Bazı kişilerin meslek hayatları kaderin tek bir oyunuyla, hiç beklenmedik bir zamanda ve bir rastlantı sonucu kesin bir şekilde belirlenir. Darwin’in yaşamının en ilginç yönlerinden biri de onun bu kişilerden olmasıdır. Yirmi bir yıl boyunca ortada önemli bir şey yoktur; Darwin’de olağandışı bir yetenek ortaya çıkmaz. Sonra birden beklenmedik bir öneri gelir; her şey şü veya bu şekilde gelişebilecekken şans, daha doğrusu art arda gelen şanslı olaylar zinciri kendini gösterir ve Darwin bilinmeyene doğru, bir daha dönmemecesine uçuşa kalkar, yükselir. Bütün olanlar kaçınılmaz, önceden belirlenmiş gi1 D A R W I N VE B E A G L E S E R Ü V E N İ bidir. Ancak 1831 yılında İngiltere’de hiç kimsenin, özellikle de Darwin’in kendisinin, onu bekleyen olağanüstü gelecek hakkında en ufak bir sezisi yoktu. Yıllar sonrasının o dalgın ve hastalıklı kişisinde, en büyük serüvenine -Beagle yolculuğuna- atılmak üzere olan neşeli, dışadönük genç insanı görebilmek hemen hemen olanaksızdı. Olaylar o kadar çabuk gelişti ki Darwin ne olup bittiğini anlayamadı bile. 5 Eylül 1831’de, Donanma Bakanlığı’nm Dünya çevresinde uzun bir yolculuğa göndereceği HMS Beagle m (Majestelerinin Gemisi Beagle) kaptanı Robert FitzRoy’la görüşmek üzere Londra’ya çağrıldı. Bir doğabilimci olarak yolculuğa katılması söz konusuydu. Bu çok şaşırtıcı bir şeydi. Henüz yirmi iki yaşındaydı; Kaptan FitzRoy’u tanımıyordu; bir hafta öncesine kadar Beagle ın adını bile duymamıştı. Genç oluşu, deneyimsizliği ve hatta yetişme tarzı hep aleyhine olan şeylerdi. Bütün bunlara karşın FitzRoy’la çok iyi anlaştılar ve teklif yapıldı. FitzRoy, Beagle’m ufak ama iyi bir gemi olduğunu söylüyordu. Onu iyi tanırdı; bir önceki Güney Amerika seferinde de kaptanlığını yapmış ve salimen İngiltere’ye geri getirmişti. Gemi şimdi Plymouth’ta baştan aşağı elden geçirilip donatılıyordu. Mürettebatı çok iyiydi. Çoğu daha önce de onunla denize açılmışlar, bu sefer için de gönüllü olmuşlardı. İki görevleri vardı: Güney Amerika kıyılarının haritasını çıkarmaya devam etmek ve Dünya’yı dolaşarak bir dizi kronolojik hesap yapıp boylamları daha kesin olarak saptamak. Gemi birkaç hafta içinde sefere çıkacaktı. İki yıldan fazla, belki de üç hatta dört yıl denizde kalacaklardı. Ancak, Darwin ne zaman isterse gemiyi bırakıp geri dönebilecekti. Karaya çıkmak için bol fırsatı olacak; yolculuk sırasında nehir ve dağları keşfetmek, tropikal kuşaktaki mercanadalarına gitmek, buzlarla kaplı güneyin derinliklerine doğru seyretmek gibi heyecan verici şeyler yapılacaktı. Her şey ne kadar da harikaydı! Darwin kız kardeşi Susan’a şöyle yazmıştı: “İnsanların hayatlarında gerçekten de beklenmedik değişimler oluyor ve ben de şimdi bunu yaşıyorum.” 2 KARŞILAŞMA Solda: FitzRoy yirmili yaşlarının sonlarında. “Yakışıklı bir adamdı: Çok kibardı ve tam bir beyefendiydi. ” 0 Sağda: Charles Darwin ’in gençliği. Karşılaşmalarından sonra FitzRoy, Donanma Bakanlığı Harita Subayına şöyle yazmıştı: “Onu, gördüğüm kadarıyla çok beğendim ve şimdi sizden, doğabilimci olarak bana eşlik etmesi için başvuruda bulunmanızı rica ediyorum. ” Darwin, gerçekten de çok şanslıydı. Öncelikle, FitzRoy’la bu kadar iyi anlaşabilmeleri beklenmedik bir şeydi. İngiltere’de mizaç ve yetişme tarzı bakımından bu kadar farklı iki insan daha düşünülemezdi. Neredeyse her konuda birbirlerine karşıtlardı. Darvvinlerin üst düzey Whiglerden1 ve liberal görüşlü olmalarına karşın, FitzRoylar aristokrat ve Tory2 idi. Charles Darwin bir taşra doktorunun -ancak çok başarılı bir doktor olduğunu da eklemek gerekir- oğlu, mesleği sayesinde zengin olmuş, mesleğindeki başarısı ve evrim temaları içeren şiirleriyle ün kazanmış Dr. Erasmus Darwin’in de torunuydu. FitzRoylar II. Charles ve Cleveland düşesi Barbara Villiers arasındaki gayri meşru ilişkinin soyundan geliyorlardı. Robert FitzRoy’un kendisiyse Lort Charles FitzRoy’un oğlu, Grafton Dükü’nün torunu, Castlereagh’m da yeğeniydi. 3 D A R W I N VE BEAGLE SERÜVENİ Görünüşü de bu soyağacmı yansıtıyordu. Başı dik ve otoriter, yüz ifadesi mağrur, vücut yapısı zayıf olmakla beraber genel görünümü ayrıcalıklı olmaya alışkın bir insanı yansıtıyordu. Darwin’in aksine, yaşamı rahat geçmemişti. Kraliyet Deniz Akademisi’ne girdiği on dört yaşından itibaren olağanüstü yetenekli bir deniz subayı olarak göze çarpmıştı. Terfilerin çarpıcı yeteneği olan kişilere -hele üst düzey ilişkilere sahiplerse- vaktinden önce verildiği bir dönemde bile, daha yirmi üç yaşındayken Beagle m Güney Amerika seferinde kaptanlığın ona verilmesi olağandışı bir olaydı. Ancak, FitzRoy otoriteden hoşlanıyordu. Değer yargıları da değişmez bir şekilde belirlenmişti. Neyin yanlış, neyin doğru olduğunu kesin olarak biliyordu. Aptal yahut eğitimsiz olmadığı halde her türlü belirsizliğe karşı hoşgörüsüzdü. O yaşında bile çok dindar bir kişiydi. Kitabı Mukaddes’te yer alan her şeye sözcüğü sözcüğüne ve kesin olarak inanırdı. Bu manevi kesinlik gündelik yaşamına da yansıyordu. Subaylar güvertesinde sert bir amirdi. Beklenen diğer özellikler de arkadan sıralanıyordu: Cesur, becerikli, üretken ve adildi. Ancak, karakterinin bir başka yönü daha vardı: Bu katı ve sıkı dış kabuk altında bastırılmış bir huzursuzluk, eksikliğini duyduğu bir şeye -belki de Christ’s College’m bahçeden görünüşü 4 KARŞILAŞMA sevgi ve sıcaklığa- özlem. Bu yönü arada bir, büyük cömertlik içeren bir davranış ya da pişmanlık şeklinde ortaya çıkıyordu. Bu insanın doğasında ne uzlaşmaya, ne de gerçek sabıra yer vardı. Böylece, depresyon ve coşku arasında gidip geliyordu. Daha Darwin’le ilk görüştüğü sıralarda, otuz dört yıl sonra intiharla sonuçlanacak olan manik-depresif eğilimler kendini göstermeye başlamıştı bile. İlk karşılaştıklarında FitzRoy önce biraz soğuk davrandı. Kibirli bir gençti. Darwin’in bir Whig olduğunu duymuştu. Darwin odaya girdiğinde ondan hoşlanmadığını hissetti; özellikle de burnundan. Bu, Dünya çevresinde yapılacak bir yolculuğun sıkıntılarına katlanabilecek bir insanın burnuna benzemiyordu. Ancak Darwin’in doğal, rahat davranışları ve hevesli tutumu bütün soğukluğu giderdi. Görüşme bitmeden önce FitzRoy ondan kararını vermekte acele etmemesini rica ediyor ve denizin tehlikelerine karşı ona güvence veriyordu. FitzRoy olağanüstü bir gençle karşı karşıya olduğunu fark etmişe benziyordu. Belki biraz fazla saftı, belki biraz fazla rahat yetişmişti; ancak zeki olduğu kesindi. Peki, yeterince dayanıklı mıydı? Sorun da buydu. Denize açıldıklarında acaba çözülür müydü? Darwin’e gelince, büyülenmişti; böyle bir insanla, böylesine mükemmel davranışları olan, sakin ve otoriter, anlayışlı, kısaca tam bir kaptanın olması gerektiği gibi olan bir insanla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Darwin’in, FitzRoy’un aklından geçen kuşkuları, bu işin kendisi için zor olabileceği endişesini hissetmiş olduğu da tahmin edilebilir. Kendisine meydan okunuyordu; pekâlâ, öyleyse o da kabul edecekti. Bu harika insana, ne yapabileceğini gösterecek, onu hayal kırıklığına uğratmayacaktı.
Alan Moreahead – Darwin ve Beagle Serüveni
PDF Kitap İndir |