Angel Karalicev – Obur Turnabalığı

Angel Karaliçev, Bulgar Çocuk Edebiyatı’nın masal ustası. En güzel masallarını halkın içinden çıkarmış. Bulgar toprağını ve onun yoksul, erdemli ve dirençli insanlarının yaşantısını ustalıkla gözlemiş. Ve masallar yaratmış… Yazdıkları, Bulgar devrimcilerine esin vermiş. 20. yüzyılın başlarındaki köy yaşamını gerçekçi bir dille anlatmış masallarında. Bize hiç de yabancı olmayan şeyler, anlattıkları. Kardeşlik, paylaşma, dayanışma, çalışkanlık, hayvan ve doğa sevgisi gibi değerleri yüceltmiş. Açgözlülük, bencillik, kendini beğenmişlik, tembellik gibi olumsuz davranışları da yermiş. Bu özellikler, zaman zaman hayvan karakterlerinde çıkıyor önümüze. Bu kitapta okuyacağınız on altı masalda bakalım siz neler bulacaksınız? 7 OBUR TURNABALIGI Nehrin Karadeniz’e aktığı yerde, iki söğüt ağacının arasından geçen bir patika var, Bu patika, gece bir kedi gözü gibi parlayan tek pencereli bir evceğize kadar uzanır. Evin avlusu, yabani otlarla doludur. Çitlerin üstüne de, balkabağı ve sukabaklarının dalları tırmanır. Günlerden bir gün balık tutmaktan dönen evin sahibi, balık ağını kuruması için çitlerin üstüne serdikten sonra oğlu Naunço’ya dönerek dedi ki: “Balık ağını çekmek İçin, suya eğilince, saatimi düşürdüm. Soyundum ve dokuz kez suya daldım, ama onu bulamadım.


Çok güzel bir saatti. Sesi, geceleri kulağıma bir kuş sesi gibi geliyordu. Onu satın alabilmek için iki sene boğazımdan keserek para biriktirmiştim. Kendi kendime diyordum ki, “Naunço büyüdüğü zaman, bu saati ona vereceğim.” “Üzme kendini, baba” diye onu avutmaya çalıştı küçük oğlu Naunço. 9 “Büyüdüğüm zaman saatçi olacağım ve o zaman senin de her cebinde bir saat olacak.” Balıkçı, o gün tutabildiği küçük ve çok para etmeyecek balıkları kovaya koydu. Sonra kovayı koluna takarak kentin yolunu tuttu. Naunço ise, beyaz patikadan aşağı inerek nehrin kıyısına gitti, mavi kumun üstünde dolaşmaya başladı. Hayvan kabuklarını ve sedefli midyeleri topladı. Epeyce topladıktan sonra, paçalarını sıvayarak suya girdi ve küçük balıkların sudaki hareketlerini izlemeye koyuldu. “Niçin ben de bir balıkçı olmuyorum?” diye düşündü. Babasının eski şapkasını eline alıp suya daldırdı ve içini suyla doldurdu. Çok geçmeden su süzülünce, şapkanın dibinde oynayan küçük balığı gördü. “Merhaba merhaba!” diye sevinçle bağırarak, yakaladığı balığı dikkatle incelemeye başladı.

‘Teşekkür ederim” dedi balık, bir sivrisinek sesinden daha ince bir sesle. “Şuna da bak, Bulgarca biliyor! Nerede öğrendin?” dedi Naunço şaşırarak. “Yazın büyük kumsalda öğrendim. Yuvanın çocukları her gün oynamak için oraya geliyorlardı. Ördekler gibi kumlarda yuvarlanıyorlardı. Midyelerin kabukları için birbirleriyle kavga ediyorlardı. Ben de onları dinleyerek öğrendim.” ıo “Çok iyi!’1 diye bağırdı Naunço. “Şimdiye kadar senin gibi bir balığı ne görmüştüm ne de yemiştim.” “Beni yemek mi istiyorsun? Niçin? Sen bir turnabalığı değilsin ki…” dedi küçük balık. “Doğru, ben bir turnabalığı değilim. Ama sen ‘R1 harfini iyi söyleyemediğin için seni yiyeceğim.” “Lütfen, beni bırak da gideyim! Gelecek sene çocuklar birinci sınıfa başlayacak ve ben de onlardan harfleri öğreneceğim. Kumda oynamaya gelen çocukların yuvada olmaları benim suçum değil ki…” Naunço düşündü ve birden babasının saatini anımsayarak canı sıkıldı. İçini çekti, “Niçin hüzünlendin?” diye sordu darı tanesine benzeyen gözleriyle küçük balık.

“Önemli bir şey değil. Babamın bu sabah nehre düşürdüğü saatini anımsadım. Çok güzel bir saatti.” “Dinle” dedi şapkanın içindeki balık, “Eğer beni bırakırsan, babanın saatini bulurum. Sana söz veriyorum. Bırak beni Naunço. Bir balık yerine bir saatin olur. Az şey mi bu?” “Peki, seni bırakıyorum. Kumsalda durup bekleyeceğim. Eğer bir saate kadar dönüp de saatin nerede olduğunu söylemezsen, sana ‘yalancı’ diyeceğim” dedi Naunço, ı ı “Ah küçük çocuk!” dedi balık. “Ben, bu nehirde yaşayan balıkların en onurlusuyum! Eğer İnanmıyorsan, balıkların adliyeslnden bir karar örneği getirebilirim. Hadi artık bırak beni, çünkü karada daha fazla yaşayamam!” Naunço, onu iki parmağının arasına alarak suya attı. “HooopL.” diye bağırdı küçük balık ve nehrin dingin sularına hızla dalıp gitti. Şimdi kumsalda tek başına bekleyen Naunço’yu bırakalım ve yosunlardan yeşillenmiş büyük bir taşın altındaki derin çukura bir göz atalım.

Orada ne oluyordu acaba? Midesi boş, uzun burunlu bir turnabalığı işte o çukurda uyuyordu. Obur mu oburdu. Turnabalığı uyanıp yuvasından çıktı. Altın yüzgeçli küçük balıklar, kendinizi koruyun! Çünkü turnabalığı sahile doğru yüzüyor. İlerde, kuru bir taşın üstünde vıraklayan ıslak bir kurbağa… Bizimki, kurbağayı gördü. “Orada ne yapıyorsun?” diye sordu turnabalığı. “Şarkı söylüyorum, ben suların radyosuyum” diye yanıtladı kurbağa, gururlu bir sesle.” 12 13 “Gel de benim midemde şarkı söyle” diye yavaş bir sesle söylendi turnabalığı ve birden ağzını açarak fırladı, kurbağayı yakalayarak yutuverdi. Turnabalığı, nehirde bir aşağı bir yukarı yüzüp duruyordu. Şarkı söyleyen bir bülbülün yuva yaptığı fındık ağacının altına geldi. Yuvanın içinde üç yavru huzursuzca cıvıldaşıyordu. Komşu bir dala konmuş olan anne onlara seslendi: “Gelin yavrularım, gelin! Korkmayın! Kanatlarınızı açın ve uçun.” Küçük kuşlar birbiri ardından ona doğru uçtular. Oracıkta ince bir dala kondukları İçin dal eğildi. “Çok iyi uçuyorsunuz” diye pohpohladı onları anneleri.

“Büyüdüğünüz zaman uçak kurslarına gitmeniz için uçuş kampına göndereceğim. Şimdi nehrin öte yanına geçeceğim. Nasıl uçtuğuma bakın ve arkamdan gelin.” Anne bülbül, arkasında yavrularıyla birlikte nehrin üstünde uçmaya başladı. Nehrin ortasına geldikleri zaman, turnabalığı en arkadaki yavruya seslendi: “Artık yeter! Dur!” Kuşcağız irkildi, yüreği sıkıştı. Kendini kaybedip fır fır döndü, sonra korkudan kanatlarının gücü tükenerek nehre düştü. Turnabalığı, onu hemen yuttu ve öbür ikisinin peşine düştü. Ama onlar nehri çoktan geçmişlerdi. 14 Zavallı bülbüller, ölen kardeşleri İçin öyle acı acı ötüyorlardı ki; su kıyısındaki taşlar ve dikenler bile ağlamaya başladılar. Yaşlı haydut turnabalığına gelince… O, derinliklerdeki deliğine doğru yüzerek kayboldu. Orada bir yengeci yakaladı, ama yengeç geri geri giderek kendini kurtardı. Obur turnabalığı da yiyecek bir şey bulmak umuduyla çevresine bakındı. Derinlerde midye gibi parlayan bir şey gördü. O şey parlıyor, aynı zamanda garip bir ses çıkarıyordu. “Bu, ne olabilir ki; yenilebilir mi acaba? Eğer canlı bir şeyse, onu yerim.

Bu, gerçekten canlı bir şey. Öyle olmasa ses çıkarmazdı” diye sonuçlar çıkaran turnabalığı, Naunço’nun babasının saatini yuttu. Saat, turnabalığının midesinde tik tak… tik tak sesleriyle çalıştı durdu. “Şimdi gümüşbalıklarını yemek için, beyaz kumlara doğru gideyim” diye karar veren turnabalığı, yola koyulur. Kumlara yaklaşınca ağzını açarak, kıyı boyunca oynaşan gümüşbalıklarına doğru yavaşça İlerler. Ama gümüşbalıkları, saatin tik taklarını uzaktan duydukları İçin turnabalığını hemen görür ve küçük birer ok gibi çeşitli yönlerde yitip giderler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir