Arslan Bulut – Açilimin Şifreleri

Öcalan, 1993’te açılımı bekliyor! Gazeteci Hasan Cemal, 14 Nisan 1993’te, Lübnan’ın Beka Vadisi’ndeki Zahle kentinde bir evde Abdullah Öcalan’ın “misafiri” oldu. Öcalan, “Sivillere mesajım; Siyasal önerilerinizi peşpeşe sıralayın. Demokrasi paketinizi bekliyoruz. Askerlere mesajım da şu: Özel savaşı durdurun” diyordu Görüldüğü gibi 1993’te de bir “demokrasi paketi söz konusudur. Pakette neler olduğunu, dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin Nokta dergisine açıklamıştı. “Sezgin’den PKK’ya affa yeşil ışık” başlığı taşıyan haberde Sezgin Demirel’in devletin kin gütmeyeceği yolundaki görüşlerini bir ışık olarak nitelendiriyordu.” Açılım politikaları, herkesin takdir edeceği gibi birkaç aydır gündemde olan bir proje değil, Turgut Özal ile başlayan, AKP iktidarı ile hızlanan bir süreçtir. Bu süreci 100 yıl öncesine, Wilson prensiplerine, Sevr’e kadar götürebileceğimiz gibi ABD’nin Büyük Orta Doğu projesi kapsamında da değerlendirebiliriz. Fakat bu incelemede, yakın tarihten çok somut örneklerle açılım sürecinin nasıl başladığını, projenin asıl sahibinin kim veya kimler olduğunu sergileyeceğiz. Başbakan Tayyip Erdoğan, Kürt açılımını, Alevi açılımı, Ermenistan açılımı, Kıbrıs açılımı ve Ortadoğu’ya yönelik “Mezopotamya açılımı ile eş zamanlı olarak başlattı. Sürece karşı çıkanları ise önce ”analar gözyaşı dökmeye devam mı etsin?“ diye yılgınlığa sürüklemek istedi, bu koz inandırıcı olmayınca bu defa muhalefeti, ”Bu kanlı sektörden kendilerine siyasi çıkar sağlayanlar var“ diye suçladı. Erdoğan, önce Kürt açılımı dediği, sonra demokratik açılıma dönüştürdüğü, son olarak da Milli Birlik Projesi” diye adını değiştirdiği açılımı, 2009 Kasım ayı “Ulusa Sesleniş” konuşmasında bir defa daha açıklamak ihtiyacı hissetti. Erdoğan, terörle mücadelenin, askeri boyutu dışında başka boyutlarının da olduğuna işaret etti ve “Öncelikle devleti karanlıklardan tümüyle arındıracak, demokrasiyi, adaleti, eşitliği ve hürriyeti gölgesiz biçimde tesis edeceğiz. Sorun alanlarını minimize etmek suretiyle kısa vadede, orta vadede, uzun vadede bu yola devam edeceğiz. Bunları başarabilirsek eğer, terör bu ülkenin tek bir karış toprağında bile kendine zemin bulamayacak, insanlarımız arasına nifak tohumlarını ekemeyecektir.


İşte bizim demokratik açılım dediğimiz budur, bu açılımdan muradımız da bundan ibarettir. Milli birlik ve kardeşlik projesi olarak biz bunu ifade ediyoruz. Bir barış ve sevgi projesidir bu” dedi. Erdoğan, projenin, hükümetlerinin yedi yıl boyunca adım adım geliştirdiği demokratik vizyonun yeni bir aşaması olduğunu belirtti. Hasan Cemal, Apo’nun misafiri Aslında aynı açılımı 1993 yılında Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki DYPSHP koalisyonu da denemiş ancak işin içinden çıkamamıştı. Bu denemenin nasıl yapıldığını 1993 tarihli önemli gazete ve dergileri inceleyen herkes öğrenebilir. Biz de öyle yaptık. Bilindiği gibi gazeteci Hasan Cemal, 14 Nisan 1993’te, Lübnan’ın Beka Vadisi’ndeki Zahle kentinde bir evde Abdullah Öcalan’ın “misafiri” oldu. Öcalan, beş saat süren görüşmeden sonra “Bu saatte Lübnan tekin değildir” diyerek Hasan Cemal’i yatıya da alıkoydu. Ateşkesi uzattığını bildiren Öcalan, Hasan Cemal’e şöyle dedi: “Ben samimiyim, ciddiyim. Sivillere mesajım; Siyasal önerilerinizi peşpeşe sıralayın. Demokrasi paketinizi bekliyoruz. Askerlere mesajım da şu: Özel savaşı durdurun. Eğer üzerimize gelinmezse. Yani operasyonlar durdurulursa.

Yaygın kitle tutuklamaları, faili meçhul cinayetler durdurulursa. Köy boşaltmalarına son verilirse. O zaman bizim de öyle şiddeti tırmandırmak gibi bir politikamız olamaz. Bir yerde zımni de olsa bir ateşkes yürürlüktedir anlamına gelir bunlar. Biz bunu dikkate alacağız.” Sezgin: PKK’ya af gelebilir Görüldüğü gibi 1993’te de bir “demokrasi paketi” söz konusudur. Pakette neler olduğunu, dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin Nokta dergisine açıklamıştı. Sabah gazetesinde Hasan Cemal’in Abdullah Öcalan ile yaptığı röportajın yayınlandığı sayfada bu haber de yer almaktadır: ”Sezgin’den PKK’ya affa yeşil ışık“ başlığı taşıyan haber şöyleydi: ”İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Nokta dergisine verdiği demeçte, Güney Doğu’ya barış ve huzur getirmek istediklerini belirterek ’Her nasıl ve ne şekilde olursa olsun, dağa çıkan, eline silah alan, fakat hiçbir şekilde silahlı eyleme katılmayan gençlerimiz gelsinler silah bıraksınlar. Biz bunları tespit edelim ve affedelim. Yargı işlemine tabi tutmadan bunları affedebiliriz. Böyle bir düşünceyi geliştirebiliriz’ dedi. Eyleme katılanlarla katılmayanları nasıl ayıracakları sorusuna ise Sezgin, ’Biz biliriz. O yörede yıllardan beri çalışanlar, olağanüstü hal yönetimi ve güvenlik güçlerimiz, istihbarat örgütü, kim karışmıştır kim karışmamıştır buluruz’ cevabını verdi. Sezgin ayrıca öldürme eylemine katılanların cezalarında da indirim yapılabileceğini, pişmanlık yasasındaki cezaların daha da indirilebileceğini söyledi Sezgin böyle bir uygulamaya çocukları ve eşleri ölenlerin tepki duyabileceği ihtimali ile ilgili olarak da ’Tabii bunun kamuoyunu, milli vicdanımızı, yüce parlamentomuzu tatmin etmesi lâzım. Kamu yararı söz konusu olduğunda kişisel olarak istemesek de bir takım kararlara varabiliriz’ dedi.

Sezgin Başbakan Süleyman Demirel’in de devletin adil olması gerektiği ve kin gütmeyeceği yolundaki görüşlerini bu konudaki ışık olarak nitelendirdi. Nokta Dergisi’nin konu ile ilgili Müşerref Seçkin imzalı ana haberi ise “Üst düzede uzlaşma sağlandı; Hükümet ön çalışma içinde. PKK’lılara af. Güneydoğu’da bahar havası esiyor. İki aşamalı tasarıya göre eyleme karışmamış PKK’lıların yargıyla ilişkilendirilmeden affedilmesi, eyleme karışanlar için de Pişmanlık Yasası kapsamının genişletilmesi düşünülüyor. Atfan, Apo da yararlanabilecek” başlıklarını taşıyordu. Aynı derginin 21-27 Mart 1993 tarihli sayısında ise Abdullah Öcalan ile görüşen Cengiz Çandar, “Apo’nun kuşkusu kontrgerilla. Kendi ifadesiyle kontrgerilla içinde barışı bozacak mihraklar olabileceği şüphesi var” açıklamasını yapıyordu. Beşir Atalay’ın sözleri de aynı İşte 2009 yılında açığa çıkan ve Ergenekon operasyonlarının hemen ardından uygulamaya konulan proje budur. İçişleri Bakanı Beşir Atalay da Habur’dan dönüş yapan grubu Hükümet’in “Kürt açılımı”nın başarısı olarak anlatırken “Eve dönüş” olarak adlandırmayı tercih ettiği sürecin, ilk uygulaması olarak göstermişti. Atalay, bunun “demokratik açılım”ın bir parçası olduğunu vurgulayarak açılımın bir paketten ziyade bir süreç olduğu değerlendirmesini de hatırlattı. Atalay “eve dönüş” süreciyle ilgili önceden açıklama yapılmamasının da alınan tedbirlerin bir parçası olduğunu ileri sürdü. “Çoğu uygulamayla görülecek bazı hazırlıklarımız var. İdari tasarruflarla olabilecekler var. Meclis tasarrufuyla olacaklar var.

İnce ince dokumak gerekiyor. Yöntem, üslup, çok önemli. Hassasiyetleri koruyarak yürüyeceğiz” dedi. Atalay, uygulamanın alt yapısının “pişmanlık yasası” olarak adlandırılan TCK’nın 221. maddesine göre gerçekleştirildiğinin altını çizdi. Erdoğan da teröre bulaşmamış olanlara kapılarının açık olduğunu tekrarladı. Mehmet Ağar, açılımın şifrelerini nasıl kırdı? Demirel, Çiller, Mesut Yılmaz, Erbakan ve Ecevit hükümetlerinin önüne sürülen, Sabancı’nın hazırlattığı “Bask Modeli” raporu ve Bülent Eczacıbaşı’nın Doğu Ergil’e hazırlattığı Doğu raporu ile desteklenen, ancak uygulanmayan bu proje, AKP hükümeti tarafından nasıl hayata geçirildi? İsmet Sezgin ve Beşir Atalay’ın açıklamaları öz olarak aynıydı! Hatta sürecin nasıl gelişeceğini herkesten önce gören DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, “Düz ovada siyaset” diyerek, açılımın şifrelerini kırmıştı. Fakat seçim öncesi konuştuğu için seçimde devre dışı kaldı. Tayyip Erdoğan ise o sıralarda, “Tek millet, tek devlet, tek vatan” sloganına sarılmıştı. Seçimden sonra kendisine neyin dayatılacağını o da biliyordu elbette ama önce seçimi kazanmalıydı! 27 Şubat 2009 günü Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, haftalık basın bilgilendirme toplantısında, TRT 6’nın Kürtçe yayın yapması konusunda “Üniter devlet ve ulus devlet yapısına zarar vermeyecek tedbirleri de göz önüne almak kaydıyla devlet kültürel alanda bazı açılımlarda bulunabilir” cevabını verdi. Bu değerlendirmeler, İlter Türkmen, Salim Dervişoğlu, Aytaç Yalman gibi emekli elçi ve komutanlardan oluşan Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu’nun, “Kürt sorunu” konulu raporu ile uyum içindeydi. Raporda, “Üniter devlet temelinde Kürt kültürel kimliği tanınmalıdır. Etnik siyasi partilere karşı daha toleranslı davranılmalı, bu partilerin anayasal düzen içinde mevcudiyetlerini sürdürmelerinin terörün süregitmesine önemli bir engel oluşturacağı göz önünde bulundurulmalıdır” deniliyordu. Tuğgeneral Gürak’ın açıklaması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iflas beyanıydı! Devletin, bir etnik dilde 24 saat yayın yapması, aslında sınırlı bir kitle tarafından konuşulan Diyarbakır Kurmançi ağzını, bütün Güneydoğu Anadolu’nun ve Kuzey Irak’ın ortak dili haline getirme hedefinin ilk ciddi adımı idi. O tarihte Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a hitaben “Bu kararlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tarihe gömer” uyarısında bulunmuştuk.

Başbuğ, 14 Nisan 2009 günü Harp Akademileri’nde yaptığı basın toplantısında “İkincil kültürel kimliklerin anayasal ve yasal çerçevede tanınması, ulus devlet ve üniter devlet yapısı içinde mümkün değildir. TSK, Atatürk’ün bize emanet ettiği ulus devlet ve üniter devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya devam edecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın” diye endişeleri gidermeye çalıştı ama “Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır” dedi. Konu kamuoyunda tartışıldı ve “Ne demek istediği, Başbuğ’a Milli Güvenlik Kurulu’nda sorulacak” başlıklı haberler yayınlandı. Sonuçta Tayyip Erdoğan, açılım projesinin “devlet projesi” olduğunu söylemeye başladı. Devlet projesi idiyse, 1993’te İsmet Sezgin’in açıkladığı, hatta Demirel’in de yeşil ışık yaktığı aynı proje kimin projesiydi? Demirel’e ”Kürt realitesini tanıyoruz“, Mesut Yılmaz’a ”AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer“ sözlerini söyleten bir proje yok muydu? Abdullah Öcalan, 1993’te ”Demokrasi paketinizi bekliyoruz“ diye hükümete hitap ederken, paketi kimin hazırladığını bilmiyor muydu? Biliyordu elbette? Peki kimindi bu proje? Türk milletini parça parça etmek projenin temel hedefi Milletimizin “Türk, Kürt, Arap, Laz.” gibi parçalara ayrıştırılıp, bunun “demokratikleşme” ve “özgürleşme” adıyla takdim edilmesi kararlaştırılan plan adım adım uygulunmakta Yıkım projesinin arkasındaki en büyük gücün AB ve Avrupa Konseyi olduğu ortadadır. 3 İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ARTACAK: Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi değiştirilerek ifade özgürlüğünün sınırları genişletilirken, nefret suçlarına ilişkin boşluk oluşmaması için tedbir alınacak. Herşeyden önce bu muğlak ifade, Anayasa’nın 14’üncü maddesi “Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılmaması” hükmüne aykırıdır. Yürürlükteki TCK 216. Madde; “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer kesimler aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimseyi…” cezalandırıyor. Bu madde kaldırılırken, “Nefret suçlarına ilişkin boşluk oluşmamasına.” dikkat edilecekmiş. Bu geçersiz bir ifadedir, hiçbir anlamı yoktur.

Çünkü nefret, “Kin ve düşmanlık,”ın tabii sonucudur, önlenmesi de mümkün değildir. Kanun metninden “Kin ve düşmanlık” kavramları çıkarılırsa, nefret suçuyla mücadelenin, herhangi bir anlamı kalacak mıdır? Bu tehlikeli düzenleme, Cumhurbaşkanı Gül’ün TBMM açılışında üzerinde durduğu, “Demokratik çoğulculuk”, yani çok dilli, dinli, kültürlü, etnikli yapıyı esas alan zihniyet; -AB ve Avrupa Konseyi’nin finanse ettiği proje gereğince adı, “Demokratik Vatandaşlık ve İnsan Hakları” olarak değiştirilen vatandaşlık dersleri, (Dersler 11.11.2009’da başlamıştır.) ile, -Bağımsız olarak çalışacak “Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu” kurulmasına dair kanun tasarısı, Birlikte ele alındığında, milletimizin “Türk, Kürt, Arap, Laz.” gibi parçalara nasıl ayrıştırılacağı, bunun adına da neden “demokratikleşme” ve “özgürleşme” dendiği çok açık bir şekilde görülecektir. Peki bütün bunlara kimlerin ihtiyacı var ve kimler istiyor? Tabii ki, AB. Hem de kendi ülkelerinde böylesine uygulamalara, asla müsaade edilmediği halde.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir