Aristoteles – İkinci Çözümlemeler

Her anlıksal öğretim ve öğrenim önceden bulunan bilgiden yola çıkar. Teklere bakıldığında bu açık: matematiksel bilimler ve öteki sanatların her biri bu yolla elde edilir. Gerek tasımla gerek tümevarımla yapılan uslamlamalarda da bu böyle; bunların her ikisi de önbilgilerle öğretim yapar: birinciler kabul edilen öncülleri alır; berikiler tekilin açık olmasıyla tümeli gösterir. Retorik uslamlamaların ikna etme tarzı da aynı: ya bir çeşit tümevarım olan örnek vermeyi ya da bir çeşit tasım olan eksik önermeli tasımı kullanırlar. Zorunlu önbilginin iki tarzı var: kimi kez olamn olduğunu önceden kabul etmek zorunlu, kimi kez dile getirilenin ne demek olduğunu bilmek gerekli, kimi kez de her ikisi birden. Sözgelişi ‘her şeyin ya evetlenmesi ya da değillenmesi doğru’ olamn olduğunu kabul etmeyi, ‘üçgen’ şu belirli nesneyi imlediğini bilmeyi gerektirir; ‘birim’, ‘birlik’ ise her ikisini: hem ne imlediğini bilmeyi hem de var olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Nitekim bizim için bunlardan her biri benzer tarzda açık olmaz. Kimi durumda zaten önceden bilinenler bilinebilir, kimi durumda ise aynı anda bir bilgi edinilebilir: sözgelişi bilgisi taşman tümelin kapsamındaki var olanların bilgisi. Nitekim her üçgenin açı toplamının iki dik açıya eşit olduğu önceden biliniyordu; ne ki yarım çember içindeki şu betinin bir üçgen olduğu tümevarım yapıldığı anda anlaşıldı. (Kimi nesnelerde öğrenme böyle olur: En son ulaşılan ve bir taşıyıcıya yüklenmeyen tek tekler bu tarzda öğrenilir: son terim orta terim aracılığıyla bilin­ 10 İkinci Çözümlemeler mez.) Tümevarmadan veya bir sonuç çıkarmadan önce, herhalde bir tarzda bilindiğini, ama bir tarzda da bilinmediğini söylemek gerekiyor. Nitekim şu üçgenin var olup olmadığım saltık anlamda bilmeyen birisi, iç açılar toplamının iki dik açıya eşit olduğunu saltık anlamda nasıl bilebilir? Bunu bildiği, ne ki saltık olarak değil de genel anlamda bildiği açık. Bu ayrım yapılmazsa, ‘Menon’daki şu güçlük ortaya çıkar: ya hiçbir şey öğrenilemez ya da zaten bilinen şeyler öğrenilir. Öyleyse şunu çözmeye çalışan kimseler gibi konuşmamak gerekir: “her ikili çift midir, değil midir, bunu biliyor musun?” Bu durumda evet yanıtı verildiğinde, konuşmacının var olduğuna inanmadığı, dolayısıyla çift olduğuna da inanamayacağı belli bir ikili ekliyorlar. Bu kimseler bunu, her ikilinin çift olduğunu bildiklerini söylemediklerini, ama ikili olduğunu bildiklerinin çift olduğunu da bildiklerini söyleyerek çözmeye çalışırlar.


Ne ki tanıtladıklarını ve kabul ettiklerini bilirler, kabul ettikleri ise öyle olduğunu bildikleri her üçgen veya her sayıya ilişkin değil, saltık anlamda her sayı ve her üçgene ilişkin; çünkü hiçbir öncül ‘öyle olduğunu bildiğin sayı’ veya ‘öyle olduğunu bildiğin doğrusal beti’ biçiminde alınmaz, hepsine ilişkin alınır. Yine de (sanırım) öğrenilenin bir anlamda biliniyor olmasına ve bir anlamda biliniyor olmamasma bir engel yok; çünkü öğrenilenin bir anlamda biliniyor olması saçma değil, öğrenildiği anlamda ve biçimde biliniyor olması saçma. II. O nesnenin nedeni olduğu için, her bir nesnenin bağlı olduğu nedeni bildiğimizi düşündüğümüzde ve o nesnenin başkaca olamayacağım bildiğimizi düşündüğümüzde, her bir nesneyi sofistik bir tarzda, ilineksel bir anlamda değil de saltık anlamda bildiğimizi düşünürüz. Öyleyse bilmek böyle bir şey, bu açık. Bilenler ile bilmeyenlere gelince, berikiler bu durumda olduklarına inanırlar, bilenler ise gerçekten bu durumda. Dolayısıyla saltık anlamda bilgi nesnesi olan bir şeyin başkaca olması olanaksız. Bilmenin başka bir tarzı varsa da bunu daha sonra ele alacağız; ama biz ‘tanıtlama aracılığıyla bilmek’ten de söz ediyoruz. Tanıtlama’ dediğim, bilgi veren bir tasım; ‘bilgi veren’ dediğimse, ona göre bilgiyi edinmemizi sağlayan tasım. İmdi ‘bil- Birinci Kitap 11 mek’ belirttiğim gibiyse, tanıtlamak bilginin şöyle öncüllerden çıkması zorunlu: doğru, ilk, doğrudan, sonuçtan daha iyi bilinen, daha önce gelen ve sonucun nedeni olanlar; çünkü böylece ilkeler de tanıtlanana uygun olacak. Bu böyle olmadan da tasım olabilecek, ama bu bir tanıtlama olmayacaktır: nitekim bilgi vermeyecek, imdi öncülün gerçekten doğru olması gerekir, çünkü olmayanın -sözgelişi çapın koşut olmasının- bilgisi de olamaz. İlk ve tamtlanamaz olması gerekir, yoksa tanıtlaması olmadan bilgi de olmayacak; tamtlanabileni ilineksel olmayarak bilmek, tanıtlamasını bilmek demektir. <Sonuçtan> daha iyi bilinmesi, daha önce gelmesi ve neden olması gerekir: neden, çünkü bir şeyin nedenini bildiğimizde o şeyi biliriz; daha önce gelen, mademki nedendir; önceden bilinen, yalnızca beriki anlamında bilmek açısından değil olanın olduğunu bilmek açısından da önceden bilinen. ‘Daha önce gelen’ ile ‘daha iyi bilinen’ ikili bir anlam taşır: doğası gereği daha önce gelen ve daha iyi bilinen nesne ile bize göre daha önce gelen ve daha iyi bilinen nesne aym değil. Diyesim, duyuma daha yakın nesneler bize göre daha önce gelip daha iyi bilinir, duyuma daha uzak nesneler saltık anlamda daha önce gelip daha iyi bilinir.

En genel olanlar duyumdan en uzak olanlardır, tek tekler ise duyuma en yakın: bunlar birbirine karşıt. İlk öncüller sonuca uygun ilkelerdir; nitekim ‘ilk’ ile ‘ilke’den kastettiğim aynı şey. Tanıtlamanın başlangıcı ‘doğrudan öncül’dür, kendisinden önce bir başkası bulunmayan öncül ‘doğrudan, dolaysız’. ‘Öncül’ tek bir şeyi tek bir şeyle ilişkilendiren bildirimin bir parçasıdır; bildirimin herhangi bir parçasını öylece alan öncül ‘diyalektik’, doğruluğundan ötürü ikisinden birini belirli bir biçimde alan öncül ise ‘doğrudan tanıtlamalı’. ‘Bildirim’ çelişmenin herhangi bir parçasıdır, ‘çelişme’ ise kendi başına ara terimi bulunmayan bir karşıolum; çelişmenin bir şeyi bir şeye bağlayan parçası ‘evetleme’, bir şeyi bir şeyden ayıran parçası ‘değilleme’dir. Doğrudan tasımsal başlangıcın içinde, tanıtlanamayana ve bir şeyin öğrenilmesi için bilinmesi zorunlu olmayana ‘sav7; herhangi bir şeyin öğrenilmesi için bilinmesi zorunlu olana (aksiyom) ‘belit’ diyorum: nitekim kimi ilkeler böyledir ve bu adı en çok bunlara vermeye alışığız. Savlar arasında çelişmenin parça­ 12 İkinci Çözümlemeler larından -diyesim, bir şeyin var olmasından veya var olmamasından- herhangi birini alan ‘varsayım’, bundan bağımsız olan ise ‘tanım’dır. Nitekim tanım bir savdır: aritmetikçi birimin nicelik açısından bölünemez olduğunu savlar. Bu bir varsayım değil, çünkü birimin ‘neliği’ ile birimin ‘varlığı’ aynı olamaz. Mademki tanıtlama adını verdiğimiz tasımla nesneyi bilmek ve nesneye inanmak gerekir, tasım ise öncüllerinin var olmasıyla söz konusu olur, ilk öncülleri -ister hepsini ister kimin i- yalnızca önceden bilmek değil <sonuçtan> daha iyi bilmek de zorunlu. Nitekim bir nesnede bir şeyin bulunmasının nedeni o bulunan nesnede daha çok bulunan özelliktir, sözgelişi sevmenin nedeni sevilenden daha sevilir bir şeydir. Dolayısıyla bilmemizin ve inanmamızın nedeni ilk öncüller ise, sonra gelenlerden çok bunları bilip bunlara inanırız, çünkü bunlar sonradan gelenleri bilmemizin de nedenleri. Öte yandan, birinin bilme fırsatını yakalamadığı şeylere -v e eğer bilme fırsatı bulsaydı olacağı durumdan daha iyi durumda olmadığı şeylere göre- bildiği şeylerden daha çok inanması olanaksız. Ne ki kişinin tanıtlamaya dayanarak inandıklarına ait bir önbilgisi yoksa bu durum ortaya çıkar; nitekim başlangıç önermelerine -ister hepsine ister kimine- sonuçtan fazla inanmak zorunlu. Dahası, tanıtlamayla bilgi edinmeye kalkışacak kişinin yalnızca ilkeleri tanıtlanandan daha iyi bilmesi ve onlara daha fazla inanması yeterli değil, ayrıca karşıt ve yanlış sonuçlu tasımı oluşturacak ilkelerle çelişik başlangıç önermelerinden başka hiçbir şeyi daha iyi bilmemesi ve hiçbir şeye daha fazla inanmaması gerekir; nitekim bilen kişinin saltık olarak sarsılmaz inançlı olması zorunlu.

III. İlk öncülleri bilme gerekliliğine dayanarak kimileri bilginin var olmadığını düşünür, kimileriyse bilginin var olduğunu, ama her bilginin tanıtlanabilir olduğunu sanır; bunların hiçbiri doğru olmadığı gibi zorunlu da değil. Bilmenin hepten söz konusu olmadığını önesürenler bunun sonsuza değin bir geri gidiş olacağını iddia ediyorlar, çünkü ‘ilk’ler olmadan sonra gelenler önce gelenlerle bilinemez; dedikleri doğru: sonsuza gitmek olanaksız. Öte yandan bunun sonu varsa ve ilkeler söz konusu ise bu ilkeler bilinemez, çünkü bilmenin tek yolu de­ Birinci Kitap 13 dikleri tanıtlamadan yoksun bunlar. İlk olanlar bilinemiyorsa bunlardan çıkanlar da ne asıl anlamda ne de genel anlamda bilinebilir, bilinebilse bile ancak koşullu olarak bilinir. Yalnızca tanıtlamayla bilgi edinilebildiği konusunda ötekiler berikilerle uyuşuyorlar; ne ki her bilginin tanıtlanabilir olmasını hiçbir şeyin engellemediğini iddia ediyorlar: çünkü tanıtlama döngüsel ve eşgeçerli olabilirmiş. Biz ise her büginin tanıtlanabilir olduğunu söylemiyoruz, ‘doğrudan’ olanların bilgisinin tanıtlanamaz olduğunu söylüyoruz (Bunun da zorunlu olduğu açık: tanıtlamayı oluşturan ve daha önce gelen öncülleri bilmek zorunluysa, bu da doğrudan öncüllere gelindiğinde sonlanıyorsa, bunların tanıtlanamaz olması zorunlu) — dediklerimiz işte bunlar; ayrıca yalnız bilginin var olduğunu değil, tanımları bilmemizi sağlayan ‘bilgi ilkesi’ diye bir şeyin de var olduğunu söylüyoruz. Saltık anlamda tanıtlamanın döngüsel olması olanaksız, bu açık, nitekim tanıtlamanın daha önce gelen ve daha iyi bilinen öncüllerden oluşması zorunlu. Çünkü aynı şeylerin aynı anda kendilerinden daha önce ve daha sonra gelmeleri olanaksız; meğer ki bu başka bir tarzda, bize göre daha önce gelenler ile saltık anlamda daha önce gelenler gibisinden tümevarımın bilgi sağladığı bir yolda ola. Ne ki bu böyle oluyorsa, ‘saltık anlamda bilmek’ tanımımız uygun olmayıp iki anlamda bilmek söz konusu olabilir; herhalde doğrusu şu: bizce önce bilinenlerden oluşan beriki tamtlama saltık anlamda olmasa gerek. Tanıtlamanın döngüsel olduğunu söyleyenler yalnızca şimdi anlatılan durumla değil, şununla da karşı karşıya kalırlar: ‘bir nesne varsa o nesne var’ demekten başka hiçbir şey dile getirmemek; böylece her şey kolayca tanıtlanır. Üç terim öne sürerek bunun böyle olduğu gösterilebilir. Nitekim döngünün pek çok terimle ya da birkaç terimle veya iki terimle kurulması arasında hiçbir ayrım olmaz. İmdi A varsa B’nın* olması zorunlu, B varsa r’nın olması zorunlu, demek ki A varsa T zorunlu olarak var olacaktır. Şu halde A var iken B’nın olması ve B var iken A’mn olması zorunluysa (çünkü döngüsellik böyle kuruluyordu), r’nın yerine A konulmalıdır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir