Anonim – Binbir Gece Masallari – Cilt 4

Genç Aziz, yakışıklı emir Tac-ül-Mülûk’un öyküsünü anlatmayı şöyle sürdürür: Bil ki, ey genç efendim, babam büyük tacirlerden biriydi, ve benden başka oğlu yoktu. Ama babası ölmüş olduğu için, babamın evinde benimle birlikte yetiştirilmiş bir kız yeğenim vardı. Ölmeden önce amcam; babam ile annemden büyüdüğümüz zaman bizi evlendirmeleri için söz almıştı. Bundan dolayı bizi her zaman birlikte olalım diye serbest bırakırlardı, ve biz böylece birbirimize bağlanmışƨk; geceleyin de bizi birbirimizden ayırmaksızın aynı yatakta yaƨrırlardı. Bunun sonucunda ortaya çıkabilecek uygunsuz durumlardan hiç kuşkulanmıyorduk; ancak yeğenim bu gibi durumları benden çok daha iyi biliyordu. Onun beni kollarıyla nasıl kucakladığını ve arkası bana dönük uyurken kalçalarıyla beni nasıl sardığını düşünerek bunu sonradan anlamıştım. Beklenen yaşa ulaşƨğımızda, babam anneme “Arƨk bu yıl, daha fazla beklemeden, oğlumuz Aziz’i yeğeni Azize ile evlendirmemiz gerek!” dedi. Ve sözleşme düzenleme gününü aralarında kararlaşƨrıp düğün için hazırlıklara başladılar; ve de yakınlarını ve dostlarını “Bu cuma, namazdan sonra, Aziz ile Azize’nin evlenme sözleşmelerini düzenleyeceğiz” diyerek çağırdılar. Annem de kendi bakımından, tanıdığı tüm kadınlar ile tüm yakınlarına gidip konuyu anlaƴ. Çağrılıları gereğince karşılamak için, evdeki diğer kadınlarla birlikte, kabul salonunu baştan aşağı yıkadı, döşemedeki mermerleri parlattı, yerlere halılar serip duvarları büyük sandıklarda saklanan güzel kumaşlar ve kaneva işleriyle süslediler. Babama gelince, o da büyük bir istekle tatlıcılara ve şekercilere ısmarlamalar yapƨ ve içki tepsilerinin hazırlanması için gerekli buyrukları verdi. Sonunda, annem çağrılıların gelmesi için saptanan saaƩen önce, yıkanmam için beni hamama yolladı; ardıma da banyodan sonra giyeyim diye ayırdığı yeni bir giysiyi taşıyan bir köle taktı. Hamama gidip yıkandıktan sonra, söz konusu gösterişli urbayı giydim. Bu giysi kokulara bulanmışƨ ve öylesine koku saçıyordu ki, gelip geçenler havaya yayılan kokuyu burunlarına çekmek için caddede duraklıyorlardı. Böylece o mübarek cuma gününde düğünden önce namaz kılmak üzere camiye doğru yol aldım; tam o sırada düğüne çağırmayı unuƩuğum bir dostum aklıma geldi.


Gidip onu bulmak ve gecikmeden geriye dönmek için çabucak yürümeye koyuldum; bu yüzden yolumu şaşırarak kendimi hiç bilmediğim dar bir sokakta buldum. Sıcak hamamdan yeni çıkƨğım ve sırƨmdaki kumaşı kalınca olan yeni urba dolayısıyla ter içinde kaldığımdan bu gölgeli, serin sokakta bir duvar önünde yer alan bir kanepeye biraz oturarak soluklanmak istedim; ama oturmadan önce cebimden alƨn işlemeli bir mendil çıkararak alƨma serdim. Bir yandan da alnımdan kopan ter yüzüme doğru akıyordu, sıcak yoğundu, ve mendilim alƨma serili olduğuna göre terimi silecek üzerimde başka mendil de yoktu; buna canım sıkıldı, sıkılınca da terlemem de arƴ. Sonunda, bu cansıkıcı şaşkınlıktan kurtulmak için, yeni urbamın ucunu kaldırarak yanaklarımdan akmakta olan iri ter damlalarını onunla kurulamak isterken, ansızın önüme, sanki bir rüzgâr esinƟsiyle gelmiş olan, ipekli kumaştan beyaz bir mendilin düştüğünü gördüm; onun sadece belirmesi bile ruhumu serinletmiş, kokusu ferahlık vermişƟ. Çabucak onu kavradım ve nereden geldiğini anlamak için başımı çevirip yukarıya bakƨm; ve gözlerim, ey efendim, bana vereceği dörtköşe kumaşa ilk gazeli işleyecek olan genç hanımın gözleriyle karşılaştı. Ve onu… Anlatısının burasında, Şehrazat, sabahın yaklaştığını görerek yavaşça susmuş. Fakat Yüz On Üçüncü Gece Olunca Demiş ki: Ve onu, üst kaƨn bronz penceresinden eğilmiş bana gülerken gördüm. Doğrusu, dilim çok yetersiz kalacağından, onun özelliğini anlatmaya kalkışmayacağım. Sadece şunu bil ki, benim kendisine dikkatle bakƨğımı gören genç kız, bana şu işaretleri yapƨ: İlkin işaret parmağını dudaklarına basƨrdı; sonra orta parmağını indirip sol elinin işaret parmağıyla birleşƟrdi; sonra da onları iki memesinin arasına götürdü. Bunu yapƨktan sonra, başını çekti, pencereyi kapatarak gözden kayboldu. Tüm tutkunluğum ve şaşkınlığımla, birdenbire arzuyla tutuştuğumu duyumsadım ve ruhumu yücelten o görüntüyü yeniden yakalamak umuduyla gözlerimi pencereden alamadım; pencere ısrarla kapalı kaldı. Ve düğün sözleşmesini ve evleneceğim kızı unutarak orada, o kanepenin üstünde, gün baƨncaya kadar umudumu yiƟrmeden bekledim. Ancak o zaman bekleyişimin nafile olduğunu anladım. Bunun üzerine kalkƨm; yüreğim kederli, evime doğru yollandım. Yolda, sadece kokusunun bile beni yoğun zevklere boğan ve beni cenneƩe olduğuma inandıran söz konusu mendili açarak köşelerinden birinde harfleri birbirine giren güzel bir yazıyla şu şiirin yazılı olduğunu gördüm: Bu ince ve karmaşık yazı aracılığıyla gönlümün tutkusunu ona duyurmak için dert yanmaya çalıştım.

Çünkü her yazı, onu tasarlayan ruhun kendi damgasını taşır. Ama dostum, bana ”Senin yazın neden böyle, benim bakışlarımı incitecek kadar ince ve dolambaçlı?” dedi. Ona ”Ben kendim, sıkınƨlı ve azap içindeyim! Sen aşkın gösterdiği yolu anlayamayacak kadar saf mısın yoksa? ” diye yanıt verdim. Ve mendilin öteki köşesinde de, düzgün iri harflerle şu dizeler yazılı idi: Ambere bağlanmış inciler ve kıskanç yapraklar alƨnda utanarak pembeleşen elmalar, dişlerinin ve ayva tüyleri altındaki yanağının aydınlığını ancak anlatabilirler. Ve eğer sen ölümü arıyorsan, onu, sayısız kurbanlar verdirmiş olan siyah gözlerinin ağır bakışında bulacaksın. Ama aradığın sarhoşluksa, sakinin dağıƴğı şarabı bir yana bırak! Asıl sakinin kızaran yanağıyla sarhoş ol! Ve şayet onun tazeliğini tanımak isƟyorsan, mersinler onu sana verecekler ve kırılganlığını dalların kırılganlığında bulacaksın! Tam o sırada, ey efendim, şaşkın şaşkın yürürken, yine de sonunda, ortalık kararınca eve ulaşmış olduğumu anladım. Ve amcamın kızını, gözyaşlarına boğulmuş olarak otururken buldum; ama, beni görünce, hemen gözyaşlarını sildi ve yanıma gelerek soyunmama yardım eƫ; ve tatlı bir sesle gecikmemin nedenlerini sordu ve bana, tüm çağrılıların, emirlerin, büyük tacirlerin ve diğerlerinin ve de kadı ve şahitlerin uzun süre gelmemi beklediklerini, ama kimsenin gelmediğini görerek doyuncaya kadar yiyip içƟkten sonra çıkıp giƫklerini söyledi. Sonra da “Babana gelince, bu durum onu büyük bir hiddete sürükledi ve evlenmemizin gelecek yıla kadar geri bırakılacağına yemin eƫ! Ama sen ey amcamın oğlu, söyle bana, neden böyle davrandın?” diye ekledi. Bunun üzerine ona “Şunlar, şunlar başıma geldi” dedim. Ve ona serüveni tüm ayrınƨlarıyla anlaƴm. Bunun üzerine, kendisine uzaƴğım mendili eline aldı ve üzerinde yazılı olanları okuyunca, pek çok gözyaşı döktü. Sonra da bana “Seninle hiç konuşmadı mı bu kız?” dedi. Kendisine “Sadece işaretler yapƨ; bense bunlardan bir şey anlamadım. Senin beni aydınlatmanı isterdim” diye yanıt verdim. Ve söz konusu işaretleri ona tekrarladım.

Bana “Ey benim sevgili yeğenim, benden gözlerimi isteseydin, senin uğruna onları yerinden söker çıkarırdım! Bundan dolayı, bil ki, ruhunu rahatlatmak için, tüm varlığımla sana hizmeƩe bulunmaya ve senin zihnini kurcalayan ve kuşkusuz sana tutulmuş bulunan bu kadın ile buluşmanı kolaylaşƨrmaya hazırım. Çünkü biz kadınlar için hiçbir gizi bulunmayan bu işaretler, onun seni tutkuyla arzuladığını ve iki gün içinde seninle buluşmak istediğini ortaya koyuyor: iki memesi arasına götürdüğü parmaklar, iki sayısını sapƨyor; dudaklarına basƨrdığı parmak ise, senin, bedenine yaşam sağlayan ruhuna denk olduğunu gösteriyor. Bu yüzden sana olan aşkım dolayısıyla, ne türden olursa olsun, hizmeƟnde bulunacağıma güven! İkinizi de kanatlarım alƨna alarak koruyacağım!” dedi. Bunun üzerine ona, bağlılığından ve bana umut veren güzel sözlerinden ötürü teşekkür eƫm ve buluşma saaƟni beklemek üzere iki gün evde kaldım. Çok hüzünlüydüm; ve başımı, beni yüreklendirmeyi ve yüreğimi pekişƟrmeyi hiç bırakmayan yeğenimin dizlerine koydum. Ve buJuşma saati yaklaşınca, yeğenim giyinmeme yardım etti ve ellerime kokular sürdü… Anlatısının burasında, Şehrazat, sabahın belirdiğini görmüş ve yavaşça susmuş. Ama Yüz On Dördüncü Gece Olunca Demiş ki: Güzel Aziz, öyküsünü, genç emir Tac-ül-Mülûk’a anlatmayı şöyle sürdürmüş: Ve ellerime kokular sürdü ve giysilerimi aselbentle tütsüledi; beni sevgiyle kucaklayarak bana “Ey benim sevgili yeğenim, işte huzura ulaşacağın saat geldi. CesareƟni topla ve bana yaƨşmış ve doygun olarak geri dön! İşte ben sana, ruhsal barış diliyorum ve sen mutlu olmadıkça mutlanmayacağımı söylüyorum. Ama serüvenini anlatmak üzere bana çabucak geri dön! İkimiz için daha nice güzel ve kutsanmış geceler olacak!” dedi. Bunun üzerine çarpan yüreğimi yaƨşƨrmaya ve heyecanımı basƨrmaya çalışƨm, ve yeğenimden izin alarak evden çıkƨm. O gölgeli sokağa ulaşınca, heyecanın doruğuna ulaşarak söz konusu kanepeye gidip oturdum. Ve de oturur oturmaz pencerenin açıldığını gördüm, ve hemen başımın döndüğünü duyumsadım. Ama kendimi toparladım ve pencereye doğru bakƨm, ve genç kızın belirdiğini gördüm. Bu tapınılası yüzü görünce sarsıldım ve Ɵtreyerek kendimi kanepenin üzerine bırakƨm. Genç kız, gözlerinde belirli bir parlaklıkla bana bakmayı sürdürdü; elinde de göze batar şekilde bir ayna ile al bir mendil tutuyordu.

Ama birdenbire, hiçbir söz söylemeden, giysisinin yenlerini kaldırdı ve omuzlarına kadar kollarını açƨ; sonra elini açarak beş parmağını aralayıp göğüslerine dokundu; sonra aynayı ve al mendili tutarak ellerini pencereden dışarıya uzaƴ; ve kaldırıp indirerek mendili üç kez salladı; sonra mendiliyle burma ve katlama hareketleri yapƨ; ve başını bana doğru eğerek uzun uzadıya bakƨ ve canlı bir hareketle geri çekilerek pencereyi kapayıp gözden kayboldu. Hepsi bu kadar! Hem de tek bir söz bile söylemeden! Aksine! Beni öyle tahmin edilemez bir şaşkınlık içinde bırakƨ ki, orada kalayım mı, gideyim bilmiyordum; ve kuşku içinde, saatlerce o pencereye bakarak geceyarısına kadar orada kaldım. O zaman, tedirgin bir halde eve döndüm; gözleri ağlamaktan kızarmış, keder ve boyun eğmenin damgası yüzüne vurulmuş zavallı yeğenimi, beni beklerken buldum. Ve de kudreƟm tükenmiş olarak, acınacak bir halde, yere düştüm. Ve yeğenim, hemen yanıma koşarak beni kollarına alıp gözlerimi öptü; giysisinin yenleriyle gözyaşlarımı sildi ve ruhumu yaƨşƨrmak için bana, çiçek suyuyla hafifçe kokulandırılmış bir bardak şurup içirdi; sonra sakin bir edayla bütün bu gecikmemin ve kederli halimin nedenlerini sordu. O zaman ben, hüzünlü yorgunluğumla kırgın olduğum halde, o bilinmeyen hoş kadının hareketlerini tekrarlayarak ona her şeyi anlaƴm. Ve yeğenim Azize bana “Ey canım Azizim! Bu işaretlerden, özellikle beş parmak ile aynadan çıkan anlam bence şudur ki genç kız, beş gün içinde sokağın köşesindeki dükkâna bir haber bırakacak!” dedi. Bunu duyunca “Ey kalbimin kızı, acaba sözlerin gerçek midir? Ama, ben de sokağın köşesinde bir dükkânın bulunduğunu fark eƫm. Gerçekten bir Yahudi esnaf var orada!” diye haykırdım. Ve arƨk anılarımın çalkanƨsına daha fazla dayanamayarak, beni teselli etmek için tatlı sözler ve çok hoş okşamalarla destekleyen yeğenim Azize’nin bağrında göz-yaşlarıyla hıçkırmaya başladım; o da bana “Düşün ki, ey Aziz, aslında âşıklar yıllar yılı beklemenin acısını duyarlar, yine de dayanma güçlerini yiƟrmezler; sense, yürek işkencelerini tadalı bir haŌa geçmediği halde, görülmedik bir heyecana ve üzüntüye kapƨrdın kendini! Biraz yüreğini bütün tut, ey amcamın oğlu! Ve kalk biraz bir şeyler ye ve sana sunduğum şu şaraptan iç!” dedi. Ama ben, ey genç efendim, ne bir lokma ekmek yiyebildim ne de bir yudum şarap içebildim; ve de tüm uykumu yiƟrdim; yüzüm sapsarı oldu ve mutlu çizgilerini yiƟrdi. Çünkü, ilk kez tutkunun sıcaklığını duyuyor ve aşkın acı ve tatlı yanlarını tadıyordum. Böylece, bekleyişimin sürdüğü beş gün içinde, son derece zayıfladım ve benim yüzümden üzüntüye kapılan yeğenim, bir an bile yanımdan uzaklaşmadı ve gece gündüz dizimin dibinden ayrılmadan bana âşıkların öykülerini anlaƴ; ve uyuyacağı yerde, bana göz kulak oldu; haƩa onu bazen kaçamak gözyaşlarını çabucak silerken yakaladım. Sonunda, bu beş gün biƟnce, beni ayağa kalkmaya zorladı ve su ısıƨp beni evin hamamına soktu; sonra da giyinmeme yardım ederek bana “Koş çabuk buluşma yerine git! Allah seni beklenƟlerine kavuştursun ve merhemiyle ruhunu iyileşƟrsin!” dedi. Bunun üzerine, çabucak evden çıkƨm ve Yahudi esnafin dükkânına koştum.

O gün cumartesiydi; ve ne yazık ki, Yahudi dükkânını açmamışƨ. Her şeye karşın, dükkânın kapısının önüne oturdum; ve akşam güneş batarken müezzinin sesi minareden duyulasıya kadar orada bekledim. Hiçbir sonuç alamadan gecenin ilerlemekte olduğunu görünce eve dönmeye karar verdim. Ve arƨk ne dediğini ve yapƨğını bilmeyen sarhoş bir adam gibi oraya ulaşƨm. Ve zavallı yeğenim Azize’yi orada, odada, ayakta, yüzü duvara dönmüş ve bir kolunu bir mobilyaya dayamış, bir elini de yüreğinin üzerine basƨrarak dururken ve üzgün bir edayla bahtsız aşklar üzerine şikâyetçi dizeler okurken gördüm. Ama benim varlığımın farkına varır varmaz, yeninin ucuyla gözlerini silip önüme geldi, acısını benden gizlemek için gülümsemeye çalışarak, “Ey sevgili yeğenim, Tanrı mutluluğunu daim kılsın! Geceleyin boş sokaklardan böylesine yalnız başına geri döneceğine, niçin gecenin geri kalan kısmını da sevdiğin genç kızla geçirmedin?” dedi. O zaman ben, sabırsızlıkla ve bir an için yeğenimin benimle alay eƫğini düşünerek onu sertçe ve kaba bir tarzda iƫm, kanepenin üzerine düştü, başı kanepenin kenanna çarpƨ ve alnında derin bir yara açıldı ve bol bol kan akƨ. Bunun üzerine benim zavallı yeğenim, benim kabalığımla üzülecek yerde, tek bir başkaldırı sözü etmeden, sakince kalkƨ ve bir parça kav tutuşturarak yarasını temizledi ve mendiliyle alnını sardı; mermerlere bulaşmış kanı sildi, sonra da hiçbir şey olmamış gibi sakin bir gülümsemeyle yanıma geldi ve bana olanca tatlılığıyla dedi ki… Anlaƨsının burasında, Şehrazat, sabahın belirdiğini görmüş; izin almış olmasına karşın yavaşça susmuş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir