Aldo Tassone – Akira Kurosawa

Kagemusha’yı çekmeye başlamadan önce zorunlu bir bekleme dönemi geçiren Kurosawa, bu aradan yararlanarak anılarını yazdı. Doğal bir zırhın içine saklanarak yaşam öyküsüne her türlü dıştan karışmayı engelleyen bu anlatıdaki gizemli· ve nesnel ergenlik deneyimlerinin etkileyici iç çatışmalarını, okumadan imgeleyebilmek çok güç. Bu otobiyografinin üçte ikisi gelişim yıllarına, yani 1910-1940’lara ilişkin. Japon sinemasının imparatoru -platodaki uzlaşmaz tutumu ve yapımcılarla ilişkileri dolayısıyla yurttaşlarınca böyle adlandırılmıştır– düşünülebilecek en kırılgan insandı. Samuray bir babadan gelmese, görsel sanatlara düşkün, aydın bir ağabeyi ve resime olan eğilimini özendirerek geliştiren bir öğretmeni olmasa, Akira Kurosawa hiçbir zaman Kurosawa olamazdı. İlk filmlerini yazdıklarının ışığında yeniden gözden geçirdiğimizde yazarın bazı kişi-, lere olan sevecenliğini, belli temalara sık sık geri dönüşlerini ve hatta -Proustvari bir deyişle söyleyecek olursak­ “Bir sanatçının düşgücü zenginliğinin kaynağı ve gürlüğü, anılarının güçlülüğünden kaynaklanır” deyişinin gerçekliğini daha iyi kavrayabiliyoruz. Sinema düşkünü ve samuray bir baba 1910 martında Tokyo’da doğan Akira Kurosawa, yedi kar7 deşin sonuncusuydu. Annesi Osakalı tüccar bir aileden ge-­ liyordu. Ülkenin kuzeyindeki Tohohu civarından gelen babası Cki Hokkaido adası halkı, boylarının uzunluğu ve geleneklerine olan düşkünlükleri ile ünlüdür) uzun bir geçmişi olan samuray bir aileye mensuptu. Kurosawa ailesinin kurucusu olan Jirisaburô, imparatorluk erkinliğine karşı başkaldıran ve 1062 yılında Zenkunen savaşında ölen ünlü bir kuzeyli samurayın -Abe Sadato’nun- üçüncü çocuğuydu. Toyoma İmparatorluk Akademisini bitiren baba Kurosawa savaş sanatı hocalığı yapıyordu ve kendini spora adamış bir adamdı. “Japonya’nın ilk yüzme havuzunu yaptırttı ve beyzbolun Japonya’da yaygınlaşmasını sağlayabilmek için didinip durdu.” “Coşkulu bir eylemci” olan bu mücadeleci adam, ciddi ve uzlaşmaz bir öğretmendi. Onun Spartavari yöntemleri tüm oğullarının, ama özellikle “yeterince uyanık olmayan”, “kibar ve aşırılıklara uysalca boyun eğen” en küçüğünün üzerinde silinmez izler bırakmıştır. Küçük oğlunun çıtkırıldım bünyesini güçlendirmek için babası ona çok sert bir günlük çalışma düzeni koymuştu.


Gün doğmadan kalkıyordu. Daha sonra günlük eskrim dersi için (genç çocuğun gerçek bir tutkuyla sevdiği “Kendo” sporu) Ochiai salonuna dek tek başına bir saatlik yürüyüş yapıyordu. Bu çalışmayı kısa bir meditasyon izliyordu. “Tüm yaşamsal akışlarımızı midemizin üzerinde toplayabilmek zorundaydık.” Genç öğrenci geri dönerken düşüncelerini toparlayabilmek için Hachiman tapınağında duraklıyordu. Geçmiş yaşamını kafasın� da canlandıran Kurosawa hiçbir olumsuz yargıya ulaşmıyor; her şeye karşın o döneme göre alışılagelmiş olmayan hiçbir şey yok çünkü. Şu gözlemi yapmakla yetiniyor: “Okula gitmek üzere üstümü başımı toparlamaya eve yollandığımda, güneş ufuktan yükselirken, o içinde bulunduğum andan itibaren geçecek olan günümün, yaşıtım olan çocuklarınkiyle tıpatıp aynı olduğunu düşünürdüm; hiç de hoşnutsuzluk duyduğumu söyleyemem. Buna gizli bir doygunluk, hatta bir tür boşluk, hiçlik duygusu bile denebilir.” 8 Öğrenci Akira’nın uzun günü ancak gecenin ilerlemiş saatlerinde bitebiliyordu: özel olarak alman bir güzel yazı -kaligrafi- dersinden sonra aile yuvasına dönebilirdi. Bu bilgilerin ışığında Kurosawa’nın bazı filmlerindeki eğitici tavrını ve geri dönüşlerini gözlemek pek de şaşırtıcı değil; hemen bunun yanısıra kişilerinin özellikle kararlı ve yılmaz bir dayanıklılıkla, olağanüstü bir kendilerine egemen oluşla ve engeller karşısında sarsılmayan bir irade gücüyle biçimlendiklerini de gözlemleyebiliriz. Doktor Kızıl Sakal’m . Caynı adlı filmin suratsız başrolü> kişiliğinde sert bir savaşçı görünümünün altında gizlenen altın kalpli bir savaş sanatları hocasını görürüz. “Başka türlüymüş gibi görünse de ailemin en duygulu kişisi babamdı aslında. Yorulmak bilmez bir direnç simgesi olan tatlı annem ise, onun tam tersine, gerçekçiydi.” Çocuklarına kış ortasında bile keçe çizme giymeyi yasaklayan bay Kurosawa diğer alanlarda sınırsız bir açık görüşlülük sergiliyor ve çocuğunun kişiliğinin biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynuyordu.

“Çağdaş yaklaşımlara karşı gösterilen en küçük ödüncü tutumun dahi eğitim kuruluşları ortamında güvensizlik ve kuşku uyandırdığı bir çağda bile, babam, bizi düzenli olarak dönemin en ünlü sanatçılarını görebilmemiz için sinemaya ve müzikhollere götürmekten geri kalmadı. Yeni gelişen görsel sanatların tüm ekinsel ve eğitsel değerini sezgileriyle kavrayabilmişti.” 1910’lu yıllarda Tokyo’da en yaygın biçimde gösterime sunulan filmler o ünlü Amerikan “dizi”leriydi. Genç Akira’nm sinemaya ilişkin unutamadığı ilk anılarından biri, geri planda Alaska’nm buzlu zemininin sergilendiği bir görüntüydü: yağız, sert ve korkusuz bir William Hart CThomas Ince’in üne kavuşturduğu bir aktör>. “Ten kokusuyla birleşen enerjik ve güçlü bir espriyi anımsıyorum.” Demek ki Kurosawa’ nm maceraya ve yiğit karakterli kişiliklere olan yadsınamaz tutkusunun kökenleri çok gerilere, Ford’un henüz küçük bir çocuk olduğu yıllara kadar eskiye götürülebilecektir. Uç “kılavuz” «Yaşamımın keskin dönemeçlerinde, yolumun beni iyiye ve güzele götüren insanlarla kesişmesi gibi büyük bir şan­ .sım oldu. Hiç kimse benden daha talihli olamaz.” Birçok karşılaşmamızdan birinde, 197l’de Kurosawa’nın bana söylediği ve gizemli bir haleyle çevrili bu sözler, anılarında da çok geniş ve ayrıntılı bölümler halinde açımlanmıştır. Kurosawa bu kılavuzları, “benim unutulmaz gizli güçlerim” biçiminde adlandırıyor. İlk kılavuzu olan bay Tachikawa, yenilikçi görüşler taşıyan bir resim öğretmeniydi. Sınıfa ilk kez ödev verdiğinde, “nasıl hoşunuza giderse öyle resim yapın” demişti. Yapılan resimlerin düzeltilmesi sırasında bay Tachikawa resimleri teker teker tahtaya asıp, çizen öğrencileri çağırmaya başladı. “Sıram geldiğinde tüm sınıf kıkırdamaya koyuldu.

” Çocuklar modelleri “tiksinti uyandıran bir zevkle, maymunlar gibi taklit etmeye öylesine alışmışlardı ki”, Akira’nın kağıdını bezeyen renkli lekelerden hiçbir şey anlamamış ve bunları saçma-sapan bir karmaşa olarak değerlendirmişlt:ırdi. “Bay Tachikawa öfkeli bir bakışla sınıfta sessizliği sağladı ve hemen ardından da resimlerime övgüler sıraladı. En yüksek notu ben aldım ve böylelikle de o güne dek neredeyse iğrendiğim okulumu yeniden sevmeye başladım.” Akira kendine güvenini yeniden kazandı ve yetenı;:ığinin bilincine vardı. Orta öğrenimini tamamladıktan sonra da kendisini resime adayacaktır. Diğer iki kılavuzu ise ağabeyi Heigo ile sınıf arkadaşı, geleceğin senaryo yazarı Keinosuke Uegusa olacaktır. <Kurosawa otobiyografisinde annesiyle kızkardeşlerine kıyasla bu iki kişiden çok daha fazla söz eder ve onların kişiliklerinin kendisini ergenliğinde dahi etkilemeyi sürdürdüğünü söyler. Belirleyici olan da budur.) Akira ile Keinosuke arasındaki ilişkiler basit bir dostluğun çok ötesindeydi; bu ayrılmaz ikili bay Tachikawa’yı sık sık ziyaret ederdi, her ikisinin de ortak bir diğer tutkusu ise edebiyattır. 10 Uegusa, Donald Richie aracılığıyla bizlere seçkin bir tanıklıkta bulunuyor: “Akira sınıf başkanı olduğunda bile hiçbir zaman, hani o tüm ödülleri toplayanlara özgü çokbilmişlik havasına girmedi. Doğal, kendiliğinden bir saygınlığı vardı ve hiç kimsenin alınganlığına yol açmadan kitleyi yönetmeyi biliyordu. Üçkağıtçılığı ve namussuzluğu alabildiğine aşağılamıştı.” Ama hiç kuşkusuz ergenlik döneminin asıl “kılavuzu”, genç yaşına karşın belirgin bir olgunluğa erişmiş olan Heigo’dur. (“Aramızda yalnızca dört yaş vardı, ama sanki benden on yaş büyük gibiydi.”) Göz kamaştırıcı, töretanımaz, çok kültürlü bir genç olan Heigo, babalarının eğitiminin alabildiğine katı etkilerini ılımlılaştırabiliyordu.

Çekingen ve yapısal olarak gözalıcı başkaldırılarda bulunabilmekten uzak olan küçük erkek kartj.eşine omuz verdi ve aile ortamının dayatmalarına karşın ilk yol alışlarında ona yardımcı oldu. Akira lise öğrenimini o zamanki programda bulunan askerlik dersi dışında tamamladı. Bu durum, savaş sanatı hocasının hiç de hoşuna gitmemişti. “Gençliğimden kaynaklanan tüm başkaldırımı askerlik hocama yöneltmiştim. Onun tüm çabalarına karşın ne tüfeği doğru-dürüst taşıyabildim, ne de bir tek el ateş edebildim.” Akira on sekiz yaşına geldiğinde üniversiteye gideceğine öğrenimini yarıda bıraktı ve kendisini tümüyle resime adadı. Heigo’nun Tokyo’nun en gözalıcı semtlerinden birindeki evinde kalıyordu. “Nice kuşaklar önce, eski zamanların halk ozanlarına esin kaynağı olmuş gibi bir yerdi.” Aşağı Tabaka’nın ve Dodes’ Caden’ ın gelecekteki yazarı, çevresinde bulunan halkla canlı iletişim içerisinde “roman kişilikleri” tanıyarak imgelemini zenginleştiriyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir