Ali Erkan Kavaklı – Kader Kapımı Çaldı

— Cemal abi, hâlâ evlenmeyecek misin?. Okulsa bitti, askerlik desen hay’ı gitti, huy’u kaldı– Evlen artık! — Sahi mi söylüyorsun? Evleneyim mi? — Evlen tabi. Senin yaşmdakilerin ikişer-üçer çocukları var. Nerdeyse askere gidecekler. Cemal, ilkokul arkadaşı Ali’yi düşündü. Mezun olduğu sene evlenmişti. O günden bugüne altı yıl orta-lise dört-beş sene üniversite, iki yıl öğretmenlik, iki sene askerlik : Eder onbeş. «Doğru ya, nerdeyse Ali’nin çocukları askere gidecek. Köyde ilkokul geç açıldığı için Ali, oniki yaşında okula başlamış, onyedi yaşında bitirmişti. Tembel mi tembeldi. Oğlun sınıfta kalacak, çok tembel dendiği zaman babası gülerek şöyle derdi: «Öğretmen benim oğlanı sınıfta koyup da evlendirecek mi ? Nasıl olsa geçirecek.» Cemal pencereye bakarak iç çekti. — Ah, ulen ah, dedi. Ne yapalım yengeciğim, pek çok tavşanı birden kovalayan hiçbirini yakalayamazmış.


Okulları kovalarken evliliği kaçırdık. Gözlerini odadakilerden kaçırmak için dışarıya bakıyordu. Acıların yüzünü, nadas edilmiş tarlaya döndürdüğünden emindi. Her türlü başarısızlık, insanı bunaltırdı. Cemal’i de bekârlık bunaltıyordu. — Treni tamamen kaçırmış sayılmazsın. Cemal, buruk bir tebessümle yengesine döndü. < < ¦ — Bir bildiğin var gibi konuşuyorsun. Sabah kahvaltısından sonraydı. Cemal pencereye oturmuş keyf çayı içiyordu. Amcasının oğluna misafir gelmişti. Pazar günüydü. Odada yengesi, küçük oğlu Hüseyin, amcasının oğlu Kerim vardı. Cemal tatil günleri bazen onlara uğrar, bazen de yatıya kalırdı. Bu sefer de öyle olmuştu. Kadınlar, bekarları evlendirmeye bayılırlar.

Yengesi de Cemal’e öyle bir tuzak kuruyor gibiydi. Cemal bir yengesine bir Kerim’e baktı. Yengesi küçük oğlu Hüseyin’in başını okşuyor ve gülümsüyordu. Manâlı bir sesle : — Yok canım, dedi. Ne bildiğim olacak? — Bana kurulu bir tuzağınız var gibi geldi de. — Evlilik kaderin tuzağıdır amcoğlö. Tuzakların en güzeli. Ya da en öldürücüsü. Ezelde tasma ne doldurulmuşsa, onu bulursun : Bal veya zehir. — Filozoflaştın– Hem müzmin bekârları unutuyorsun. — Bekârlık kaderin cezası, o bir cehennem. — Amma yaptın ha. Bekârlık sultanlık değil mi? — Yok canım, olsa olsa rüyada tanışılan bir sultanlık. Mutlu bir evlilik cennettir. Peygamberimiz (s), müminin cenneti evidir, buyurur.

— Hadis’in tamamında, «cehennemidir» de var. — Sokrat bile, «Evlenin : Ya mutlu olursunuz, ya filozof.» demiş. — Üçüncüsünü unutmuş. — O neymiş? Sokrat’m da mı eksiği var? — Sokrat’ın eksiği çok da— Üçüncüsü sarhoşluk. Bir sürü evli var. Hepsi mutlu mu?. Nerede filozoflarımız?. Bizde evinden kaçanlar meyhaneleri, kahveleri, stadyumları dolduruyor. — Bu kafayla gidersen askere, nah alırsın teskere! — Teskere bir ay sonra çantada keklik. Asıl işin zoru ondan sonrası. Bütün bunlar işin edebiyatı. Pratiği olmayan işin, edebiyatı karın doyurmaz. — O zaman kararlısın-. Ve evleneceksin! — İyi de– Savaş iki taraf arasında olur.

Odaya bir sessizlik çöktü. Cemal çayını yudumladı. Hüseyin babasının kucağından sıyrılıp ablalarının peşi sıra bahçeye fırladı. Kızlar, ondan önce çaylarını içip koşturmuşlardı. — Çayını tazeleyelim. ¦— İyi olur. Cemal, odayı sihri altına alan bu sessizliği yadırgamadı. Ne zaman evlenme konusu açılsa, meselenin edebiyatı şen-şak-rak geçer, pratiği sükûtla biterdi. Bekârlığın büyüsünü bozacak sihirli adımları atabilme konusunda insanlar fazla cesur değildiler. İşte yine öyle olmuştu. Herkes susuyordu. Böyle ciddi konulardan sonra sohbet edecek mevzu bulmak da zordu. Her tarafı; mânâsız, kaskatı, karanlık bir sükût doldurmuştu. Hatta ansızın bir kâbus gibi çöken sessizlik uzadıkça uzuyordu. Cemal, çayını karıştırdı.

Tekrar pencereden dışarıya baktı. Piyâle Camisinin kubbeleri gözlerini doldurdu. Ruhuna bir serinlik yayıldı. Minareler ufkun maviliğine işaret ediyor, insan ruhu asıl aradığını göklerin derinliğinde aramalı diyor, gibiydi. Gökyüzü berrak ve temiz. Caminin bahçesindeki sel-viler, kavaklar ve çiçekler insan yüreğine su serpen güzellikler. Gecekondular, küçük bahçeler, Piyâle caddesi, Kasımpaşa, Haliç-¦- Daha uzaklarda apartmanlar, cami kubbeleri ve minareler cenneti İstanbul-•• Hiçbir şebire, camilerin ruhaniyeti, minarelerin silüti bu kadar ruh vermiş ve onu süslemiş değildi. Dünyanın bütün güzel şehirleri, İstanbul’un güzelliğini kıskanmasın da ne yapsın?. — Hanım söyle istersen— Cemal sese döndü. Yengesinin yüzünde manâlı bir sessizlik vardı. Kerim’in siyah ve iri gözleri bir sırrı açığa vurur gibiydiler. — Sen savaşa hazırsan, ordu var. Cemal’in yüreğine maveradan sıcak duygular döküldü. Utangaç bir sesle: — Kim? Sesinin yankısından kendisi de ürktü. Zira bu sesi kendisi bile tanıyamıyordu.

— Bir hemşeri kızı. Tam sana göre Cemal Abi. Boyu boyuna, huyu huyuna. Babası imam. Dindar, güzel bir kız. — Nereden tanışıyorsunuz ? Cemal, bu sesi de tanımıyordu. Konuşması güçleşmişti. Ömründe ilk defa çok iyi bildiği bir konuyu yutkunarak konuşuyordu. — Selahattin abimin arabasıyla bazen pikniğe gidiyoruz. Sempatik, cana yakın bir kızcağız. — Cemal, bu bir talih kuşu. Kızı mutlaka gör. Ne zamandır sana söyleyelim diyorduk, fakat bir türlü denk gelmiyor. Bir de senin ne diyeceğini bilmiyoruz. Cemal, her kız böyle tanıtılır, diye düşündü.

«Güzel, sempatik, cana yakın, talih kuşu–» Çirkin, cehennem zebanisi gibi, dili bir karış, eline düşene Allah ecir versin, diyecek değiller ya. Hatay’da öğretmenlik yaparken de Selma’yı kendisine böyle tanıtmışlardı. Kızı gördüğü zaman ise Cemal hayal kırıklığına uğradı. Çalı gibi, bir deri bir kemik, zavallı bir kızcağız-¦¦ — Talih kuşu ise boş ver, benim başıma konmaz. — Canım sözün gelişi. Gerçekten kuş değil ya, kız. — Cemal Abi, sen kızı muhakkak gör, görmeden de hayır deme. Bu yaştan sonra bekârlık derbederlik. İnsan zamanında ev-bark edinmeli, yoksa-•• — Çayını tazeleyelim mi, dedi Kerim. — Varsa bir bardak daha içeyim. Kerim, iri ve şişman gövdesinden beklenmeyen bir çeviklikle oturduğu divandan kalktı ve ikinci defa çayı tazeledi. Cemal sandığı kadar çetin-ceviz çıkmamıştı. Hatta çetin bile değildi. Annesi, köyde kız beğendiremedik, bu oğlan evlenmeyecek, demişti. Bu kızı beğenirse pek âlâ ve çok da kolay evlenebilirdi.

«Bu yaştan sonra bekârlık derbederliktir.» cümlesi Ce-mal’in beyninde bir plâk gibi çalmaya başladı. Buna benzer yakınmalar da okumuştu. Evet, evet: «Bu akşam ilk olarak ağladım, Bekâr odamın penceresinde. Hani ev bark? Hani çoluk çocuk? Ne geçti elime bu hayatın , Meyhanesinde, kahvehanesinde? Yatağım her gece böyle soğuk. Saadet bu ömrün neresinde ?» Doğru: «Bu yaştan sonra bekârlık derbederlik.» Kerim, Cemal’in dalgın dalgın pencereden baktığını görünce ısrar etti: — Mutlaka kızı bir gör. —• Peki öyle olsun. Okulda, köyde, sokakta, şehirde binlerce kız gördük. Binbir olsun, görelim. Ne zaman olur bu iş? Odada yeniden sükûtun nabzı atmaya başladı. Masa saatinin tik-takları duvardan duvara yankılanıyor, odadaki televizyon boş gözlerle etrafa bakıyor, içerdekilerin neden sustuklarını bir türlü anlayamıyordu. — Cemal Abi, bu iş abimde biter. Sen Selahattin abimle bir konuş. Kızın babasıyla onun arası daha iyi.

— Bu pazar geçti. Haftaya cumartesi nöbetim var. Allah nasib ederse pazara Selahattin abiye uğrarım. Kerim gevrek gevrek güldü : — Allah’ın hikmetine bak hanım, bu iş oluyor gibi. — Dur bakalım bey, gelin ata binmiş, yâ kısmet demiş. — Bu sırada üç çocuk birden peşpeşe odaya doldu. Hüseyin babasının kucağına koştu. Zahide ile Rukiye birbirlerini kıskanarak Cemal’in kucağına atıldılar. Oda şenlenivermişti. Cemal, evin gülü çocuklar, diye düşündü. Çocukları bu kadar sevdiğini şimdiye kadar kendisi bile bilmiyordu. Bu sevgiye hayret etmekten kendini alamadı. Çocuklar da kendisini ne kadar çok sevmişlerdi!. * * * Cemal, kız görmeye giderken Yüzbaşı Selçuk’un erlere nasihatini düşünüyordu. Elinde hediyelik çikolata paketi, dalgın, düşünceli.

Yanında Selahattin Bey, ailesi ve çocukları… Yüzbaşı: — Teğmen bölüğü topla, demişti. Bir düdük ve bir komut: — Toplan! ‘1. Beş daikka içinde bölük hazırdı. — Bölük emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım! — Terhis olacaklar da hazır mı ? — Hazır komutanım ! — Geliyorum. Selçuk Yüzbaşı en çok konuşmayı severdi. Uzun uzun konuştu. Bu destan gibi uzun konuşmadan Cemal’in hatırında bir şarkı nakaratı gibi kalan cümleler şunlardı: «Arkadaşlar, bekârlar için söylüyorum. Memlekete döner dönmez hemen evlenmeye kalkışmayın. Uzun süre sivil görmediniz. Çirkin kızlar bile gözünüze Türkân Şoray gibi görünür. Altı ay, bir sene bekleyin. Sular durulsun.» Teğmen Cemal, acaba aynı yanlışlığı ben mi yapıyorum, diye. düşündü. «Yok canım dedi içinden bir ses.

Senin askerliğin kışladaki on iki saatten ibaret. Hem evlenmeye gitmiyorsun ya. Bir kız göreceksin o kadar. Binbirinci kızı görmüş olacaksın.» Çikolata seçerken Selahattin Bey kendisini uyarmıştı: — O kadar iyisini alma. Sonuç olumlu çıkarsa nişanda ne alacaksın? — Olumsuz olursa, çikolata ne olur? — İade. •— Evet derlerse-¦• 10 — Yerler. — Boş ver, en iyisi olsun. İade olursa ağız tadıyla bir çikolata yeriz. Olmazsa, ele gitmiyor ya. — Sen bilirsin. Dev bir apartmanın önünde durdular. Vakit akşam. Karanlık, köşe başlarını tutmuş. Elektrik lâmbaları kör kandiller gibi.

Cemal heyecanlandığını hissediyor. Her zaman caddeleri boğan ışık tufanına kızardı. Hatta sabahlara kadar yanan şahbaz vitrin ışıklarını tam bir israf örneği sayar, israf ekonomisinin sokakları işgal ettiğini söylerdi. Bu akşam ışıkların süzgün ve solgun benizli oluşlarına hayret etti. Daire kapısını çıkarken kalp atışları hızlandı. Yüreğinin sesini duyuyordu. Kendi kendine çıkıştı: «Ne bu halin aslanım, her gün orda burda bin kız görüyorsun, bugün binbir olacak. Ne var bunda?» — Ama bu ciddi. — Canım nikâh masasına oturmuyorsun ya, olur olur, olmaz olmaz. — İyi, ama nikâh masasına giden yol bu değil mi ?• Kapı açıldı. Orta yaşlı bir kadın : — Buyurun. Erkekler salona, hanımlar ayrı bir odaya misafir edildiler. ‘ Sakalları yer yer beyazlamış, orta boylu, ciddi çehreli bir adamla merhabalaştılar. Kızın babası. — Hoş geldiniz Selahattin Bey.

— Hoş bulduk. Nasılsınız, iyi misiniz? — Elhamdülillah… Siz de hoş geldiniz. — Sağolun efendim. Cemal, «sağolun» diyen seste bir tuhaflık buldu. Sanki kendi sesi değildi. «Aslanım neyin var? Karşındaki düpedüz bir adam. Ne kanunî, ne Fâtih. Yeniçeri zorbası değil ki endişe edesin. Ha-lim-selim, efendi bir adam.» 11 Bereket versin, İmam Efendi, Cemal’e başka bir şey sormadı. Zaten gerekli bilgiyi Selahattin Bey aktarmıştı. Bilinmeyen bir şey yoktu. Usule uygun olarak görüşülecekti, o kadar. Salonun duvarını boydan boya kaplayan kütüphane Ce-maPin dikkatini çekti. Cilt cilt kitaplar.

Arapça, Osmanlıca. Tefsirler, hadis kitapları, fıkıh, itikat, ibadetle ilgili eserler. Beri tarafta moda kitaplar. Kütüphaneli divan tıka-basa dolu. CemaPin de okuduğu oldukça aktüel eserler var : Minyeli Abdullah, israf Ekonomisi, Sarıklı Mücahitler, Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Aşere-i Mübeşşere– Kitaplar… Kitaplar…. Bu odada sadece kitapların saltanatı vardı.’. İmam Efendi dolu bir adam olmalıydı. Evinde eşyadan ço*k, kitapların hakimiyeti vardı. Salonu dolduran yekpare halı, zeytin yeşili koltuklar, tavanı süsleyen kristal avize; kitapların itibar ve saltanatı karşısında sadece yutkunuyorlardı. Onlara imrenmemek elde değildi. Odaya gelen önce onlara dikkat vegıbta ile bakıyordu. İmam, Cemal’den tam not almıştı. Mesleğinin ehli olan adamları severdi Cemal. Acaba kızı?.

Kitapları sever miydi? Cemal için bu sorunun cevabı çok önemliydi. Zira kendisi . hikâyeler çiziktiriyor, şiirler döktürüyor, gazete ve dergilerde makale ve fıkralar yayınlıyordu. Müstakbel eşinin, en azından kitap sever olması şarttı. Hatta Cemal, bir defasında sırf gazetenin birinde yazılarını gördüğü bir kıza talip olmuş, onu görmek için memleketin bir ucundan öteki ucuna seyahat etmiş ve görüşme sırasında sadece edebiyat konuşulmuştu. Kızın • babası mühendisti. Görüşmeden sonra : «Bu tam bir edebiyat sohbeti oldu ya, neyse.» diye takılmıştı. Araya askerlik girmişti. Cemal, nedense işin peşine pek düşmedi. «Çağır Karacaoğlan çağır, Taş düştüğü yerde ağır. Yiğit sevdiğinden soğur, Görülmeyi görülmeyi.» misâli, iş tavsayıp gitti. 12 Cemal kütüphanenin ihtişamına ve sonu gelmez hayal deryasına dalmışken kapıda bir kadın silueti belirdi. Elinde tepsi, zarif, incecik bir kız.

Başörtüsü, daha doğrusu eşarbı boğazının altına bağlanmış. Kırmızı bir bluz. Siyah etek. Kalın çoraplar, topuklu terlikler– Yüreği ağzına geliverdi CemaPin. Yarım saattir içinde kopan fırtınanın asıl sebebi işte karşısındaydı. Binbirinci kız. Ne çok heyecanlandırmıştı Cemal’i. Gelip CemaPin karşısında durdu. Hafif eğilerek kahveyi uzattı. Cemal, fincanı alırken bir an durakladı. Dikkatle kızı yeniden süzdü : «İnce ve güzel bir yüz. Elâ gözler. İki hilâl kaş. Hafif sivri bir çene. Yüz figürlerini ölçülüce tamamlayan ince bir burun.

» «Normal bir güzellik. Bunca yürek çırpıntısına değmez aslında.» «Yo yo yo! Yiğidi öldür hakkını yeme. Kız güzel.» «Ama güzel olmak yetmez ki–» «Peki nesi eksik şimdi şu kızın? Senin evlenmeye niyetin yok aslanım. Hep bu mıymıntılığın, kararsızlığın, nane-molla-lığm yüzünden-••» «Eksiği— eksiği– Tamam, buldum: Kilosu eksik.» «Peh peh peh!. Aynı naneyi Hatay’da iken de yemiştin. O öğretmen kız ne güzeldi. Kasabın önünden az geçmiş diye–» «Öyle değil!» «Peki ya ne?» «Şey— Tamam buldum işte. Dindar değildi.» «Amma da yaptın ha. Kızla o konuda birşey konuşmadın ki.» «Konuşmak mı lâzım? Saçını başına topuz yapmış, Fransız kıyafeti içinde bir Barbara. Beğensen ne olacaktı? Halbuki Peygamberimiz (sav) : «Bir kız yâ güzelliği, ya zenginliği, ya 13 soyluluğu, ya da dindarlığı için alınır.

Siz dindar olanı seçiniz.» buyurur. «Eh, tamam öyleyse–. Bu kız dindar.» «Ya tahsili. Yazdığım hikâye ve romanları okuyup düzel-tebilmeli.» «Bu konuyu yengesi de net bilmiyordu. Beyoğlu’nda bir yerlere gitti geldi, ama lise mi, başka bir yer mi, bilmiyorum, demişti.» «Sen de amma müşkül-pesentsin ha! Nasıl olsa çalışmasını istemiyorsun. Tahsili olsa ne olacak? Olmaması daha da iyi. Meselâ en yakın arkadaşın Aziz’i al. Kendisi doktor, hanımı öğretmen. Para çuvalla. Üstelik çocuklara da bakacak biri lâzım. Ayla Hanım öğretmenlikten vazgeçiyor mu? Yok efendim ekonomik özgürlüğü olacakmış.

Kadın, kocasının kulu-kölesi olmamalıymış. Hergün onca öğrenciye, müdüre, müdür yardımcısına lâf anlatıp kul-köle olduğunu düşünmüyor da, kocasına kul köle olmayı çok görüyor. Aziz de kendisinden kölelik istese bari— «Aslında bu bir moda. Avrupa modası. Oradan gelen en çirkin şeyler bile, burada güzel kabul ediliyor. Moda sakızı hep ağızlara hoş geliyor. Bir arkadaşı anlatmıştı Cemal’e: Avrupa’da kadın her yerde çalışır: Okulda, dükkânda, manavda, kasapta, bankada, hastahanede, takside, birahanede, meyhanede, gazinoda, genelevde, gece kulübünde–. Kadın çalışmak zorunda. Adamlarda merhamet yok ki. Namus, şeref, izzet, haysiyet sözlüklerinde yok adamların. Kadm en kötü yerlerde, en kötü adamlara hizmet etmek zorunda. O kadınlar sırf kocalarına hizmet etmek görevini yürütseler, kendilerini cennette sayarlar • — «Nice sene sonra Cemâl, Avrupa’ya gittiği zaman bunların aynı ile vaki olduğunu görecekti. Sabahlara kadar zevkinin peşinde koşturan erkeklere, hep kadınlar hizmet ediyordu. Ruleti onlar çeviriyor, kadehi onlar dolduruyor, taksiyi onlar sürüyor, sabahlara kadar eğlenenleri eğlendiriyorlardı. Bizdeki 14 nice Ayla Hanımlar, moda sakızının cilasına kurban gidiyordu-•• Hem bu meseleyi bizzat kızla konuşursun-••» «Dur be evlât! Sanki sana al kızı götür, diyen var!» Kızcağız çoktan kahveleri dağıtmış ve hızla savrulup gitmişti.

Selahattin Beyle İmam Efendi bambaşka bir iklimde yaşıyorlardı. Kartal’da ortak arsaları vardı. Eşdost epey varlardı. Bir kooperatif kurup inşaata girişseler… Ama Kartal nerde, Kasımpaşa nerde? Hergün kim gidip gelecek, işleri kim kontrol edecek? Bu zamanda babanın oğluna bile güvenemezsin. En iyisi arsayı satıp- ¦• Zarif, ince, eline çabuk ve güzel kız yeniden odaya doldu. Fincanları alacaktı. Önce Cemal’e yöneldi. Zira kapının hemen karşısında o vardı. Cemal yeniden fırtınaya tutuldu: «Yo, kapıya yakınlıktan değil.» «Ya neden?» «Göreceksin çikolatalar iade edilmeyecek.» «Falcı kesildin başıma.» «Fal-mal. Ne dersen de. Kızın gönlü bende kaldı.» «Öyleya, artist gibi yakışıklısın.

» «Dalganın tam sırası-» Ve gitti. «Ohhh!. Ne çok heyecanlanmışım meğer. Bu kadarı da fazla. Hatay’dayken öğretmen kıza gittiğimde••¦ Hiç mi hiç heyecanlanmamıştım. Ya da hatırlamıyorum. Ama böylesine büyük bir heyecanı yaşayan insan unutmaz ki—» «Ne oluyorsun aslanım? Bu binbirinci kız değil mi?» «Evet.» «Öyleyse— Aman!. Olsa ne olmasa ne? Değmez. Sen şimdi yarınki işleri düşün. Denetleme var. Toplar yağlanıp silinecek. Araçlar ve silahlar elden geçecek. Deponun altı üstüne gelmeli. Bölük astsubayının olmayışı ne fena.

Bölük komutanının izinde oluşuna ne demeli ? Hepsi bir yana, askerliğin bitmesine 15 çeyrek kala bölük komutanı da oldum. Sorumluluğu kadar zevki de var. Hele havası-¦¦» Binbaşı : «Bölük komutanları buraya gelsin.» dediği zaman öteki asteğmenlerin arasından sıyrılıp giderken fiyakandan geçilmiyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir