Anton Çehov – Bütün Öyküler 1 (1880-1884)

Karımla evin salonuna girdik. İçerisi küf kokuyordu. Işığı yaktığımız zaman tam yüz yıldır aydınlık yüzü görmemiş irili-ufaklı binlerce sıçan dört bir yana kaçıştı. Arkamızdan kapıyı kapatmamızla birlikte bir rüzgar savruldu, köşelerde yığılı kâğıtlardan hışır hışır sesler geldi. Işığın aydınlattığı bu kağıtlar arasında eski günlerden kalma bir sürü mektup, resim çarptı gözümüze. Rutubetten çillenen duvarlarda atalarımın portreleri asılıydı. Dedelerim beni gururla, sert bakışlarıyla süzerlerken; —Sana temiz bir sopa çekmeli, azizim! der gibiydiler. Yürüdükçe adımlarımız tüm evde gümbür gümbür ötüyordu. Şöyle bir öksürecek oldum; dedelerimin, ninelerimin sert yanıtları yankılandı her yandan. Rüzgâr durmadan uğulduyor, inliyordu. Şöminenin bacasından ağlayan birinin umutsuz hıçkırıkları duyuluyordu kesik kesik. Dışarının karanlığından donuklaşan pencere camlarına çarpan iri yağmur damlalarının tıpırtısı hüzün veriyordu insanın içine. Anlamlı anlamlı iç çekerek karıma baktım. —Ah, atalarım, atalarım! diye söylendim. Yazar olsaydım şu portrelere bakarak uzun bir roman yazardım.


Öyle ya, ihtiyarcıkların hepsi de bir zamanlar gençtiler ve her birinin bir gönül serüveni vardı… Hem de ne serüven! Örneğin ninemin ninesi şu yaşlı kadına bir bak. Bu ucube, çirkin kadının son derece ilginç bir öyküsü vardır. Şu köşede asılı duran aynayı görüyor musun? Böyle diyerek büyük ninemin resminin yanındaki, tunçtan çerçevesi kararmış aynayı gösterdim. —Bu aynanın sihirli bir gücü varmış, o yüzden ninemin başına gelmedik olay kalmamış. Kadıncağız bu ayna için etek dolusu para ödemiş, ölünceye değin yanından ayırmamış. Gece demez, gündüz demez. hep aynasına bakar, uyurken yatağına alır, yemek yerken bile gözünü ondan alamazmış. Hatta öldüğünde onu yanına koymalarını söylemiş, ama tabuta sığdıramadıkları için vasiyetini yerine getirememişler. —Gençliğinde hoppa bir kadın mıymış senin büyük ninen? diye sordu karım. —Orasını bilemem. Ama öyle de olsa bundan daha güzel aynaları yok muydu sanki? Neden başka bir aynayı değil de bunu seviyordu? Hayır, sevgilim, bunda korkunç bir giz saklı olmalı, başka bir neden göremiyorum. Anlattıklarına bakılırsa aynada bir iblis gizliymiş, büyük ninem de sözde o iblise tutkunmuş. Bana kalırsa bunların hepsi saçma, gene de tunç çerçeveli aynanın gizemli bir güç taşıdığı kesin. Aynanın tozunu silkerek baktım, bakar bakmaz da kahkahayı bastım. Boğuk bir yankı odalardan kahkahama yanıt verdi.

Eğri bir aynaydı bu, suratımı dört bir yana çarpıtmıştı. Burnum sol yanağımın üzerine kaymış, çenem ikiye ayrılarak çatallaşmıştı. —Ninemin ne tuhaf tutkuları varmış! dedim. Karım çekine çekine aynaya yaklaştı, baktı ve bakar bakmaz ürkütücü bir şey oldu: Yüzü sarardı, tüm bedeni titremeye başladı, o sırada korkunç bir çığlık attı. Derken, elindeki şamdan yere düştü, içindeki mum yuvarlanarak söndü, çevremizi zifiri bir karanlık sardı. Karanlıkta bir gümbürtü duydum, karım bayılıp yere düşmüş olmalıydı. Rüzgar acı acı uludu, sıçanlar kaçıştılar, kağıtlar hışır hışır etti. Bu sırada panjurlardan birinin menteşesinden koparak paldır küldür aşağı yuvarlanması bir oldu. Pencereden ay gözüktü, tüylerim diken diken oldu. Karımı kaptığım gibi kucağıma aldım, atalarımın evinden dışarı çıkardım. Ancak ertesi gün, akşam üzeri gözlerini açabildi. Kendine gelir gelmez; —Ayna! Aynayı getirin! dedi. Aynam nerede? Ondan sonra bir hafta ne yedi, ne içti, ne de geceleri gözlerine uyku girdi. Hep aynayı getirmemi istiyor, ağlıyor, saçlarını yoluyor, kendini yerden yere çalıyordu. Sonunda eve çağırdığımız doktor karımın zayıflıktan öleceğini, durumunun ciddi olduğunu söyleyince içimdeki korkuyu yenerek, geceleyin aşağı indim; büyük ninemin aynasını getirdim.

Karım aynayı görünce sevincinden bir kahkaha attı, sonra onu kucağına aldı, öptü, gözlerini ayırmaksızın baktı baktı… O günden beri aradan tam on yıl geçti; karım hep aynaya bakıyor, gözlerini bir an olsun ondan ayıramıyor. Mutluluktan pembeleşen yüzüne yayılan sevinç ve heyecanla; —Gerçekten bu ben miyim? diye soruyor. Evet, benim ya! İnsanlar yalan söylüyorlar, kocam yalan söylüyor, doğruyu söyleyen yalnızca bu ayna! Yüzümün güzelliğini görüp kendimi böyle tanısaydım kocam olacak şu adama varır mıydım? O, bana uygun bir koca değil. En yakışıklı, en soylu şövalyeler tırnağıma kurban olsunlar! Bir gün karımın arkasında dururken gözlerim istemeden aynaya kaydı ve o anda korkunç gizi keşfettim. Aynada gördüğüm, o güne değin eşine rastlamadığım, göz kamaştırıcı güzellikte bir kadındı. Bu, doğanın bir harikası; güzellik, incelik, kadın yumuşaklığının gerçek simgesiydi, işin aslını kavrayamadım bir an. Ne olmuş, nasıl olmuştu da benim çirkin, ucube karım aynada birden güzelleşivermişti? Olayın açıklaması kolaydı. Eğik ayna karımın biçimsiz yüzünü çarpıtırken dört bir yana kayan uyumsuz çizgiler bir rastlantı sonucu yepyeni, güzel bir biçim almışlardı. Kısacası, iki eksinin birleşmesinden bir artı çıkıyordu. Şimdi karımla ben, ikimiz de aynanın karşısına oturup, gözümüzü bir an ondan ayırmaksızın bakıyoruz: Benim burnum sol yanağımın üstüne kaykılıyor. çenem ikiye ayrılarak çatallaşıyor; karımın yüzü ise insanı deli edecek denli güzelleştiği için, ona baktıkça kendimden geçecek gibi oluyorum. Ben; —Kah-kah-kah! diye çılgın bir çığlık atıyorum. Karım ise yavaş bir sesle; —Ah, ben ne kadar güzelim! diye fısıldıyor. SEVİNÇ Saat gecenin 12’siydi. Mitya Kuldarov heyecandan saçları dimdik, hışımla eve girdi, o hızla odadan odaya dolaşmaya başladı.

Annesi ile babası yatmak üzereydiler. Kız kardeşi yatağa uzanmış. elindeki romanın son sayfasını okumaktaydı. Liseye giden iki erkek kardeşi ise çoktan uyumuşlardı. Annesi ile babası; —Bu saatte nereden geliyorsun? Ne bu telaş? diye sordular. —Ah, hiç sormayın! Böylesini hiç beklemiyordum! Yok, yok, hiç beklemiyordum! Bu… bu akıl alacak şey değil! Mitya bir kahkaha attı, mutluluktan ayakta duracak gücü kalmadığı için oracıkta bir koltuğa çöktü. —Bu olacak şey değil! Düşünebiliyor musunuz? Bakın işte! Kız kardeşi karyoladan atladı, omzuna yorganını alarak ağabeyine yaklaştı. Liseli kardeşleri uyandılar. —Ne oldu? Benzin kül gibi. —Sevinçten, anneciğim! Daha ne olsun! Beni şimdi bütün Rusya tanıyor. Önceleri yeryüzünde 10. dereceden evrak memuru Dimitri Kuldarov adında birinin yaşadığını yalnız siz biliyordunuz. Oysa şimdi bütün Rusya’nın haberi var. Ah, anneciğim!. Nasıl bir şey bu.

Tanrım!. Mitya ayağa fırladı, odada şöyle bir dolandıktan sonra gelip aynı yere oturdu. —Ne oldu, canım, doğru-dürüst anlatsana! —Vallahi, tıpkı ilkel insanlar gibi yaşıyorsunuz? Ne basından haberiniz var, ne gazete okuyorsunuz. Oysa gazetelerde öyle olağanüstü şeyler yazılıyor ki! Basın aracılığıyla olaylar hızla duyuluyor, gizli-kapaklı bir şey kalmıyor yeryüzünde. Ah, ne kadar mutluyum. Tanrım! Biliyor musunuz, gazetelerde yalnız önemli kişiler hakkında yazı yazarlar. Şimdi de tutmuşlar,beni yazmışlar! —Ne diyorsun, hani nerede? Babası sarardı, annesi aziz tasvirlerine dönerek istavroz çıkardı. Liseli kardeşleri don-gömlek ayağa fırlayıp ağabeylerinin yanına koştular. —Evet, işte böyle! Beni de yazdılar! Şimdi Rusya’da tanınan biriyim. Anneciğim, bu gazeteyi iyi saklayın! Ara sıra açar, okuruz. Bakın, işte burada! Mitya cebinden bir gazete çıkardı, babasına uzattı, mavi kalemle çerçevelenmiş bir yeri işaret ederek; —Şurayı okuyun! dedi Babası gözlüğünü taktı. —Hadi, okusanıza! Annesi tasvirlere dönüp bir daha istavroz çıkardı, babası öksürerek boğazını temizledikten sonra okumaya başladı: «Aralık ayının 29’unda, saat 11’e doğru evrak memuru Dimitri Kuldarov… » —Gördünüz mü? Gördünüz mü? Sonra?. «…evrak memuru Dimitri Kuldarov. Malıy Bronnıy sokağında bulunan, Kozıhin’in meyhanesinden sarhoş bir halde…» —Semyon Petroviç’le birlikteydim… Olay tüm ayrıntılarına dek anlatılmış. Devam edin! Herkes iyi dinlesin! Sonra? «…sarhoş bir halde çıkarken ayağı kayarak düşmüş, orada duran, Yuhnovski ilçesi, Durikin köyünden kızak sürücüsü İvan Drotov’un atının ayakları arasına yuvarlanmıştır.

Bundan ürken at, Kuldarov’u tepeleyip geçmiş, daha sonra Moskovalı II. dereceden tüccar Stepan Lukov’un bindiği kızağı yukarıda adı geçen kişinin üzerinden sürükleyerek sokakta dört nala koşmaya başlamıştır. At ancak kapıcılar tarafından durdurulabilmiştir. Önceleri baygın halde bulunan Kuldarov karakola götürülerek orada doktor muayenesinden geçirilmiştir. Ensesine yediği darbenin…» —Kızağın okuna çarpmışım, babacığım… Sonra? Sonunu da okusanıza! «Ensesine yediği darbenin hafif olduğu belirtiliyor. Durum bir tutanakla saptanmış, kaza geçiren kişiye gerekli sağlık yardımında bulunulmuştur…» —Evde birkaç kez enseme pansuman yapmamı söylediler. Okudunuz ya! İşte böyle! Haber şimdi tüm Rusya’ya yayıldı. Gazeteyi verin! Mitya gazeteyi kaptığı gibi cebine soktu. —Şimdi bir de Makarovlara göstereyim. İvanitskiler de duymalı. Natalya İvanovna’ya, Anisim Vasilyeviç’e de gösteririm. Hadi, ben gidiyorum. Hoşça kalın! Mitya resmi kasketini giydi, ün kazanmış birinin sevinciyle sokağa fırladı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir