüş bağdaşıklığa, arılığa, birliğe başvuruyu da getiriyor beraberinde; iletişimse, farklı tanrılara kurban verenler, birbirine yabancı ya da karşıt geleneklere bağlananlar arasında bir savaşa bırakıyor yerini, öyle ki kimi zaman bu savaştaki taraflar kendilerini dirimsel bakımdan bile öteki taraflardan farklı, hatta üstün görebiliyorlar. Bizleri bütünleşmiş bir dünyanın yurttaşları yapacak olan ve alabildiğine çekici görünen, dünya çapında melting-pot oluşturma düşüncesi ne uyandırdığı coşkuyu hak eder ne de çektiği tepkileri; gözlemlenebilir gerçeklikten Amerika Birleşik Devletleri’nde bile o kadar uzaktadır ki, dünya sahnesindeki girişimcilerin zayıf bir ideolojisi olmaktan öteye geçmez. Küreselleşme yerine Amerikan ya da Batı emperyalizminden söz edenler, Amerikan toplumu bir uçta küresel ağlarla, öte uçta içine kapalı topluluklarla en bölünmüş toplumlardan biri olmayı sürdürdüğüne göre, iyimser ahlakçıların düştükleri hataya düşerler. Dünya çapındaki ağların büyük çoğunluğunun özeği Los Angeles’ta olduğundan, bu kent bölgesi artık ne bir kenttir ne de bir toplum, olsa olsa hepsinin birbirine yabancı olduğu bir gettolar ya da topluluklar bütünü, otoyollar geçididir; New York için de aynı şey geçerlidir, hem de geçmiş uygarlık- 14 B ir lik te Y aşayabilecek m iyiz? larm bütün anakaralarda, özellikle de Avrupa’da yarattığı kent yaşamı biçimlerini hâlâ barındırmasına karşın. Çünkü kitle iletişim araçlarıyla iletilen düşsellik çoğunlukla Amerikan kökenlidir, hatta bir kısmımız Amerikalılaşıyoruz, belki de yarm Japonlaşacağız ve öbür gün Brezilyalılaşacağız; dahası iletilen düşsellikteki imgeler davranış örnekçelerine ve birtakım güdülere dönüşmedikçe bu daha da kolaylaşıyor: çünkü unutulmamalıdır ki, aktarılan iletinin yoğunluğu arttıkça ve aktarım sürecindeki toplumsal ara istasyonların sayısı düştükçe, hedef toplumdaki bireylerin davranış değişikliklerindeki oran da azalır. Sözgelimi, Kalküta’daki ya da Bolivya’da Altiplano köylerinden birindeki yıkık dökük evlerde yaşayan insanlarla, bu insanların seyrettikleri Hollywood filmleri arasındaki mesafe oldukça büyüktür. Ancak görülmesi gereken; davranışlardaki hızlı değişim değil, aynı anda birçok anakaraya ve birçok yüzyıla ait olan bireylerin deneyimlerindeki giderek artan bölünmedir: Ben birliğini yitirmiş, çokluk kazanmıştır artık. Dünyamız; biri dışarıdan gelen bireylere, düşüncelere, törelere karşı kendilerini savunan topluluklardan oluşan, öteki de küreselleşmenin kişisel ve ortak davranışlar üzerinde hafif bir yan etki yarattığı, birbirinden giderek uzaklaşan en az iki anakaraya bölünmüşken nasıl birlikte yaşayabileceğiz? Kimileri zaten hep böyle olduğunu, bütün toplumların sokakla ev arasında ya da Brezilyalıların dedikleri gibi kamu yaşamıyla özel yaşam arasında bir karşıtlığı yakından tanıdığını söyleyerek yanıtlarlar bu soruyu. Klasik laiklik düşüncesi babanın koyduğu yasaya ve usa göre yönetilmesi gereken kamu alanıyla annenin, geleneğin ve inançların yetke kurabileceği özel alanı bir yandan birbirinden ayırırken, bir yandan da birbiriyle bütünleştiriyordu. Ancak bu bütünleyicilik, hem kamu yaşamının sınırlı yayılımına, dolayısıyla yerel yaşam tarzlarının sürdürülmesine hem de kamu yaşamını üst düzey ulamlara ayıran bir toplumsal aşamalanmaya dayanıyordu; ikisi de ortadan kalktı bugün. Kitle ekini özel alana giriyor, büyük bir bölümünü ele geçiriyor, dolayısıyla ekinsel bir kimliği savunmaya yönelik siyasal ve toplumsal istenci güçlendiriyor, bu da yeniden bir topluluklaşmaya yol açıyor. Kitle ekininin toplumdışı bir nitelik ka­ Sunuş 15 zanması, küreselleşmenin içine sürüklüyor bizi, ama aynı zamanda da sırtımızı birincil öbeklere dayayarak ve kamu yaşamının bir bölümünü ya da kimi zaman tamamını yeniden özelleştirerek kimliğimizi savunmaya itiyor; böylece hem bütünüyle dışarıya dönük etkinliklere katılma çabası içine düşüyoruz, hem de kendimizi, bize buyruklarını benimseten bir topluluğun içine sokmaya çalışıyoruz. Yasayla gelenek ve usla inanç arasında kurduğumuz hassas dengeler, bir yandan kitle ekininin istilasıyla, öte yandan toplulukların geri dönmesi sonucunda oluşan bölünmelerle, ulusal devletler gibi yıkılıyor. Ortaya çıkan kitle toplumu, uzun zamandır birbirinden farklı, hoşgörülü, yasaların kişisel özgürlükleri güvence altına aldığı toplumlarda yaşamaya alışmış olan bizlere, hep yetkeci (autoritaire) olmuş topluluklardan daha ilgi çekici görünüyor. Bununla birlikte, toplumlarımız toplulukların zorunlu geri dönüşüne de tanık olmakta, ihtiyatla azınlıklar dediğimiz öbekler kendi kimliklerini kesinlemeye ve toplumun öteki kısmıyla ilişkilerini kısıtlamaya kalkışmakta.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir