Andrey Bitov – Puşkin Evi

Romanın sonlarına doğru bir yerde, 7 Kasım günü sokaklara çıkmış kalabalıklara dikkat le, gözlerini kırpmadan bakan o temiz pencereyi, o buz tutmuş göksel bakışı tasvir etmeyi denedik … Ancak o zaman bu berraklık boşuna değilmiş, sanki özel uçaklar tarafından ihtiyaç duyulan bir şey değilmiş ve hatta yakında bedelini ödemek gerekeceği için boşuna değilmiş gibi geldi. Gerçekten de 8 Kasım 1 96 … sabahı bu tür önsezileri fazlasıyla doğruladı. Ölü şehrin üstü tertemizdi ve eski Petersbmg binalarının ağır dilleriyle biçimsizce titreşiyordu, sanki bu binalar şafakla birlikte ağaran d uru mürekkeplerle tasvir edilmişlerdi. Ve sabah bir zamanlar Petro’nun “kibirli komşuya nisbet olsun diye” göndermiş olduğu bu mektubu imzalarken, artık kimseye gönderilmeyen ve kimseyi bir şeyle tehdit etmeyen, bir şey talep etmeyen şehre rüzgar düştü. Sanki düzgün bir eğriden yuvarlanıp aniden hızlanarak rahatça yerle temas etmiş gibi düz ve tepeden düştü. Uçup gitmiş bir uçak gibi düştü … Sanki uçak şişti , patladı, dün uçarken bütün kuşları yutmuştu, diğer bütün bombardıman uçaklarıyla beslenmişti ve metale ve göğün rengine doymuş bir halde yere çarptı, yine burnunu düzeltip oturmaya çalışırken temas sırasında yerle bir oldu. Şehre uçak rengi düz bir rüzgar yayıldı. Çocukluktan kalma bir sözcük, “Gastello” – rüzgarın adı buydu. Şehrin caddesine, havaalanına iner gibi indi, çarpışma sırasında, Vasilyevski Adası kavşağında bir yerde sıçradı hatta, ve ıslak binaların arasında, bir önceki günün gösteri yürüyüşündeymiş gibi güçlü ve gürültüsüzce sürüklendi . Böylece insansızlığı ve ıssızlığı sınayıp gösteri meydanına geçti ve uçarken sığ ve geniş bir su birikintisine girerek önceki günün tribününün yapay duvarına çarptı ve çıkan sesten hoşnut olarak Devrim Geçidi’ne uçtu ve tekrar geniş ve yuvarlak bir şekilde havalanıp yukarılara, daha yukarılara doğru süzüldü … Eğer bu bir film olsaydı, Avrupa’nın en büyükle11 ri nden biri olan boş meydancia dün bir çocuğun kaybettiği “lastik li top” da onu takip ederdi ve iyice ısiana ısiana dağılırdı, hayatın ters yüzünü sergiler gibi parçalanırdı: hayatın talaştan ibaret gizli ve acıklı yapısını sergiler gibi … Ama rüzgar kendini topladı, yükseldi ve gösteriş yaparak şehrin tepesinde bir yerde yeniden şehre, kavşakta bir yere doğru döndü, yani bir Nesterov düğümü çizerek uçtu … Böyle ütüledi şehri, peşinden de su birikimilerinin üzerine şiddetli bir ani yağmur hücum etti – bütün o ünlü bulvarlara ve kıyılara, karşıdan gelen ters akıntılara ve üzerine serpilmiş köprülerle Neva’nın pörsümüş lapasına indi yağmur; sonra onun ölü tekne ve sandallarından birini alıp kıyı kıyı nasıl gezdirdiğini görüyoruz … Sal dağılmaya başlayan yığınlara çarptı, ıslak tahtaları parçaladı durdu; hemen karşısında da bizi ilgilendiren bina eskiden, küçük bir saray, bugünse bir bilim kurumu olan yer; o binanın üçüncü katında açık ve kırık bir pencere vardı, oradan kolayca uçup gi riyordu yağmur da rüzgar da … Büyük salona daldı rüzgar ve dört bir yana saçılmış elyazısı ve daktilo yazılada dolu sayfaları yerlerde sürükledi – birkaç sayfa pencerenin kıyısındaki su birikimisine düştü … Bu müze, sergi salonunun (duvarlara asılmış camlı fotoğrarlara ve metinlere ve üstleri açık duran kitaplada kaplı cam masalara bakılırsa öyle olmalıydı burası), toplam manzarası, anlaşılmaz bir yıkım tablosu halini aldı . Masalar olması gereken geometrilerinden, doğru yerlerinden çıkarılmıştı ve orada burada, rastgele duruyordu, hatta biri ayaklan yukanda ters dönmüştü, kırılan camı paramparçaydı; bir dolap yüzüstü yatıyordu, kapıları açıktı, yanında da, dağılmış sayfalann üzerinde, sol kolu cansız bir şekilde altına kıvnlmış bir adam yatıyordu. Bir ceset. Görünüşe göre otuz yaşlarındaydı, tabii buna “görünüş” denebilirse, çünkü görünüşü korkunçtu. Taşın altından çıkmış bir varl ık gibi bembeyazdı – beyaz ot gibi … karman çorman ak saçları ve şakaklan kan içindeydi, ağzının kıyısından köpük sızmıştı. Sağ elinde eski bir tabanca tutuyordu, artık sadece müzelerde görülebilen bir şey … bir diğer tabanca, iki namlulu, bir horozu indirilmiş, diğeri kaldırılmış bir tabanca da biraz uzakta, iki metre ötede duruyordu, bu arada ateş edilmiş olan namluya “Sever” marka bir sigara izmariti sıkıştınlmıştı.


12 Bu ölüm neden beni güldürüyor bilemiyorum … Ne yapmalı? Nereye bildirmeli? . Yeni bir rüzgar dalgası şiddetle çarptı pencereye, keskin bir cam parçası kopup pervaza saplandı, pervazın su birikintisine parçalar döküldü. Bunu yapan rüzgar kıyıya doğru uzaklaştı. Onun için ciddi, hatta dikkat çekici bir davranış değildi bu. Uzakta yelkenleri ve bayrakları titretmeye, nehir tramvaylarının, teknelerin, yüzen restoranların, bu kaygılı ve ölü sabahta kendi limanında sessizce soluklanan efsanevi kruvazörün yanında gidip gelen telaşlı romörklerin iskelelerini sallamaya koyuldu. Burada ilginç olaydan çok havadan bahsettik uzun uzun, çünkü olay daha sonra bizim birçok sayfamızı dolduracak; havaysa bizim için özellikle önemli ve anlatıda olay Leningrad’da geçtiği için bile olsa kendi rolünü oynuyor. … Rüzgar hırsız gibi uzaklara kaçtı ve pelerini dalgalandı. !ALTlNI BEN ÇiZDi M – A.B.I Biz bu hikayede, Puşkin Evi’nin kemaleri altında, kutsanmış müze geleneklerini izlemek, alışvaiş ve tekrarlardan kaygılanmamak, tam tersine, hatta her fırsatta onları kendi iç bağımlılığımızdan memnun olur gibi selamlamak niyetindeyiz. Çünkü o da, deyim yerindeyse, “anahtarda” ve burada bizim için tema ve malzeme olan o olaylarla, yani aslında, gerçeklikte kesinlikle var olmayan olaylarla bağlantılı olarak yorumlanabilir. Bu yüzden bizden önce yapılmış, bizim tarafımızdan yapılmamış olan paketi bile, kendi kendini yaralıyormuş gibi amacımıza hizmet ederek kullanmamız zorunlu. Böylece, modern kahramansızlığı, bugün konunun sırrına, çağdaş estetiğin dayandığı sırra karşılık gelen bu ele avuca gelmez esiri yaralıyoruz: konu parçalanıp dallara ayrılır ve daha da temel parçacık/ara inerken, onu daha da çok parçalama deneyleri yüzünden birdenbire ve tümden varolmayı keser: parçacık, dalga, kuantum – ilhi, diğeri, üçüncüsü, içlerinden hiçbiri, üçü hep birlihte … ve ninelere has sevimli sözcük, “esir” neredeyse bizden önce de böyle bir sırrın bilindiğini hatırlatır gibi çıhıp gelir, ama şu farkla ki himse ona dünyanın anlaşılır olmasını yeğleyenlerin boş hayretiyle yaslanmaz, basitçe bumda bir sır olduğunu bilir ve onu öyle habul eda.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir