Bir zamanlar… bir burun vardı. Toparlak, oldukça kısa, kimi zaman sümüklü, kimi zaman temiz, gün boyu içinde gezinen parmak nedeniyle inip kalkan, iki meraklı deliği olan bir burun. Biliyorsunuz işte, çevrenizde benzerlerini sık sık gördüğünüz, hava alıp veren, kokuları algılamaya çalışan burunlardan biri; Giacomo’nun burnu. Giacomo kim mi? Giacomo, milyonlarcası gibi bir çocuk; ne uzun ne kısa, ne şişman ne zayıf. Aslında şimdi düşünüyorum da, biraz tombuldu sanki. Giacomo, işte hem o burnu yüzünden, hem de leziz unlu gıdalarıyla ünlü “Altın Fırın’ın sahibi ve sabahın erken saatlerinde kamyonetiyle şehirde ekmek dağıtımı yapan babası, Fırıncı Bay DÜŞLER SİRKİ 11 Gino’nun işi nedeniyle böyle tombalaktı. Ekmek kamyonetinin iki yanında, yeni biçilmiş buğdayların altın sarısı renginde “GİNO GELDİ !!!” yazıyordu. Her sabah, dünya henüz uykudayken ya da yeni uyanmış esnerken (Dünyanın esneme sesini hiç duydunuz mu? Aynanın önündeki babalara, mutfaktaki annelere ya da aynanın karşısındaki annelerle mutfaktaki babalara ve, “Hadi, geç kalıyorsun,” diyen anne ya da babalara rağmen, yatakta oturmayı sürdüren çocukların esneme seslerini?), işte tam da o saatlerde Bay Gino işbaşında olurdu. Giacomo’nun burnu da tabii. Bir burun o saatlerde ne yapar? Koku alır. Giacomo’nun burnu çok az uyurdu. Hep hazırda beklerdi. Fırının çalışmaya başlamasıyla, erkenden uyanırdı. Sütlü ekmek… misss… normal ekmek… çavdar ekmeği… tarnbuğday ekmeği… susamlı ekmek… üzümlü ekmek… patatesli ekmek… tahıllı ekmek… ayçekirdekli ekmek… mayasız ekmek, yuvarlak ekmek, tava ekmeği, sandviç ekmeği, lavaş, baget, galeta… misss! Sağ işaretparmağı olacakları öngörüp işini çoktan bitirdiğinden, Giacomo’nun burnu o saatte tertemiz olur, havadaki kokuları keşfetmeye çalışır, izleri sürer, yakalar, tanımlar ve tadına varırdı. işte o zaman, ağzı sulanan Giacomo, yatağından fırlar, çıplak ayak mutfağa koşar; “Anne, kahvaltı hazır mı?” diye bağırırdı. 12 Angela Nanetti Masanın üstünde bir tabak dolusu mis kokulu ekmek onu bekliyor olurdu. Giacomo, burnu sayesinde, belki de yeryüzünde erken ve mutlu uyanan tek çocuktu. Onun için sıkıntılar, okula gitmek üzere evden çıktığında başlardı. Çünkü annesi, işlevini iyi yapabilmesi için, bir burnun, iyi çeken bir baca gibi, çok iyi temizlenmiş olması gerektiğini bir türlü anlamıyordu. “Parmağını burnundan çek!” “Mendilini kullan!” “Sümkür!” İyi de, aynı şey değil ki! Bir kere, mendil sert ve haşin, buruna karşı acımasız. Hem de küçük burun boklarının gizlendiği noktalara, en diplere, en yanlara kadar da ulaşamıyor. O zaman, o bokları çıkarıp inceleme, başparmakla işaretparmağı arasında özenle yuvarlayarak küçük topçuklar yapma, sonra da ortaparmağın desteğiyle bunları, bir okçu gibi hedefe fırlatma zevki nerede kalacak? Hayır, annesi anlamak istemiyor ve Giacomo’yu mendil kullanmaya ikna etmek için her yolu deniyordu. Bir keresinde parmağına acı biber sürmüştü. Giacomo, baca temizliğine giriştiğinde burnu alev alev yanmıştı. Hapşırıklar, gözyaşları, bağırmalar… Sonunda annesi neredeyse pes etmişti. Giacomo’nun parmağını iş üstünde gördüğünde, ya görmezlikten geliyor ya da yalnızca, “Çek elini!” demekle yetiniyordu. DÜŞLER SİRKİ 13 Okulsa başka bir sorundu; özellikle de, temizlik hastası fen öğretmeniyle başı dertteydi. Öğretmeninin ismi Uldericaydı. Giacomo’nun bu ismi öğrenmesi tam bir ayını almıştı. Öğretmeni, sınıfa her geldiğinde, derse başlamadan önce çantasından, içinde ne olduğu bilinmeyen gizemli bir küçük şişe ve bir mendil çıkarır; şişenin kapağını açar, mendilini şişenin ağzına dayar, şişeyi iki üç kez eğer, kapağını kapatır; ıslattığı mendille önce ellerini, sonra masasını, en sonunda da sandalyesinin arkalığını iyice silerdi. Her seferinde bu temizliği bir ayin özeniyle yapardı. “Çocuklar, bakteri ve virüslerden korunmak için, ellerimizi ve dokunduğumuz şeyleri dezenfekte etmeliyız! Bakteri ve virüs… Giacomo, o küçük şişeden dökülecek sıvının izini sürmeye hazır burnuyla beklerken, büyülenmiş gibi bakardı. Keskin, acımsı ama hoş kokuyu solurdu. Kokuyu beğenirdi. Biraz anneannesinin naneli şekerlerinin kokusunu, biraz da kavanoz açıldığında havaya yayılan soğan turşusu kokusunu hatırlatırdı. İşte, sorun o anda başlardı. Giacomo’nun burnu kokunun peşinde, Giacomo da burnunun peşinde kendini kaybederdi. Böylece ikisi birden, burun ve Giacomo, yani kokunun ardına düşen burunla hayallerinin ardındaki Giacomo, kaybolup giderlerdi. Bu durumda, fen bilgisi dersine de veda etmek kalıyordu! En kötüsü, kimse ona böyle bir görev vermemiş ya 14 Angela Nanetti da ondan böyle bir şey istememiş olmasına karşın, o parmağın -sağ elin o ünlü işaretparmağı- Giacomo’ nun dalgınlığını fırsat bilip buruna doğru uzandığında, burun deliğini bularak usulca işe koyulmasıydı. İşte öyle günlerin birinde, gök gürlemiş, yer yerinden oynamıştı: “Giacomo, o burnundaki de ne?” Daldığı rüyalardan uyanan Giacomo yerinden sıçramış, ağzına gelen yüreğiyle, yeryüzüne kazayla düşmüş bir uzaylı gibi şaşkın şaşkın çevresine bakınmıştı. “Parmağın Giacomo! Parmağın!” diye gürlemişti öğretmeni Ulderica. “Baca temizliği bitmedi mi daha? Çek o parmağını!” Giacomo’nun parmağı, utanç içinde diğer parmaklarının arasındaki yerini alırken, bütün sınıf kahkahalarla gülmüştü. Biri, “Parmağın Giacomo!” diye dalga geçmişti. Bir diğeri, “Baca temizliği!” demişti. Bir gün, sınıfın en şakacısı ona, “baca temizleyicisi” deyince, bütün sınıf gülmüş ve Giacomo’nun adı öyle kalmıştı.
Angela Nanetti – Düsler Sirki
PDF Kitap İndir |