Aret Vartanyan – Siyah Gozyasi

Annemle babam bile benden nefret ediyor sanki… Bana hiç saygı duymadılar, beni anlamaya hiç çalışmadılar. Sadece kendi doğrularını doğrum yapmaya çalıştılar. Daha on yedi yaşındayım… Buna rağmen yaşıtlarımın, çevremdekilerin, en başta da annemle babamın çok ötesindeyim. Onların dünyasının çok uzağında… Ben müdür olmak istemiyorum, memur da, öğretmen de, doktor da… Ben dünyayı başka bir yoldan, bana uygun olanından değiştirmek istiyorum, ki değiştiriyorum. İnsanların ikiyüzlülüğünü, oynadıkları oyunu biliyorum ve artık oyunlarını bozuyorum. Her gün daha fazlasının oyunu sanal dünyada bozuluyor, benim dünyamda. Annemin de babamın da sürekli şikâyet ettiği, onların deyimiyle “öküz gibi bütün gün trene baktığım” ekranların önünde ben dünyayı değiştiriyorum. İstersem babamın dünyasını da değiştirebilirim. Anneme karşı sadakatsizliğinin bütün yazışmaları, mesajları elimde… Şifrelerini kırmam hiç de zor olmadı. Doğum günü tarihini şifresi yapabilecek kadar acemi bir zekâ ve teknoloji yoksunu… Üç yıl önce Dark Web’e ve bilgisayar korsanlarının dünyasına girdiğimde dünyam değişmeye başlamıştı… En basit şekilde anlatmaya çalışayım. Burada yer alan içerikler, herkesin kullandığı arama motorları tarafından listelenemiyor, takibi yapılamıyor. İnsanların tüm hayatının birkaç tuşla izlenebildiği, ele geçirilebildiği sanal dünyanın içinde gözden uzak olmak, izlenmemek, tam anlamıyla özgür olmak… Aslında birçok illegal işe yataklık eden Dark Web, bir şekilde benim de içinde bulunduğum insanlar için sistemi düzeltecek alanı yaratıyordu. Kötülük ile iyiliğin dansında olduğu gibi… Ne her şey tam olarak kötü, ne de iyi… Belki de sadece kötülere alan açmak için kurulan bir sistem, iyiliğin çalışması için de fırsat sunuyor. Belki de kötülük, iyilik tarafından kullanılıyor ve kötülük bunun farkında değil. Her geçen gün beni kendine benzetmeye çalışan dünyaya karşı güçleniyorum.


Hayatımın kontrolünü elimden alan ailemin, okulun, çevrenin, medyanın dünyasında kontrolü ele alabildiğim tek pencereden görünmeyeni görünür kılıyorum. Dünyayı tek başıma, bir ömürde değiştiremeyeceğimi, tanıklık edemeyeceğimi ama değişimin bir parçası olacağımı biliyorum. *** Her şey ilk bilgisayarımın alınmasıyla başladı. Sadece büyük ağlar üzerinden milyonlarca kişiyle oynanan oyunları oynamaya başladığımda ilk kez kontrolün bende olduğunu hissediyordum. İstediğim karakterleri seçiyor, onları istediğim gibi donatıyor, onların hayatlarını ben yönlendiriyordum. Kalan zamanımda, bilgisayarımın olmadığı günlerde teoride çözmeye başladığım sanal dünyanın varoluşuna giden kapıları zorlamaya başladım. Oyundan artakalan zamanda yazılımla uğraşıyor, eğitimler alıyor, yeni dünyanın dilini anlamaya çalışıyordum. Stratejik birkaç adımla okulumdaki bilgisayar kulübünün yöneticisi ve rehber öğretmenimin, ailemi, benim tek işe yarar özelliğimin bilgisayar üzerindeki yeteneğim olduğuna ikna etmesini sağladım. Bu her ne kadar ailemin önyargılarını kırmasa da en azından eğitimler almam, online eğitimlere katılmam için babamdan daha fazla para almamı, yani kaynak bulmamı sağladı. En büyük destek ise, benim yaptığımı yapanların, yapmaya çalışanların forum sayfalarında, kapalı gruplardaki paylaşımlarından geliyordu. Oyunlarda kazandığım sanal paraları, yarattığım karakterleri, bulduğum şifreleri, karakterlere güç kazandıran araç gereçleri başka oyunculara satarak babamın bana sağladığından daha büyük bir kaynağa ulaşmaya başladım. Daha fazla kazanabilmek için oyuncuların sahip olduğu karakter ve araç gereçlere sahip olma arzum beni bugüne getiren kapıyı açtı. Her geçen gün daha fazla oyuncunun kişisel bilgisayarlarına, sosyal medya hesaplarına, e-postalarına girmek bambaşka bir güç hissiydi. Öyle bir his ki, her geçen gün daha fazlasını isteten. Ardından öğretmenlerin bilgisayarları, okulun sistemleri, ünlü insanların hesapları, siber güvenlik sistemi zayıf kurumlar, şirketler… Notlarımdaki hızlı yükseliş dikkat çekiciydi ama aslında ders çalışmak yerine sadece soruları çalıyordum.

Her geçen gün yaptığım şeyin bana nasıl bir güç kazandırdığını iliklerime dek hissetmeye başlamıştım. Zaman geçirme alışkanlıklarına, yaşam amaçlarına, sohbetlerine katlanamadığım insanlarla dolu sokakta onlardan çok daha güvenle yürüyordum. Kızlara karşı bir ilgim yoktu, erkeklere de… Onlarla okul yüzünden aynı ortamları paylaşmak zorunda kalmak dayanılmazdı. Erkekler bir kızın göğüslerine dokunabilmenin ya da ileride ehliyet sahibi olduklarında binecekleri arabaların markalarının hayaliyle yetiniyor, kızlarsa daha güzel görünebilmenin formülleri, evlilik hayalleri ve aşk meşkle dünyalarını doldurmaya çalışıyorlardı. Annelerinin ve babalarının onlara dayattığı dünya onlara yetiyordu. Tıpkı Horus gibi. Benim onların dünyalarından hiçbir beklentim yoktu. Sokağın, medyanın, siyasetçilerin ve diğerlerinin hayatlarımıza dayattıkları dayanılır gibi değildi. En tepeden başlıyor, en aşağıya, üç kişilik aileme kadar iniyordu kokuşmuş zihniyetin kalıpları… Horus’u birkaç ay önce annem odama getirdi. Küçük bir fanusun içinde ömrünü doldurmaya çalışan bir Japon balığı. Sadece yemini yiyor, sıçıyor, bazen kabız oluyor ki o zaman da annem cımbızla bağırsaklarını boşaltıyor… Olduğu yerde öylece dönüp duruyor. Solungaçlarının hızlı hızlı inip kalkışı, babamın fazla yemek yedikten sonra televizyon karşısındaki haline benziyor. İkisi de fanusta. Horus’la tek iletişimimiz günde iki kez suyuna yem atarken geçirdiğimiz zaman. Eşiği geçmiştim artık, duramayacaktım.

Hayaller kuruyordum, dünyayı değiştirecek, insanları özgür bırakacaktım. Gündüz canımı sıkan olayların cevaplarını gece veriyordum. Beni kale almayan, yok sayan insanların dünyalarına girip gerçek yüzlerini görmeyi merak ediyordum. Ahlak timsalini oynayanların ahlaksızlıklarını, dürüstlüğe en çok ihtiyaç duyanların ikiyüzlülüklerini… Kazandığım yeteneklerimi benim ya da birilerinin canlarını yakanların üzerinde kullanıyordum. Ardından sahte hesaplar açarak çaldıklarımı, ortaya çıkardıklarımı paylaşmaya başladım. Bu kısım çok heyecanlı ve daha riskliydi artık. Çünkü hesaplar dikkat çekiyor, hemen ilgi odağı oluyordu. Onları gizlemek, benim yaptıklarımın bana yapılmasını önlemek için daha dikkatli olmam gerekiyordu. Bu doğrultuda sistemlerimi, yazılımlarımı güçlendirmek artık daha fazla zamanımı almaya başlamıştı. Bir tür uyuşturucu bağımlılığı gibi, yapabileceklerimin sınırı genişledikçe daha da fazlasını, daha da zorunu istiyordum. Zamanla anladığım şey şu ki, güvenlik şirketlerine, sosyal medya devlerine ve kamuya erişim arttıkça, yapabileceklerinin gücü de katbekat artıyor. Mobese kayıtlarından şehrin sokaklarına, odaklanmak istediğin adreslere, evlere kamera sistemi kuran şirketlerin sisteminden istediğin her haneye, denetim, depolama şirketlerine, kısacası hizmet verdikleri her mekâna… Neredeyse sınırsız bir erişim gücü. Hedefler zorlaştıkça, zayıflığım açığa çıkıyordu. Birkaç bankanın sistemine sızma girişimlerim başarısızlıkla sonuçlanırken en azından kimisinde bazı duvarları aşmış olmam bile doğru yolda olduğumu hissettiriyordu. Deşifre ettiğim olaylar arttıkça birilerinin dikkatini çekebildim.

Thot diye ünlü bir bilgisayar korsanı grubu beni özel bir sohbet odasına davet etti, bir süre orada yazışıp, veri alışverişi yaptıktan sonra da bana bir yönlendirici atadılar. Bu şu anlama geliyor. Uluslararası siber savaşlarda yer alan birisi neredeyse bir yıldır beni eğitiyor, benimle çalışıyor. Thot global olarak benim asıl sahip olduğum güce zaten sahipti. Öyle bir hale gelmişlerdi ki savunma sistemlerinden ilaç endüstrisine, hükümetlerden uluslararası şirketlere sızmışlar, savaşa başlamışlardı. Saldırıya uğrayanlar da kaçınılmaz olarak savunma sistemlerini güçlendirmek için amansız bir yenilenme ve gelişim süreci yaşıyorlardı. Birçok ülke Thot’u terör örgütü ilan ederken, açıkları deşifre olan büyük sistem yeni dünyada başka bir savaşın başladığının farkına varmıştı. Bazı bilgisayar korsanları iki taraf için de çalışıyor. Aynen fiziki dünyada olduğu gibi. İlaç üretebilmek için virüs gerekiyor. Virüs yoksa ilaç da yok. Korsanlar, casus yazılımlar yoksa anti-virüs programları, güvenlik sistemleri de yok. Thot’un dikkatini çekmem ve sonrasında Hermes’le çalışmaya başlamam dönüşü olmayan bir yolun başlangıcıydı. Thot, bir tür mentörlük sistemini hayata geçirmişti. Işık gördüklerini yetiştirerek gücünü artırmak için sanal dünyayı izliyordu.

Hermes, inanılmaz bir algoritma kullanıyordu. Önüme koyduğu veriler, raporlar, sistemlere girmem için verdiği şifreler… Tek başıma ulaşmam şu an için imkânsız olan anahtarlar… Sanki sanal dünyanın da bir üst katmanı vardı. Tanrı’nın katına en yakın olanlar onlardı. Cennetin arşıâlâdan önceki son katı tamamen onlarındı. Onların dili farklıydı, bildikleri ve paylaştıkları da… Ben ve benim gibiler orta seviyelerde bir yerlerde duruyorduk. Bir kez daha gerçek dünyayla benzeşiyordu sanal dünya… Sokakta yürüyen insanlar yazılımın gelecek versiyonlarından habersizdi. Bir şeyler yapmaya çalışıyor, hayata tutunmak için çabalıyorlardı ama onların üzerinde siyasetçiler, siyasetin de üzerinde başka güçler vardı. Bu gibi benzeşmelerde, sanal dünyanın fiziksel dünyanın izdüşümünden başka bir şey olmadığını düşünüyordum. İnsanlar önce sınırları çizdiler, sonra da o sınırlar için savaşmaya devam ettiler. Sanal dünyada da siber ordular, siber teröristler, iyiler kötüler, hâkimler yönlendirenler… Sanal dünyadaki savaş çok daha farklı, çok daha zor ama bir o kadar heyecanlı. Bu dünyanın coğrafi sınırları, bayrakları, kimlikleri yok. Fiziksel dünya, sanal dünyanın gerçekten sadece bir izdüşüm olmasını istiyor. Belki de bu yüzden sanal para birimleri, günlük hayatı olduğu gibi sanal dünyaya taşıyan uygulamalar, rekabet, ödüller, cezalar var… Mülkiyet, daha fazla takipçi, daha fazla beğeni, takipçilerin istediklerini vererek daha fazla beğeni, daha fazla takipçi, daha fazla güç, daha fazla beğeni… Sonu veya başlangıcı belli değil… Hegelyen bir fasit daire bu ve gittikçe kartezyen bir sarmala dönüşüyor. Artık para ceplerde taşınmıyor, insanların serveti dijital ekranlardaki birkaç rakamdan ibaret… Hermes’in benden istedikleri genelde beni sadece uygulamacı olarak tutuyor. Verileri sağlıyor ve ne yapmam gerektiğini söylüyor.

Bazen başka korsanlarla işbirliği yapmamı istiyor. Yapbozun parçalarını dağıtıyor, sonra buldurtuyor. Birinin maillerinin belirlenen zamanda belirlenen kişi tarafından okunmasından tutun da uçak bileti ya da restoran rezervasyonu değişikliklerine kadar… Seçtiği insanlar farkında olmadan bizim istediğimiz zamanda bizim istediğimiz yerlerde oluyor, başkalarıyla tanışıyor, bir şeylere yetişiyor, bir şeyleri kaçıyor, terfi ediyor, işini kaybediyor, bir şeylerin farkına varıyor. Eğer biz bunları yapabiliyorsak ajanslar, istihbarat birimleri, terör örgütleri neler yapıyorlardır kim bilir. Sanal dünyada kesinlikle kader yok, tesadüf yok, söylenenin aksine çok daha fazla kontrol var. Yine de doğası gereği, sanal dünya fiziksel dünya gibi teslim olmayacak. Ben, Hermes, Thot, Dark Web ve milyonlarca fiziksel dünyanın çirkinliklerini sanal dünyaya taşımak istemeyen, bir o kadar da sanal dünyayı fiziksel dünyaya benzetmek isteyen insan. Aramızdaki en büyük fark, onlar fiziksel dünyadan sanal dünyayı kirleteceklerine, biz ise, sanal dünyadan fiziksel dünyayı değiştirebileceğimize, iyileştirebileceğimize inanıyoruz. *** Yedi yıldır doktor doktor dolaşmamıza sebep olan migren ağrıları yine başlıyor… Birkaç dakika sonra başımı bir mengenenin arasına sıkıştırıyorlarmış gibi hissedeceğim. Önce kafamın arkasında şiddetli bir ağrı başlayacak ve yavaş yavaş alnıma doğru ilerleyecek. Dünyayı üçüncü bir gözden izlemeye başlayacak, atağın şiddetine göre göre belki kusacak, belki kendimi yatakta hapsedilmiş hissedeceğim. Işıkları kapatıp perdeleri çekerek saldırıya hazırlanmalıyım. Bir keresinde Hermes’le yazışırken migren atağım başladığında bu hastalığın dâhi hastalığı olduğunu söylemişti. Van Gogh, Nietzsche, Darwin, Freud, Napoléon… Belki de dünyaya uyum sağlayamayanların hastalığıydı bu meret…

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir