Albert Hourani – Avrupa ve Ortadoğu

Bu kitaptaki denemelerin tamamı, şu ya da bu biçimde, Batılı düşünür ve akademisyenlerin İslam’a ve kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlara ilişkin tavırlarına ve daha da genel olarak Hıristiyanların başka din mensuplarıyla ilişkilerine yönelik bir ilginin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Denemelerin kimisi İslam’ı anlamaya çalışan Batılı Hıristiyan’ın ve (farklı bir biçimde) Hıristiyanlığı anlamaya çalışan Müslüman’ın önünde duran engelleri, gerek bu iki inancın doğasından kaynaklanan, gerekse de bu inançlara sahip o-lanlar arasındaki temasların karmakarışık tarihi dolayısıyla kendini gösteren zorlukları doğrudan ya da dolaylı bir biçimde açıklamaya çalışmaktadır. Denemelerin birinde, sürekli olarak karşı karşıya gelen iki dinin birbirlerini tedirginlikle tanımlayış biçimlerine değindim. Her ikisi de diğerine karşı bütünüyle yabancı olmamakla birlikte, kendi düşünce sistemleri içerisinde birbirlerine — gerçekte onun geliştiği ve bağlılarının onu yorumladığı şekliyle— anlaşılabilir bir yer vermekte zorlanırlar. Bu kitaptaki ilk beş denemenin hepsi bu konunun farklı boyutlarını aydınlatmaya çalışır. Bunlardan en uzunu olan “İslam ve Tarih Felsefecileri” isimli deneme, Arabic Thought in the Liberal Age” adlı çalışmamda filizlenen düşüncelerden hareketle mevcut şeklini almıştır. Aynı zamanda, Avrupa’dan Arap düşüncesine hangi fikirlerin girdiğini anlamaya çalışırken, İslam’a dair kimi fikirlerin de Avrupalı düşünürLondra, 1962. Avrupa ve Orta Doğu lerce nasıl anlatıldığına dikkat etmekten kendimi alamadım. Kimi kez, Renan ile Afgani, Comte ile Osmanlı reformcuları ya da Muhammed Abduh ile Herbert Spencer arasındakiler gibi, varolan kişisel bağlantılar ya da gerçekleştirilen edebi yazışmalar da dikkatimi çekti. Bununla beraber bu ilginin kökleri daha derinlere dayanır ve iki farklı yerde bulunur. Bunlardan birisi, Hıristiyan-larla Hıristiyan olmayanlar arasındaki ilişkilere dair uzun zamandır varolan bir ilgidir. Burada kendilerine şükran borçlu olduğum kimselerin bulunduğunun farkındayım, bunların hepsi denemelerde açıklanmadı: Charles Malik ve Jean de Menasce ile değişik dönemlerde yapılan uzun sohbetler, J. Panielou2 , C. Journet3 gibi ilahiyatçıların yazıları, R. W.


Southern, N. Daniel ve J. VVaardenburg4 gibi akademisyenlerin Avrupalı yaklaşımlara ilişkin çalışmaları. Ayrıca her ikisini de şahsen tanıdığım iki dahinin, uzun yıllardır mesai arkadaşım olan Robin Zaehner ve zaman zaman karşılaştığım saygın bir otorite, Louis Massignon’nın rahatsız edici etkisini hissetmedim değil. Kitaptaki son deneme, yani tarih yazımına dair olanı, farklı bir ilgi alanına sahipmiş gibi görünebilir. Bu deneme, zamanımızda Orta Doğu tarihinin nasıl yazılması gerektiğine ilişkin bir düşünme çabasından neşet etmekle beraber, aynı zamanda benim ana temamın belli bir yönünü de somut bir biçimde açıklar. Tarihçilerin, özellikle Avrupalı ve Amerikalı tarihçilerin Orta Doğu tarihini yazmaya çalışırken kullandıkları yöntemlerin açıklanmasına yönelik herhangi 2 J. Danielı>u, Le my stere du salut den nations (Paris, 1948). 3 C. Journet, L eglise du verbe inecime, 2 cilt. (Paris, 1955); İng. trc: The Church ofthe Word Incarnate, 1. cilt (Londra, 1955). 4 R. W.

Southern, Western Vieıvs of islam in the Middle Ages (Cambridge, Mass., 1962), Türkçesi: Orta Çağ Avrupasında İslam Algısı, Ycneliş Yay., İstanbul, 2000; N. Daniel, islam and the West: the Makilg of an Image (Edinburgh, 1960) ve islam, Europe and Empire (îdinburgh, 1966); J. D. J. VVaardenburg, L’islam dans le rniroir del’occiderıt (The Hague, 1961). 10 Giriş bir girişim, “İslam”, “İslam toplumu”, “İslam medeniyeti” kavramlarının, İslam’ın hakim din olduğu söz konusu bölgelerin tarihinin anlaşılmasında sağlıklı bir kategoriler taslağı sunup sunmadığına ilişkin problemi kaçınılmaz olarak gündeme getirir. Bu denemeyle birlikte, tamamen Yakın veya Orta Doğu ile ilgili olmakla beraber, adı geçen bağlamda konu dışı olmadığına inandığım bir denemeyi, Toynbee’nin Study of History’sine ilişkin olanını da dahil ettim. Bunun iki nedeni var. Birincisi, Toynbee’nin tarihe ilişkin perspektifinin Yakın Doğu’daki imparatorlukların ve uygarlıkların yükselişi ve çöküşüne dair gözlem ve düşünceleriyle şekillenmiş olduğunu düşünmem, ikincisi ise kitaptaki mevcut denemelerden birkaçının onun tarihe bakış tarzının etkisinin açık işaretlerini göstermesidir. H. A. R. Gibb üzerine yazdığım deneme de, yine diğerlerinden farklı bir ilgi alanına sahipmiş gibi görünebilir.

Söz konusu denemenin kaynaklarından biri, fikirlerin, birey olarak düşünürlerin zihinlerinde doğuş ve gelişme biçimlerine dair beslemiş olduğum daimi ilgide bulunur. Henüz bir öğrenci iken okunan eserlerden, entelektüel biyografi modeli olarak Gibbon’un otobiyografisi, Keynes’in iktisatçı Marshall’a dair denemesi5 , R. W. Chapman’m Ingram Byvvater portresi 6 zihnimde yer etmişti. Yakınlarda E. H. Gombrich’in Aby Warburg’un hayatı üzerine yaptığı çalışma, akademisyenin mesleğinin acılarını, coşkularını ve gerçek bir akademisyeni bütün hayatı tek bir konu üzerine düşünme ve araştırmayla biçimlendirmeye yönlendiren takıntının özünü canlı bir biçimde ortaya koydu.7 Söz konusu akadeJ. M. Keynes, Essays in Biography (Londra, 1933). R. W. Chapman, The Portrait of a Scholar, and Other Essays… (Oxford, ete, 1920). E. H.

Gombrich, Aby Warburg, An Intellectual Biography (Londra, 1970). Ayrıca bkz.: F. Gilbert, ‘From Art history to the History of Civilization: Gombrich’s Biography of Aby Warburg’, Journal of Modern History, cilt 44, (1972), s. 381. 11 Avrupa ve Orta Doğu misyenlik idealine ilişkin kimi düşünceler benim Gibb çalışmamda da bulunabilirse de, burada da kitabın merkezi teması kendisini hissettirecektir. Zira İslam’ın doğası ve gelişimi ile kendilerini Müslüman olarak tanımlayan kimselerin anlaşılabilmesine ilişkin bir taslak sunma çabası Gibb’in zihnini sürekli meşgul etmekteydi. Zaman zaman “Yakın Doğu” zaman zaman da “Orta Doğu” tabirlerini kullandığım dikkatlerden kaçmayacaktır. Bu tabirlerin köklerini, kesin anlamlarını ve bunlardan hangisini kullanmanın daha avantajlı olacağını tartışmak uzun ve yararsız bir iş olacaktır. “Yakın Doğu” tabirini, öncelikli ve ağırlıklı olarak, Akdeniz’in doğu yakasında yer alan ülkelere izafe ederek kullanmaya çalıştım, “Orta Doğu” terimini ise, daha ziyade, genel olarak Arapça konuşan ve Müslüman ülkelere atfen kullandım. Elbette söz konusu kullanım alanlarında tamamen tutarlı olmak mümkün değildir. Arapça sözcük ve isimlerin tam bir transkripsiyonunu vermek gerektiğinde bir miktar değişikliklerle Encyclopaedia of islam’ın ikinci baskısını kullandım, bütün işaretler metinden çıkarılmıştır, fakat notlara dahil edilmiştir. Denemeler farklı zamanlarda ve farklı amaçlar için yazılmış olduğundan, onları, yeniden yazmaksızın bugüne aktarmak imkansız olacaktı. Zaman zaman bir ifadeyi düzelttiğim ya da değiştirdiğim oldu; aynı zamanda birkaç bibliyografik referans ekledim ya da değiştirdim, fakat genel olarak söz konusu notları, denemeleri yazarken kullandığım malzemeyi işaret eden ifadeler olarak göz önünde bulundurmak daha doğru olacaktır. 12 İSLAM’A YÖNELİK BATILI YAKLAŞIMLAR Sözlerime beni bir konferans vermek üzere davet eden ve özellikle, neredeyse kırk yıl kadar önce, yazılarıyla ilk karşılaştığımdan bu yana, kendisine saygı duyduğum Cloud Montefiore adına düzenlenmiş bir konferansta bana bu imkanı veren Üniversiteye teşekkürlerimi sunarak başlamalıyım.

Söyleyeceğim şeyleri kurgularken Montefiore hakkında düşünüyordum. Çalışmasının büyük bölümü Hıristiyanlığın gelişimi ve onun Yahudilikle ilişkisiyle ilgilidir; fakat kitaplarından biri bana kendi konumla ilgili görünüyor. Montefiore’in kadim Musevilerin1 dinini örnekleyerek, dinin kökeni ve gelişimi ile ilgili verdiği konferanslarda İslam hakkında açıkça bir şeyler söylediği elbette düşünülemez. Montefiore, on dokuzuncu yüzyıl Kutsal Kitap tenkitçiliği hareketinin geliştirdiği fikirlerle soruna yaklaşmakta ve Yahudiliğin gelişmesine ilişkin, selefleri olan büyük akademisyenlerin ileri sürdüğü Eski Ahit kitaplarının yeniden tefsiri ve düzenlenmesi üzerine oturan bir açıklama sunmaktadır. Burada geleneksel düzenleme yerine —öncelikle tarihi eserler, daha sonra manzum eserler (Mezmurlar ve Süleyman’ın Meselleri) ve sonra da kehanete dayalı eserler—oldukça farklı bir tasnif önerilir. Buna göre Hoşea, Amos; İşaya ve Mika’nın bölümleri gibi en erken kitaplar, MÖ sekizinci yüzyıldan kalan kehanete dayalı eserlerdir. Bunları C. G. Montefiore, Lectures on the Origin and Groıvth of Religion, an Illustrated in The Religion of the Ancient Hebreıus (Londra, 1892). Avrupa ve Orta Doğu düzenleyen tarihi kitaplar ve hukuki metinler, küçük bir kısmı dışında, uzak bir geçmişin yeniden inşasıdır. Bu düzenleme biçiminden Yahudiliğin gelişme biçimine ilişkin net bir bakış ortaya çıkar. Hz. Musa’dan önceki kabile ataları, tek bir Tanrı’ya tapınmaya yönelik bir tür doğal eğilime sahip olabilme durumlarından başka, kendileri hakkında hiçbir şey bilemediğimiz, belirsiz efsane figürlerden başka bir şey değildir. Hz. Musa ile birlikte daha sağlam bir zemine kavuşuruz, yine de tektanrıcılığın (monoteizm) değilse bile teketaparlığın (monolatry) arz-ı mevuduna kavuşuruz: bir tanrıdan daha fazla tanrılar mevcut olmakla beraber sadece birine tapılmaktadır ve O’na tapınma kutsal bir yere yönelmektedir ve ahlaki bir yasaya itaate bağlanmaktadır.

Şu halde Peygamberlerle birlikte yalnızca tek bir Tanrı’nın olduğuna dair tam bir teyide ulaşıyoruz ve bu sağlam temel üzerine bütün bir ibadet, gelenek ve hukuk yapısı inşa edilmektedir, ki tarihi Yahudilik de budur. Bütün bunlar bilinen hususlardır ve benim konum da değildir. Bununla beraber bunu aktarmamın nedeni, Kitab-ı Mukaddes’e ve Yahudiliğe ilişkin bu bakış açısının Batılı akademisyenlerin Ku’ran ve İslam’a bakış tarzlarını önemli ölçüde etkilemesidir. Montefiore’in kitabında, aynı ekolün diğer kitaplarındaki gibi, Yahudiliğin doğası ve gelişimine, diğer tek tanrıcı dinlerin doğası ve gelişiminin ve özellikle Semitik dilleri konuşan ve yazan diğer halkların sahip oldukları inançların incelenmesi yoluyla ışık tutmaya yönelik bir girişimi görebiliriz. Bu, bir Yahudi için Yahudiliğin, bir Hıristiyan içinse Hıristiyanlığın biricik olarak algılandığı yerde ya bütün dinler sınıfının ya tek tanrıcı dinler sınıfının ya da semitik dinler sınıfının herhangi birisinin müntesibi olan insan ruhunun, çeşitli benzer belirtilerini ortaya çıkaran farklı anlayışların da mevcut olduğu anlamına gelir. Demek oluyor ki, “dinler bilimi” gibi bir şey vardır ve bir din diğerini aydınlatmak, açığa kavuşturmak üzere kullanılabilir. On dokuzuncu yüzyılın Kitab-ı Mukaddes uzmanlar] haklı olsaydı Yahudilik Kehanetle başlayacak, Gelenek Ke14 İslam’a Yönelik Batılı Yaklaşımlar hanetten gelişecek ve Yasa hem insanların dünyadaki hayatlarını düzenleyerek, hem de onları Tanrı’ya daha da yaklaştırarak özel bir rol oynayacaktı (“yasa ki,” diyor Montefiore, “Tanrıyı yaklaştırdı … [ve] onun sayesinde Tanrı’nın kutsayıcı varlığı yürekte hissedildi”).2 Açıktır ki, Yahudiliğin anlaşılması gereken kavramları Kehanet, gelenek ve yasaya müteallik kavramlar ise, bu kronolojik ve mantıki düzen içerisinde gerçekleşen İslam araştırmaları Eski A-hit’in anlaşılmasında bize yardımcı olabilecektir. İslam, hiç şüphesiz hayatı ve öğretisi üzerine pek çok şey bildiğimizi sandığımız bir Peygamberle başlamış olan bir dindir (“bildiğimizi sandığımız” dedim çünkü geleneksel biyografilerin çoğu yakından ve eleştirel bir biçimde ele alındığında ufalanmaya başlamaktadır). İslam, peygamberin ve sahabelerinin uygulamalarını kaydeden ve aşamalı bir biçimde ilk yüzyıllarda gelişip şekillenmiş olan devasa boyutta bir geleneğe, Hadise ve bunun yanında Kuran ve Hadisten mantıksal bir çıkarım yoluyla elde edildiği iddiasını taşıyan ve dolayısıyla kutsal bir hukuk normuna sahip olduğu düşünülen her şeyi kucaklayıcı bir hukuk ve ahlak sistemi olan şeriata sahiptir. Modern İslam araştırmacılığının geliştiği köklerden birisi, söz konusu benzerliğe ilişkin farkındalıktır. Yahudiliği incelemekle başlayan akademisyenler İslam’ı incelemeyi sürdürdüler, ilk inceleme sahalarından öğrendikleri eleştiri yöntemlerini İslam’a uygulayarak İslam’ın erken gelişme dönemine ilişkin Müslümanların kendilerinin sahip oldukları resimden bazı bakımlardan oldukça farklı olan bir resim meydana getirdiler. Sadece iki isim zikretmek gerekirse, Macar Yahudisi Ignaz Goldziher, hadisin gelişmesine ve ö-nemine ilişkin görüşümüzü değiştirdi ve Alman Protestan Julius Welhausen, Peygamberin mesajının yarım yüzyıldan fazla bir zaman ayakta kalmış olan bir devlet ve toplum yapısında tecessüm ediş biçimine ilişkin bir açıklama sundu ki, A.g.e.

, s. 548. 15 Avrupa ve Orta Doğu ancak şimdilerde bu açıklama biçimine meydan okunmaya başlandı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir