Arthur Koesler – 13. Kabile

Batıda Charlemagne’ın taç giydiği sıralarda, Doğu Avrupa’nın Kafkaslarla Volga arasında kalan bölümü, bir Yahudi devleti olan Hazar imparatorluğu tarafından yönetilmekteydi. VII. yy .’dan X. yy.’a kadar süren parlak çağında, bu devlet, gerek Ortaçağ Avrupası’nın, gerek modern Avrupa’nın kaderinde önemli bir rol oynamıştır. Bizans imparatoru ve tarihçisi Constantine Porphyrogenitus (Konstantin Porphyrogonete [913-959]) saray protokolüyle1 ilgili nodarında, Roma’daki Papa’ya ve Batı İmparatoru’na yollanan mektupların aluna iki solidi değerinde altın mühür koyduklarını, oysa Hazar İmparatoru’na gönderilenlere üç solidi değerinde mühür koyduklarını not ederken, bu gerçeği onaylamaktadır. Aslında bu bir iltifat değil, gerçekçi politikanın ta kendisidir. Bury’ye göre, “incelediğimiz çağlarda Hazarların Han’ı ile Büyük Charles ve onun yerine geçenler arasında önem halamından pek de büyük bir fark olmaması ı mümkündür.” 2 Hazarlar Türk kökenli bir ulustu. Ülkeleri, Karadeniz’le Hazar Denizi arasında, önemli geçit niteliğinde, stratejik, kilit önemi haiz bir noktada bulunmaktaydı. Bu devlet, Bizans’ı yüzyıllar boyunca kuzey steplerinden gelen açgözlü barbarların, Bulgarların, Macarların, Peçeneklerin, daha sonra da Vikinglerin ve Rusların saldırılarından koruyan bir tampon durumundaydı. Bunun yanında, gerek Bizans diplomasisi, gerek Avrupa tarihi açısından daha önemli olan bir başka nokta da, Arapların, Avrupa’ya doğru çığ gibi ilerleyişini, bu akınların en bezdirici dönemi olan başlangıç çağlarında Hazar ordularının durdurması ve Doğu Avrupa’nın Müslümanlar tarafından alınmasını engellemiş olmalarıdır. Hazar tarihinin en başta gelen uzmanlarından olan Prof. Dunlop (Columbia Üniversitesi), kesinleşmiş bulunan, ama geniş kitlelerce bilinmeyen bu gerçeği şöyle özedemektedir: Ha%ar ülkesi Arapların doğal ilerleme yolu ürerinde bulunmaktaydı.


Muhammed’in ölümünden (MS 632) birkaç yıl sonra Halifelik orduları iki imparatorluğun kalıntıları ürerinden, her şeyi önlerine katarak kuleye doğru ilerlemiş ve doğal bir engel olan Kafkas Dağları’na varmıştı. Bu engel aşıldığında Doğu Avrupa topraklarının yolu açık demekti. Oysa Arapların, Kafkas engeline vardıklarında düzenli bir ordu tarafından karşılandıklarını ve bu ordunun onların Avrupa yönünde ilerlemesini durdurduğunu bilmekteyim Araplarla Hararlar arasındayü% yılı aşan bir süre devam eden bu savaşlara ilişkin pek a% bilgimi^ olmasına karşın, bunların tarihsel öneminin büyük olduğu ortadadır. Frankların Charles Martel komutasında, Arapları Tours Meydan Savaşı ‘nda durdurması ne kadar önemliyse, aynı tarihlerde Doğu Avrupa’yı tehdit eden Arap ordularının Kafkas- larda durdurulması da aynı derecede önemlidir… O güne kadar peş peşe ^a/erler kadanan Müslümanlar, Hasar kuvvetleri tarafından karşılanmış ve durdurulmuştur… Eğer Kafkasların kuzeyinde Hararlar bulunmasaydı, Avrupa uygarlığının doğudaki temsilcisi olan Bizans, Araplar tarafından silinip süpürülecek, bugün okuduğumu^ Hristiyanlık ve Müslümanlık tarihi de çok daha farklı olacaktı.1 Bu olayların ışığı altında, MS 732 yılında, yani Hazarların Arapları yenmesinden hemen sonra, Bizans İmparatoru V. Constantine’in bir Hazar prensesiyle evlenmesi de bizleri pek şaşırtmamalıdır. Bu evlilikten doğan erkek evlât, İmparator IV. Leon’dur ve “Leon, Hazar” adıyla tanınmaktadır. Garip olan nokta, MS 737 yılındaki son savaşın Hazarlar tarafından kaybedilmiş olmasıdır. Fakat o zamana kadar Müslümanların “cihad” ruhu eski hızını yitirmiş bulunmakta ve Halifelik iç karışıklıklarla mücadele etmektedir. Bu yüzden Arap kuvvetleri kuzeyde sağlam bir biçimde üslenemeden geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Oysa Hazarlar bu tarihten sonra güçlerini eskiye oranla daha da artırmışlardır. Bundan birkaç yıl sonra, MS 740 yılında Hazar Hanı’nın, sarayının ve askerî komutanlarının Yahudi dinini benimsediğini ve bu dinin Hazarların resmi dini durumuna geldiğini görüyoruz. Bugün Arap, Bizans, Rus ve İbranî kaynaklarında bu olayları okuyan tarihçiler bu duruma ne kadar şaşıyorsa, o çağda yaşamış kimselerin de bu karar karşısında aynı şaşkınlığı duymuş olduğuna kuşku yoktur. Bu konuda yapılan en yeni yorumlardan biri, Marksist tarihçi Dr.

Anthal Bartha’nın VIII. ve IX. yy. ‘larda Macar Toplumu* adlı kitabında yer almaktadır. Bu 3 kitapta Hazarlara birçok bölüm ayrılmıştır. Bu pek olağandır, çünkü sözü edilen dönemde Macarlar, Hazarların egemenliği altında bulunmaktadır. Ama Hazarların Yahudi dinine geçişi konusuna kitapta yalnızca bir tek paragraf ayrılmış ve olay belirgin bir utanma havası içinde dile getirilmiştir: Araştırmalarımız düşünce tarihinin sorunlarını kapsamamaktadır. Ama yine de okuyucunun dikkatini, Hazar Devleti’nin dinine çekmek %orundayı% Yönetici düzeyindeki kişiler arasında resmen kabul edilen din, Yahudi dinidir. Irk olarak Yahudilikle ilgisi olmayan bir toplumun bu dini seçip benimsemesi ürerine, ortaya çok ilginç görüşler atılabilir. Biz burada, bu din değiştirme olayının gerekçesine eğilirken bununyalnızca Hristiyanlığı kabul ettirmeye çalışan Bizans’a ve doğudan sokulmaya çalışılan Müslümanlığa karşı, bu iki siyasal baskıdan kurtulmak için atılmış bir adım olabileceğine değnmekle yetinebitiriz İki siyasal güç tarafından da desteklenmeyen, aksine herkesin zulmetmeye kalkıştığı bu dinin kabul edilmesi, Hararlarla ilgilenen bütün tarihçileri şaşırtmakla birlikte, yine de bir rastlantı olarak değerlendirilemez Bunu yalnızca, bu krallığın uyguladığı bağımsızpolitikanın bir belirtisi olarak nitelendirmek gerekir. Bu satırları okumak, bize ışık tutacağı yerde, eskisinden daha derin bir şaşkınlığa sürüklenmemize sebep oluyor. Çeşitli kaynaklarda okuduğumuz küçük ayrıntılar farklılıklar göstermektedir, ama ana gerçekler her türlü tartışmanın ötesindedir. Esas tartışılan nokta, Yahudi Hazarların, imparatorlukları yıkıldıktan sonra, yani XII. ve XIII. yy .

’da sürdürdükleri inançtır. Bu konuya değinen pek fazla kaynak yoktur. Yalnızca ortaçağın son dönemlerinde Kırım’da, Ukrayna’da, Macaristan, Polonya ve Litvanya’da, Hazar topluluklarının yerleşmiş bulunduğunu öğreniyoruz. Nadiren rasdadığımız bu bilgileri bir araya getirdiğimiz zaman karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Hazar kabileleri, yeniçağın başlamasından önce Orta Avrupa bölgelerine, özellikle Rusya ve Polonya topraklarına göç etmiş, buralara yerleşmiş bulunmaktadır. Doğu Avrupa’da, Yahudi topluluklarının en fazla yoğunlaştığı alanın buralar olduğu da bilinmektedir. Tarihçilerin pek çoğu, bu gerçeğe dayanarak Doğu Avrupa Yahudilerinin ve dolayısıyla dünya Yahudilerinin bir bölümünün, belki de büyük çoğunluğunun, Sami ırkından olmayıp Hazar soyundan olmaları olasılığı üzerinde durmaya yönelmişlerdir. Bu tezin kapsamının çok geniş olması ve yankılarının çok başka konulara varabileceğinin bilinmesi, tarihçileri bu konudan uzak durmaya itmiştir. Bunun sonucu olarak Encyclopaedia Judaica’vun 1973 baskısına, Hazarlarla ilgili olan ve Dunlop imzasını taşıyan bölümden başka, yayımcıların imzasını taşıyan, “Hazar Krallığı’nın Yıkılmasından Sonra Hazar Yahudileri” başlığıyla bir bölüm daha eklenmiş bulunmaktadır. Bu ek bölümün, “tanrının seçtiği halk” dogmasına inananları tedirgin etmemek için eklendiği çok açıktır. Türkçe konuşan Karaitter (temel ilkelerinde Yahudi olan bir mezhep) genellikle Kırım’da, Polonya’da ve yakın çevrelerde yaşamakta olup, Hararlarla ilişkili olduklarını kabul etmektedirler. Gerçekte folklorlarında, antropolojide ve hattâ dillerinde de bu ilişki görülmektedir. Hararların torunlarının Avrtıpa’dakiyaşamlarını sürdürdüğüne ilişkin haylifa%k kanıt bulunmaktadır. Acaba Yafes’in* bu beyaz ırktan olan torunlarının, Nuh’un üç oğlundan biri. Yafet de denir. Yahudi peygamberidir.

(Ed. n.) 5 Samiler arasına karışması hangi oranda gerçekleşmiştir? Ve ne kadar önemlidir? Yahudiliğin Hazar kökeni konusunda en radikal tarih kuramcılarından biri, Tel Aviv Üniversitesi’nin Ortaçağ Yahudi Tarihi Profesörü A. N. Poliak’tır. Ha^arya adını verdiği eseri, Ibranîce olarak 1944 yılında Tel Aviv’de yayımlanmıştır. (Bu kitabın ikinci baskısı 1951’de yapılmıştır.)5 Poliak, kitabın önsözünde konu hakkında şunları söylemektedir: Ha%ar Yahudilerinin öteki Yahudi topluluklarıyla olan ilişkileri ve Doğu Avrupa Yahudilerinin ne kadarının Hararlardan kalma bir çekirdekten türemiş olabilecekleri konusu, yepyeni biryaklaşımıgerektirmektedir. Bu toplumun torunları, bulundukları yerde yaşamayı sürdürenler, Amerika’ya göç edenler, israil’e gelenlerle birlikte, dünya Yahudilerinin büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor olabilirler. Bu satırlar, gerçi konunun dünya kamuoyunda fırtınalar koparmasından çok önce yazılmıştı, ama böyle olması, bugün yaşayan Yahudilerin pek çoğunun Doğu Avrupa kökenli olduğu gerçeğini değiştiremez. Bu da, bunların büyük bir olasılıkla Hazar kökenli olduğu anlamına gelebilir. Eğer bu doğruysa, söz konusu Yahudilerin atalarının Tur-u Sina’dan* değil, Kafkas Dağları’ndan geldiği; Ürdün dolaylarından değil, Volga dolaylarından koptuğu gerçeklik kazanır ki, bilindiği gibi Kafkaslar, Ari ırkının beşiği olarak kabul edilmektedir. Böyle olunca, bu insanların İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a yakın olmaktan çok, Hunlara, Uygurlara, Macarlara yakın oldukları kabul edilmelidir. Eğer bu kuramın gerçek olduğu anlaşılırsa, anti-semitizm (Sami düşmanlığı – Yahu- ‘ Tur: Musa’nın tanrıyla konuştuğu dağ. 6 di düşmanlığı) deyimi de anlamsız bir deyim olarak kalacak; gerek öldürenler, gerek öldürülenler tarafından yanlış bilgiler üzerine kurulmuş bir kavram olmaktan öteye gitmeyecektir.

Hazar İmparatorluğu’nun tarihi, geçmişin sisleri arasından su yüzüne çıktıkça, tarihin insanoğluna oynadığı en zalimce oyunlardan biri göze görünmeye başlar gibidir. 2 Attila, alt tarafı bir göçebe balkının kağanıydı. Devleti yıkılıp tarihe karıştı… Oysa aşağılanan kent Constantinopolis’in gücü sürüp gitti. Çadırlar silinip yok oldu, kentler yaşamaya devam ettiler. Hun Devleti, aslında gelip geçen bir kasırgadan başka bir şey değildi… XIX. yy.’da yaşamış doğu tarihçilerinden Cassel 6 , Hazarların da benzer nedenlerle aynı sonuca vardığını ima etmektedir. Hunlann Avrupa sahnesindeki varlığı yalnızca seksen yıl* kadar sürdüğü halde, Hazarların devleti dört yüz yıllık bir sürenin büyük bir diliminde gücünü korumayı bilmiştir. Onlar da genellikle çadırlarda yaşamış bir ulustular, ama çok gelişmiş kendeşme merkezleri de vardı. Göçebe bir savaşçılar topluluğu olmaktan uzaklaşıp, çiftçilik, hayvancılık, balıkçılık, bağcılık, ücaret ve küçük sanatlar toplumu olma yolunda gelişiyorlardı. Sovyet arkeologları, bu insanlara ait bulgularından, bunların “Hun kasırgasına” hiç de benzemeyen ileri uygarlık düzeyinde kişiler olduğunu kanıdayan bir sürü eser ele geçirmiş bulunmaktadır. Birkaç bin metre- ‘ Hunlann Hazar Denizi dolaylanndan Avrupa’ya doğru ilerlemeye başladıkları 372 yılından, Atilla’nın 453’de ölümüne kadar olan süre. 7 karelik alana yayılmış kent kalıntıları7 , dehlizlerle ahırlara bağlanmış evler, geniş ahır ve ağıllar, 3-3.5 x 10-14 metre boyudarında sütunlu yapılardan başka, ileri işçilik düzeyinin varlığını gösteren öküz sabanları, araç-gereçler de bulunmuştur.8 Özellikle ilginç olan, toprak altında bulunan temellerdir.

9 Bunlardan anlaşıldığına göre, yapılar, çember biçiminde kurulmuştur. Sovyet arkeologlarına göre, böyle yuvarlak yapılara ait temeller Hazarların yaşadığı toprakların her yanında ortaya çıkarılmış olup, tarihleri de daha sonra görülen dörtgen konudardan daha eskidir. Açıkça görüldüğü gibi, bu yuvarlak biçimler, taşınabilir çadırlardan temelli konudara, göçebelikten yerleşik düzene geçme döneminin simgesidir. Çünkü Arap yazılı kaynakları, bizlere, Hazarların yalnızca kış süresince kenderde oturduklarını, yaz gelince başkenderi İtil’i bile boşaltıp çadırlarını alarak, sığır ve koyun sürüleriyle birlikte steplere çıktıklarını ya da mısır tarlalarında, bağlarda konakladıklarını anlatmaktadır. Kazılar, sınırların son dönemlerde sağlam kalelerle korunduğunu da göstermektedir. Bu sur kalıntılarının tarihi VIII. ve IX. yy.’dan başlamakta, kentlerin steplere açık olan kuzey sınırını çevrelemektedir. Bir süre Hazar egemenliğinde kalan Kırım’dan başlayan surlar, yarım daire biçiminde Don ve Volga’ya kadar uzanmaktadır. Ülkenin güneyini ise Kafkas Dağlan korumaktadır. Banda Karadeniz, doğuda Hazar Denizi bulunmaktadır.* Bununla birlikte ülkenin kuzeyini koruyan kale- ‘ Hazar akınları nedeniyle duydukları korkuları hala unutamayan Araplar, akınların kopup geldiği taraftaki denize Bahrül Hazer (Hazar Denizi) demektedirler (W. E. O.

Allen’in Gürcü Ulusunun Tarihi adlı eserinden, Londra 1952).

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir