Anne Frank – Anne Frank’in Hatira Defteri

12 Haziran, Cuma günü altıda uyandım. Eh! Doğum günümde de bilmem kaça kadar uyuyacak değilim a! O saatte kalkınama kızacaklarını bildiğim için, yediye çeyrek kalaya kadar yatakta oyalandım. Daha fazla dayanamadım sonra, kalkıp yemek odasına gittim. Moortje (kedi) beni öyle bir karşıladı ki!. Saat yediyi az geçe annemle babamın yanına gittim, sonra da yemek odasındaki armağanlarımı açıp bakmaya koyuldum, ilk gözüme çarpan “sen” oldun, en çok da seni beğendim. Masanın üstünde de bir demet gül, bir saksı çiçek, beş on dal da şakayık vardı, sonradan daha bir sürü çiçek geldi ya neyse! Annemle babam kucak kucak armağan verdi, arkadaşlarım da beni iyice şımarttı. Bir oyun takımı, kutu fotoğraf makinesi, sürüyle şekerleme, çikolata, bilmece kitabı, bir broş, Joseph Cohen’in yazdığı Hollanda’nın Efsaneleriyle Masalları adlı kitap, Daisy’nin Dağda Geçirdiği Tatil tatlı mı tatlı bir roman, cep harçlığı, daha neler neler. Param da var şimdi, Roma Yunan Efsaneleri kitabını da alının artık … Gel keyfim gel! Derken Lies seslendi, okula gittik. T eneffüste herkesiere bisküvi dağıttım, sonra derse girdik. Bugünlük burda keseyim. Hoşça kal! Seninle ne iyi arkadaş olacağız bak! Göreceksin. 3 Can Yücel 15 Haziran, 1 94 2 Pazartesi Pazar günü ikindileyin doğum günümü kutladık.


Rin Tin Tin’in bir filmi var Fener Bekçisi diye, onu gösterdik, arkadaşlar öyle eğlendiler ki … Çok hoş vakit geçirdik. Bir sürü oğlanla kız vardı. Annem ne zaman evleneceksin diye alay edip duruyor. Bilmiyor ki ben Peter Vessel ile evleneceğim. Söz açıldıydı daha önce, hiç renk vermeden Peter’i annemin kafasından siliverdim. Bir zaman Lies Goosens ile Sanne Houtman en yakın arkadaşımdı. Arada Yahudi ortaokulunda Jopie de Vaal ile tanıştım, Lies şimdi başka bir kızla sıkı fıkı, Sanne de başka okula gidiyor, orda bir sürü yeni arkadaş edindi. 20 Haziran, 1 942 Cumartesi Birkaç gündür, hatıra defteri tutma üzerine hele bir düşüneyim diye, bir şeycikler yazmadım. Benim gibi birinin, öyle bir işe kalkışması tuhaf kaçıyor da … İlk defa hatıra defteri tuttuğum için değil, on üç yaşında okullu bir kızın saçmalarına kimse aldırmaz diye. Hani ben de o kadar hevesli değilim. Olsun ama! Ne diye yazmayayım değil mi? Canım yazmak istiyor bir kere, sonra da, içimde gömülü kalan bir sürü şeyi gün ışığına çıkarmak en büyük arzum. Hani “Kağıt insandan sabırlıdır” diye bir söz var, o geldi aklıma geçen gün. Elim şakağırnda oturuyordum. Sokağa mı çıkayım, evde mi oturayım, karar veremiyordum bir türlü. Öyle sıkkındı ki canım … Ne diyordum? 4 Anne Frank’m Hatıra Defteri Ha, kağıdın insanlardan sabırlı olduğunu … Onun için, bu mukavva cildi, üstüne kocaman “Hatıra defteri” yazılmış defteri kimseye gösterecek değilim. Günün birinde çok candan bir arkadaşım olursa -kız, oğlan, orasını bilmem- o zaman işte ona gösteririm. Zaten hatıra defteri tutmanın sebebi de hep bu. Candan bir dostum yok.

Daha açıkça söyleyeyim; kim benim yaşımda bir kızın, kendini dünyada yalnız hissettiğine inanır ki. Üstelik böyle bir şey duyduğum da yok. Canım gibi sevdiğim annem var, babam var, on altı yaşında bir abiarn var; tanıdıklardan dost yerine geçecek en az otuz kişi var. Sürüyle de erkek arkadaşım … Hepsi yanıma sokulmak için can atıyor. Sınıfta bile aynadan beni dikiz etmeye çalışıyorlar. Akrabalarım var. Amcalarım, halalarım … Hepsi de iyi insanlar. Evim de var. Uzun sözün kısası, hiçbir eksiğim yok. Bütün arkadaşlarım da böyle. Gülüp söylemekten başka bir şey yaptığımız yok. Şöyle dişe dokunur bir laf edilmiyor ki … Birbirimize yakınlaşamıyoruz bir türlü. Belki de güvenemiyorum kimseye de ondan. Sebebi ne olursa olsun durum bu. Bir çare de bulamıyorum.

İşte o zaman iş hatıra defterine düşüyor. Ne zamandır, beklediğim arkadaşın hayalini gözümün önüne getirmek için, ağzı şöyle, burnu böyle diye laf edemiyorum. Bütün dileğim bu hatıra defteri benim dostum olsun. Adını da Kitty koydum. Damdan düşer gibi, Kitty’ye mektup yazmaya başlarsam kimse ne dediğimi anlamayacak. iyisi mi önce kısaca hayatımı anlatayım. Babam, annemi aldığı zaman otuz altı yaşındaymış; annem de yirmi beşinde. Kız kardeşim Margot, Frankfurt on Main’ de, 1926 yılında doğmuş. Yahudi olduğumuz için 1933’de Hollanda’ya göçtük. Babam Travies 5 Can Yücel N. V. şirketine işletme müdürü atandı. Bu firma gene aynı binada bulunan, babamın da hissedar olduğu Kolen ve Co firmalarıyla birlikte iş görüyor. Ailenin geri kalan üyelerine gelince, Hitler’in Yahudilere karşı çıkarttığı yasaların sillesinden kurtulamadılar. Bu yüzden hep kaygı içinde yaşadık.

Dayılanın (Yahudi kırgınından) sonra 1938’de Amerika’ya kapağı attılar. Ninem de bize geldi, yetmiş üç yaşında. 1940 Mayıs’ından sonra iyi günlere veda ettik. Önce harp. Yenilgi. Sonra Almanlar sökün etti. Derken biz Yahu dilere bilinmedik çileterin kapısı açıldı. Yahudilere karşı ardı ardına yasalar geldi: Yahudiler sarı yıldız ta ka cak! Yahuditer bisikletlerini teslim edecek! Yahudiler trene binemez! Otomobil süremez! Yahudiler üçle beş arası alışveriş edemez! Yahudiler, sadece “Yahudi dükkanı” yaftası taşıyan dükkaniara girebilecek! Yahudiler sekizden sonra sokağa çıkmayacak! Bu saatten sonra bahçelerinde bile duramayacakları, Yahudiler tiyatroya, sinemaya, eğlence yerlerine giremez! Yahudiler maçiara katılamaz! Havuzlar, kortlar, hokey alanları Yahudilere yasak! Yahudiler Hıristiyanları ziyaret edemez! Yahudiler ancakYahudi o kullarına gidebilirler! Daha böyle bir sürü yasak … Neye dokunsan yasak! Ne yapsan yasak! Gene de yaşayıp gidiyorduk. Jopie derdi ki bana: “Ödüm kopuyor kımıldamaya, yasak bir şey yapacağım diye.” Özgürlük diye bir şey kalmamıştı. Gene de yaşadığımıza şükrediyorduk. Ninem 1942’de öldü. Onu ne kadar sevdiğimi kimseler bilmez; hala aklımdan çıkmıyor. 1934’te Montossori Çocuk Yuvası’na gitmeye başladım, 6B sınıfına kadar orda okudum

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle