Alexandre Dumas – Siyah Lale

1672 yılını gösterdiği zamanlarda Hollanda’nın Dört bölgesinde mutlu bir adam yaşıyordu. İş hayatına doktor olarak başlayan Cornelius Van Baerle, babasının ölümünden sonra mesleğini bıraktı. Van Baerle’nin babası tüccardı ve parasal bir sıkıntısı yoktu. Babası ölüm döşeğinde oğluna, “Mutlu ol” demişti. “Gün boyu büroda çalışmak mutluluk değildir. Sakın benim gibi tüccarlık yapmaya kalkışma. Sakin bir yaşamın olsun ue her şeyin ötesinde mutlu ol!.” Babasının ölümünden sonra Van Baerle geniş bahçesi olan bir eve taşındı ve zamanını değerlendirmek amacı ile lâle yetiştirmeye başladı. Yepyeni bir tür yada değişik renklerde lâleler ürettiğinde insanlar ona büyük paralar öneriyorlardı. Van Baerle’nin evinin yanında Isaac Boxtel adında biri oturuyordu. Çok çalışkan bir adam olan Boxtel, Van Baerle’den nefret ediyordu. Bu nefreti sonsuza dek sürebilirdi. Boxtel, Van Baerle’nin kendi lâlelerinden daha güzel, daha değerli lâleler yetiştirmesini çekemiyordu. Bu nedenle gece gündüz Van Baerle’nin evini gözetliyordu.


Onun lâlelerinin güzelliği kıskançlığını daha da arttınyordu. Sonunda iki kediyi kuyruklarından bağlayarak bahçe duvarının dibine bıraktı. Kediler tüm çiçekleri berbat ettiler. Durumu gören Cornelius Van Baerle, bahçesindeki çiçekleri kedilere karşı korumak için bir gözcü tuttu. Van Baerle, bu işi komşusu İsaac Boxtel’in yaptığını bilmiyordu. O günlerde, üzerinde başka hiçbir renk bulunmayan siyah lâle yetiştirene, yüz altın ödül verileceğini ilân edilmişti. Van Baerle hiç zaman kaybetmeden işe koyuldu. Önce koyu kırmızı lâleler yetiştirdi. Bunları kahverengiye yakın koyulukta kırmızı lâleler izledi. Van Baerle bütün bu çalışmalardan sonra ertesi yıl koyu kahverengi lâlelere sahip olmuştu. Boxtel ise ancak açık kahverengi lâleler yetişti-rebilmişti. Kıskançlığından çalışamayacak kadar öfkeliydi. Bir teleskop satın alıp Van Baerle’nin bahçesindeki lâle fidelerini gözlemeye başladı. Gözledikçe nefreti daha da artıyordu. 1672 yılının Ocak ayında kente Cornelius De Witte adında bir adam geldi. Doğruca Van Baerle’nin evine gitti.

Bir süre bahçedeki lâleleri inceledikten sonra yakın dostu Van Baerle’ye: “Seninle önemli bir konuda görüşmek istiyorum,” dedi. “O halde tohum odasına gidelim,” dedi Van Baerle. Bu sırada Boxtel teleskopuyla olup biteni izliyordu. Van Baere eline bir lâmba alıp De Witte’yi tohum odasına götürdü. Burada lâle fidelerinin ve soğanlarının korunduğu kapalı büyük kutular vardı. Cornelius De Witte hükümetin önde gelen kişilerinden biriydi. De Witte, Van Baerle’ye heyecanlı bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. Sonra cebinden çıkardığı bazı kâğıtları Van Baerle’ye verdi. Bu arada Boxtel onları devamlı izliyor, ama ne konuştuklarını anlayamıyordu. Boxtel, De Witte’nin halk tarafından pek sevilen biri olmadığını biliyordu. Belki de bu kâğıtlar, De Witte’nin bilinmesini istemediği bazı bilgileri içeren gizli belgelerdi. Van Baerle kâğıtları alıp, fide kutularından birinin içine koydu. Sonra.De Witte ile birlikte tohum odasından çıktılar. Boxtel düşüncesinde haklıydı.

Kâğıtlar Fransa Krah’na yazılmış mektuplardı. Ama De Witte ne olduklarını arkadaşına açıklamayacak kadar tedbirliydi. Ondan sadece bir kâğıtları dikkatle saklamasını ve hiç kimseye söz etmemesini istemişti. Van Baerle, kâğıtları kutuya yerleştirdikten sonra onları bir daha aklına bile getirmedi. O dönemde Hague Hollanda’nın başkentiydi. 20 Ağustos 1672 günü caddeler silâhlı insanlarla kaynıyordu. Bunlar hızlı adımlarla hapishane yönünde yürüyorlardı. Bir grup atlı bu insanları hapishane kapısından uzaklaştırmaya çalışıyordu. İçeride Cornelius De Witte ile kardeşi John De Witte vardı. “De Witte kardeşler kaçmamalı!” “Öldürün onları!” diye kalabalık bağırıyordu. Hapishanenin dışındaki askerlerin başındaki komutan: “Bir adım daha ilerlerseniz ateş ederiz!” diye haykırdı. Bunun üzerine kalabalık durdu. İçerde ise Cornelius De Witte hücresindeki yatağında hasta yatıyordu. John De Witte başucunday-dı: “Sevgili Cornelius,” dedi. “Hapishanenin arka kapısına bir araba getirttim.

Kaçman için her şey hazır!” “Kalabalığın bağırtısını duyuyorum.” John: “Evet çok kalabalıklar. Fransa Kralına yazdığımız mektuplar nedeniyle bağırıyorlar. Merede o mektuplar?” “Onları Van Baerle’ye bıraktım… Biliyorsun Van Baerle, Dort’ta yaşıyor.” “Van Baerle konu hakkında hiçbir şey bilmez. Ama o mektuplar evinde bulunacak olursa, onun da başı derde girer. O mektuplar yakılmalı. Van Baerle’ye onları yakması için haber göndermeliyiz.” John’u bu sözleri üzerine Cornelius: “Kiminle haber gönderebiliriz?” diye sordu, “uşağım Craeke haberi götürebilir. O burada!.” Cornelius masanın üzerinde duran İncil’den bir sayfa koparıp dostu Van Baerle’ye kısa bir not yazdı. “Sevgili Van Baerle, Sana uerdiğim mektupları lütfen hiç okumadan yak. Yazılanları bilmen emniyetin bakımından sakıncalı. Onları yakmakla De Witte kardeşlerin şerefini ue yaşamlarını kurtarmış olacaksın. Cornelius De Witte 20 Ağustos 1672.

” John, İncil yaprağını Craeke’ye verdi. Bu arada kalabalığın uğultusu daha yükselmiş, sesler gittikçe daha yakından gelmeye başlamıştı. “De Witte kardeşlere ölüm!” “Kahrolsunlar!” ‘ “Onları yok edelim…” “Gel,” dedi John kardeşine. “Buradan gitmeliyiz!” John’un yardımı ile zorlukla yataktan kalkabilen Cornelius De Witte, hücresinden çıkıp, merdivenleri indi. Merdivenlerin bitiminde Rosa onları bekliyordu. Rosa gardiyanın kızıydı. On sekiz yaşında güzel mavi gözlü bir kızdı. Heyecanla: “Sakın ön kapıdan caddeye çıkmayın,” dedi. “Askerler gitti… erse, hemen öldürür.” Cornelius: “Ne yapacağız?” Rosa: “Arka kapıdan çıkın. Dar bir yola açılır. Arabanızın sürücüsüne sizi orada beklemesini söyledim. Ayrıca, babamın size yardımcı olmayacağını bildiğim için anahtarı da getirdim.” Cornelius: “Sevgili Rosa,” dedi. “Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.

Odamdaki masanın üzerinde duran İndiden başka sana verecek bir şeyim yok. Onu okuyamayacağını da biliyorum, ülkesini seven bir adamın sana verebileceği tek armağan bu! umarım sana şans getirir” “Teşekkür ederim, efendim. Okuyamasam da onu hep saklayacağım.” Dışarıdan gelen sesler iyice yaklaşmıştı. “Çabuk gelin,” dedi Rosa. Rosa kapıyı açınca kendilerini avluda buldular. “Durmayın, hemen gidin!” diye bağırdı kız. “Halk kapıyı kırmak üzere…” Araba hemen hareket etti. Hapishanenin arka kapısına geldiklerinde arabacı: “Kapıyı açın!” diye bağırdı. Görevli: “Açamam, anahtarı benden aldılar,” dedi. Bunun üzerine John, arabacıya: “Başka bir kapıyı denemeliyiz,” dedi. Araba geri döndü. O sırada avluya giren eli sopalı bir sürü adam arabanın peşinden koşmaya başladı. John, arabacıya: “Daha hızlı! Daha hızlı sür!” diye bağırdı. Adamlar yolu kesmişlerdi.

“Dur!” diye bağırdılar. Hızla yoluna devam eden araba, kendini arabanın önüne atan bir adamın üzerinden geçti. John tekrar bağırdı: “Dur! Arabayı terketmeliyiz…” “Oradalar!” diye haykırdı kalabalık. O sırada bir adam atlardan birini vurdu. Hayvan yere yıkıldı. Diğerleri Cournelius’la ile John’u arabadan çekip çıkardılar. “Kardeşim, kardeşim nerede?” diye bağırdı John De Witte. Ama çok geçti. Cornelius’un cesedi avlunun ortasında yatıyordu. Kalabalığın arasından biri John’un başına nişan aldı, ama silâh tutukluk yaptı. Bunun üzerine adam silâhın kabzasını John’un başına indirdi ve onu yere yıktı. Çok geçmeden iki kardeşin cesedi hapishanenin avlusundaki bir ağaçta sallanıyordu… Adamlar işlerini bitirmişlerdi. Hague’de Cornelius ve John De Witte kardeşlerin öldürüldükleri sırada Craeke bindiği atı çatiatır-casına Dort’a doğru ilerliyordu. Yıkık dökük bir kulübede atını bıraktıktan sonra kayıkla ırmağı geçip tepeye doğru tırmandı. Karşıda Dört kenti görünmüştü.

Su kenarında güzel görünümlü evler vardı. Tepenin bir kenarında uzun ağaçların arasında diğer evlere oranla daha geniş bir ev göze çarpıyordu. Burası Van Baerle’nin eviydi. Craeke, eve doğru yürüdü. Van Baerle limonlukta elinde tuttuğu üç çiçek fidesini inceliyor: “Siyah lâleyi mutlaka yetiştireceğim,” diye kendi kendine konuşuyordu. “Kazanacağım para ödülünü de Dort’un yoksullarına dağıtacağım. Bu lâle, Van Baerle’nin Siyah Lâlesi olarak anımsanacak.” Bu sırada kapı çalındı. Hizmetçi gidip kapıyı açtı. Sonra limonluğa koşup: “Craeke adında biri sizi görmek istiyor, efendim. Size Hauge’den bir mektup getirmiş.” “Craeke! Bu John De Witte’in uşağı. Söyle birkaç dakika beklesin.” Craeke’nin, “Bekleyemem,” diyerek limonluğa girmesiyle Van Baerle elindeki fideleri yere düşürdü. “Neler oluyor?” diye sordu Van Baerle.

“Bu telâşın niye?” “Size getirdiğim mektubu hemen okumalısınız.” “Pekâlâ Craeke. Telaş etme okuyacağım.” Mektubu masaya bırakıp, az önce düşürdüğü fidelerini yerden aldı. O sırada hizmetçi tekrar koşarak geldi. “Efendim! Efendim! Hemen buradan gitmelisiniz!” “Şimdi ne var? Gene ne oldu?” “Sokak askerlerle dolu!” “Ne istiyorlarmış?” “Sizi! Hemen gitmelisiniz!” diye haykırdı hizmet-ÇiVan Baerle ne yaptığını düşünmeksizin Craeke’nin getirdiği mektubu aldı, fideleri içine sarıp ceketinin cebine koydu. Tam o sırada bir subay ve altı asker limonluğa girdiler. Subay: “Siz Cornelius Van Baerle misiniz?” “Evet, benim.” “Evinizde bulunan resmi mektupları derhal bana verin!” “Ne mektupları, bir şey anlamıyorum?” “Cornelius De Witte’nin size ocak ayında bıraktığı mektuplardan söz ediyorum.” “Fakat, onları size veremem. Arkadaşıma söz verdim.” “Şu kutuyu açmanızı emrediyorum. Siz açmazsanız ben açacağım»” Subay dediğini yaptı. Mektuplar kutudaydı. “Güzel, mektupların burada olduğunu söylemişlerdi bize… Gerçekten de burada…” “Ne demek istiyorsunuz?” “Bilmezmiş gibi davranmayın.

Şimdi bizimle geleceksiniz. Sizi tutukluyorum.” “Beni niçin tutukluyorsunuz? Suçum ne?” “Bunu size yargıç söyler.” “Nereye gidiyoruz?” “Hague’ye!” * Van Baerle hizmetkârlarına veda ederek evden çıktı ve kapıda bekleyen arabaya bindi. Van Baerle’yi sürekli gözleyip ihbar eden, Cornelius De Witte’nin bıraktığı mektupları görüp onların gizli belgeler olduğunu tahmin eden Boxtel’den başkası değildi. Amacı onu tutuklatıp yetiştirmekte olduğu siyah lâle soğanını ele geçirmekti. Boxtel, Van Baerle tutuklandıktan sonra onun evine gizlice girip limonlukta siyah lâle soğanlarını tüm aramasına karşın bulamadı. Kendi kendine: “Herhalde Van Baerle giderken lâle soğanlarını yanında götürdü,” diye düşündü. Ve onu izlemeye karar verdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir